Powered By Blogger

19 Haziran 2009 Cuma

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(5)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet

"MİLLÎ MÜCADELE İSLAMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(5)(SON)


Murat BAŞARAN:- Hocam kitabınızda yer yer geçiyor; Türk-İslâm-Akdeniz şeklinde bir ifade var. Bu yeni bir sentez mi? İfade olarak Türk-İslâm-Akdeniz'i biraz açar mısınız?
Ahmet KABAKLI:- Evet. Bunu unutmayalım. Çok iyi dikkat etmişsiniz. Şimdi biz Türk-İslâm-Akdeniz terkibiyiz. Biz Anadolu Türk'üyüz... Türkiye Türk'üyüz.Bunu unutmamalıyız...
Yani meseleyi sadece Türk-İslâm Sentesi olarak düşünmüyorum. Meselâ biz Doğu Türkistan halkından farklıyız. Farkımız iyidir kötüdür manasında söylemiyorum. Yalnız onların içinde bulundukları çevre ve medeniyet, bizim içinde bulunduğumuz çevre ve medeniyetten farklıdır. Türk-İslâm Akdeniz terkibiyle biz imparatorluk kurmuşuz. Biz Ayasofya'yı gördükten sonra Süleymaniye'yi yapmışız. Bunu unutmamak lazımdır tabiatıyla. Binaenaleyh bir Ayasofya nedir? Bir Akdeniz verimidir. Biz bir Kıbrıs'ı Viyana'yı, Venedik'i Balkan âlemini, biz bütün Akdeniz'i sağıyla soluyla kuzeyi ile güneyi ile yaşamışız. Bu milletlerden bu çevrelerden bize bir takım sanat, bir takım fikir, bir takım görgü, sızıntılar gelmiştir. Biz böyle bir terkibin çocuyuğuz. İnkâr doğru değildir. Buna sebep de yokdur. Şimdi biz Türkiye'ye gelip, Türkiye'de Selçuklu ve Osmanlı dönemini yaşadıktan sonra bugüne gelmişiz.
Dün buralarda Yunanlılar, daha evvel İranlılar oturuyordu. Şimdi biz oturuyoruz. Lidyalılar oturuyordu, Urartular oturuyordu...Bütün bunlardan bir takım şeylerin bizde olmadığını söyleyemeyiz. Ama bir takım budalaların kalkıpta, biz sadece Akdeniz'iz derse, Türk-İslâm'ı bir tarafa atarsa olmaz. Böyle şey de olamaz. Anadolu Medeniyetleri....Ne demek Anadolu Medeniyetleri....
Bir Anadolu Medeniyeti vardır ve bugün bizim temsil ettiğimiz medeniyettir. Evet ötekilerden de bizd bir takım izler kalmıştır. Urartulardan, Etilerden kalmıştır ama bizim ecdadımız onlardır dersek işte bu komik. Türkiye'de böyle üç çeşit aşırı var. Birisi sadece Türkçüyüz diyorlare. Ben bunu kabul etmiyorum Bir de sadece biz Müslümanız diyorlar. O da eksik...Türk ve Müslümanız. Bir de sadece efendim Anadolu'ya geldik,üçyüz aile, beşyüz çadır halkı olarak geldik ve burada karıştık, başka bir millet olduk diyen budalalar var.
Murat BAŞARAN:- Yani Hocam Türk'üm demeye utanıp, Türkiyeliyim diyenler...
Ahmet KABAKLI:- Evet "Türkiyeliyim" diyenler. Ama biz bunların bir terkibiyiz. Tarih böyle gösteriyor. Yahya kemal bu fiklir üzerinde ısrarla duruyor. 1071'den sonra...Bu Anadolu8luk meselesi değil. Yalnız Anadolu'da teşkil ettiğimiz bir medeniyet var bizim. Ve biz Orta Asya'dan herşeyi buraya getirmişiz. Faruk SÜMER'in kitaplarını okumak lazım. Çok güzeldir onlar. Ne varsa Orta Asya'da, buranın adı "Küçük Asya" hakikaten. Bütün Asya kıtasında Türklüğün nesi varsa biz bunları buraya getirmişiz. Sonra gariptir buradan ihraç etmişiz. Balkanlara ihraç etmişiz, İtalya'ya ihraç etmişiz, Afrika'ya etmişiz.
Ve Türkistan'a ihraç etmişiz. Battal Gazi'nin, Danişmend Gazi'nin mