Powered By Blogger

13 Temmuz 2018 Cuma

OSMANLI DA "FAİZ MES'ELESİ"(2)-OSMANLI DA "FAİZ/RİBA" VAR MIYDI!?

OSMANLI DA "FAİZ/RİBA MES'ELESİ"NE , "İCMAL GENÇLİĞİ"NİN EHEMMİYETLİ İSMİ YENİ MESAJ GAZETESİ MUHARRİRİ MUHARREM BAYRAKTAR CEVAP VERDİ:
"-EVET, OSMANLI DA FAİZ/RİBA VARDI..."
* OSMANLI'YA GÜYA "TOZ KONDURTMAYAN" 'CEHL-İ MÜREKKEPLER'; "OSMANLI DEVLETİMİZE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ 'OSMANLI DÜŞMANLIĞI/ECDAT DÜŞMANLIĞI" DİYE 'KAMUOYU' OLUŞTURA DURSUNLAR; "TARİHÎ HAKİKATLER" DEĞİŞMİYOR...
* "OSMANLI DA FAİZ/RİBA VAR MI YOK MU?" 'TARTIŞMALARINA' "DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI" ile TÜRKİYE'MİZİN GÜNÜMÜZDE YAŞAYAN "FÂKİHLERİ" SESSİZ KALIRKEN; "HAYDAR BAŞ HAREKETİ"NİN "İCMAL GENÇLİĞİ LİDERLERİ" ise "SESSİZ" KALMADILAR..
                                       OSMANLI DA FAİZ VAR MIYDI? (*)
                         Osmanlı’nın hiç gündeme getirilmeyen yönlerinden biri de her kötülüğün anası dediğimiz faizin çatır çatır alınıp verilmesidir. Bir şeriat devletinde, İslam’ın haram kıldığı faizin uygulanmasına yeşil ışık yakan kişi ise Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Kanuni Sultan Süleyman’dır.
Taha Akyol bu uygulamaya dair şu bilgileri veriyor:
                          “Osmanlı’da esnaf, tüccar ve üreticinin kredi ihtiyacını “para vakıfları” karşılıyordu. Çoğu bürokrat olan zenginler, paralarını vakfediyorlar, bununla ihtiyaç sahiplerine yüzde 12 civarında faizli kredi veriliyordu.
                        Yalnız buna “faiz” denilmiyordu. Diyelim ki 1000 lira kredi aldım, faizi 120 lira... Fakat 120 liralık mal almışım da onun bedeliymiş gibi gösteriliyor, bu işleme “muamele-i şeri’ye” deniliyordu.” (Taha Akyol, Hürriyet, 27 Ağustos 2014)
                        Para vakıfları bugünün tefeci kurumları gibiydi ama vakıf adı altında çalışıyorlardı. Rumeli ve Anadolu’da çok yaygındılar. Ebussuud’dan önce, Şeyhülislam Çivizade, bu vakıfların haramla iştigal ettiğini ve faiz alınıp verildiğini ileri sürerek kapatılmalarını sağladı.
                         Onun yerine Şeyhülislam olan Ebussuud Efendi ise ilk iş olarak “faiz düzenine” onay verdi. Para vakıflarının da yüzde 12 “fazla” ile kredi vermelerini de fetva ile onayladı. Kanuni Sultan Süleyman ise bir ferman yayınlayarak “para vakfı” adı altındaki bu tefeci kurumları tekrar yasalaştırdı.
Dönemin alimlerinden Birgivi Efendi, Ebussuud’a bu yüzden ağır suçlamalar yöneltmiştir.
                        Bu konuda sosyal medya hesabında bir yazı kaleme alan Prof. Mete Gündoğan ise şöyle diyor:
“Diyelim ki siz 100 liranızı hayır için vakfa hibe etmek istiyorsunuz. Vakıf senedinde şu şekilde yazdırıyorsunuz. Bu 100 liramı 10’a 12 kuralı ile vakfediyorum. Yani, vakıf bu paradan 10 lira birine verirse, o kişi geriye 12 lira getirecek. 10 lira anapara olarak durmaya devam edecek, 2 lira ise vakfın ihtiyaçlarına harcanacak.
                     Evet, biz buna günümüzde yüzde 20 faizle kredi vermek diyoruz. Faiz kelimesi yerine ‘kâr payı’ da diyebilirsiniz. Fark etmez. Hepsi, Kur’anı Kerim’deki ifadesi ile ‘riba’dır. Galatı meşhur ifadesiyle ise ‘faiz’dir. Cenabı Allah’a karşı harp etmektir. (Bakara 278-279).”
Kanuni-Ebussuud ikilisi bir taraftan “dini mübini İslam’a” hizmet için yola çıktıklarını söyleyen imparatorluğunun “dini-siyasi” otoriteleri olarak dünyaya nizam vermeye kalkıyorlar diğer yandan da İslam’ın kesin olarak yasakladığı faize izin veren düzenlemeler yapıyorlardı.
Bu Ebussuud Efendi, “Müslüman değildürler, katilleri vaciptür!” diye on binlerce Alevi Müslüman’ın öldürülmesine fetva veriyor, diğer yandan da “İslam’ın haram kıldığı faizin” alınıp-verilmesine din adına cevaz veriyordu.
                    Dini istedikleri gibi kullanıyorlardı.
                  Ve aynı Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvalardan biri neydi biliyor musunuz?
                  “Kahve içmek haramdır!”
                   Bu fetvanın orijinal metninde ise kahve kastedilerek şöyle deniliyordu:
                   “Bir nesne ki fahım (kömür) mertebesine vara yani kömür ola, sırf haramdır.”
                   Bu fetvadan sonra kahve tiryakileri Yemen’den İstanbul’a getirilen kahve yüklü gemilerin,                         Tophane önünde dipleri delinerek batırılmasını yaşlı gözlerle izlemişlerdi.
İslam adına “Alevi kıyımı yapan”, rant uğruna faizi meşru kılan ve yine din adına “kahve içmeyi” yasaklayan bir zihniyetin sorgulanması bugün maalesef “ağır eleştirilere” maruz kalıyor.
Ha bu arada, ben ise bu yazıyı mis gibi köpüklenmiş, “sade Türk kahvesini” yudumlayarak yazıyorum!
(*): Muharrem BAYRAKTAR, Yeni Mesaj Gazetesi, Osmanlı da Faiz Var mıydı?, 25.04.2018


GAZETECİ-YAZAR ve HUKUKÇU TAHA AKYOL NE DEMEK İSTİYOR?
"EVVELÂ OSMANLI DA FAİZ VARDI, HEM DE ŞEYHÜLİSLÂM FETVASIYLA..."
- SON YILLARDA, AYNI MUHTEVADA ,BİRDEN FAZLA KÖŞE YAZISI NEŞREDİLEN GAZETECİ-YAZAR ve HUKUKÇU TAHA AKYOL;"- OSMANLI DA FAİZ VARDI. HEM DE ŞEYHÜLİSLAM EBUSUUD EFENDİ FETVASI" ile DİYE YAZIYOR.
BENDENİZ ANLAYAMIYORUM. BU SAHANIN MÜTEHASSISLARI ise SUSUYORLAR...
BENDENİZİ KİM "İRŞAD" EDECEK!?
"Faiz iner mi?(*)
YİNE döviz, faiz ve enflasyon birlikte yükseliyor. Elbette bunu durdurmak için çareler düşünülüyor, araştırılıyor.
TL en çok değer kaybeden paralar arasında olduğundan enflasyonumuz da yüksek.
İktisatçılar ve hükümet çözüm için önerilerini yazıyorlar, söylüyorlar.
Ben ise tarihe bakacağım.
OSMANLI’DA FAİZ
Evvela Osmanlı’da faiz vardı, hem de şeyhülislam fetvasıyla... Dahası Osmanlı’daki faiz oranları kapitalist Avrupa’dan iki kat, bazen üç kat daha yüksekti.
Merhum Halil İnalcık, 15. yüzyılda, yani imparatorluğun askeri ve siyasi olarak en güçlü döneminde, mesela Bursa’da sarraf Abdurrahman’ın 199 bin akça (Osmanlı parası) tutan servetinin 127 bin akçasını faize vererek işletmesini örnek olarak zikreder.
Faiz resmen yüzde 10-12 civarındaydı, bazen yüzde 15 oluyordu. Avrupa’da bunun yarısı hatta bazen yüzde 4-5 civarındaydı.
Çünkü Avrupa’da sermaye birikimi yüksekti, böylece sermayenin fiyatı da düşüktü.
Osmanlı’da gayrimeşru yani resmen tescil edilmeyen işlemlerle para ticareti yapan tefecilerde bu oran yüzde 50-60 gibi korkunç düzeylere çıkıyordu! Bu tefecilere ‘ribahor’ denilirdi. İslam’da yasak olan ‘riba’yı yapan kimse demektir, ahlaken aşağılanmayı ifade eder.
KANUNİ ZAMANINDA
Osmanlı elbette buna çare aradı. O zaman modern iktisat bilimi dünyada da bilinmediği için faizlerin idari emirle, yasaklamayla düzenlenebileceği kanaati vardı.
Hayırsever zenginlerin paralarını alıp yüzde 10-12 faizle ihtiyaç sahiplerine kredi olarak veren ‘para vakıfları’, Şeyhülislam Çivizade’nin telkinleriyle Kanuni Süleyman tarafından yasaklandı.
Ticaretin geliştiği Rumeli’de büyük bir iktisadi ve sosyal çöküş ortaya çıktı. Sofya’daki Halveti Şeyhi Bâli Efendi Kanuni’ye mektuplar yazarak durumu anlattı.
Bali Efendi’nin, Çivizade’yi ‘fenleri’, yani o zamanki bilimleri bilmediği için eleştirmesi önemlidir.
Sonunda Kanuni Ebussuud Efendi’yi şeyhülislam yaptı. Ebussuud Efendi ‘kamu yararı’nı gerekçe göstererek para vakıflarının yüzde 12’ye kadar faizle para vermesini uygun bulan fetvasını verdi.
Bu konuda Dr. Tahsin Özcan’ın “Osmanlı Para Vakıfları” adlı eserini tavsiye ederim. (Türk Tarih Kurumu)
Bundan benim çıkardığım ders, emirle, yasakla faizin indirilemeyeceğidir.
OSMANLI BORÇLARI
Faizin ‘güven’le ilgili boyutu da önemlidir. Bu konuda da eski Maliye Müsteşarı Biltekin Özdemir’in “Osmanlı Devleti Dış Borçları” adlı kitabı önemlidir. (Remzi Kitabevi)
1854 Kırım Harbi sırasında Osmanlı ilk defa Avrupa piyasalarından borç alıyor. Daha baştan yüzde 33’ü faiz, komisyon, servis diye kesiliyormuş! Faizi yüzde 20’ye kadar çıkıyormuş!
Sonunda devlet ödeyemiyor, ‘moratoryum’ ilan ediyor.
Biz Avrupalı kapitalistler bizi sömürdü diye haklı olarak şikâyet ederiz fakat o sırada Osmanlı tahvillerini satın almış olanlar da Paris Borsası’nda “Türkler bizi dolandırdı!” diye protesto gösterileri yapmış.
Abdülhamid 1881’de devletin 6 adet vergi kalemini güvence göstererek Düyunu Umumiye yani Kamu Borçları İdaresi’ni kurdu. Devlet, vergi gibi temel bir egemenlik hakkını yabancı yönetimindeki kuruma devrediyordu! Ama borçlarda ve faizde büyük indirim sağlanıyordu. Yatırımlarda artış olacaktı.
Çağımızda ekonomi ve sermayenin ihtiyaç duyduğu güven hukuk devletiyle, rasyonel ekonomi yönetimiyle, yatırımların Rahmi Koç’un deyimiyle “taşa toprağa” değil, yüksek katma değerli ürünlere yönelmesiyle sağlanıyor.
2000-2010 arasında olduğu gibi."
(*):Taha AKYOL, Faiz İner mi?, Hürriyet Gazetesi, 07.04.2018

Hiç yorum yok: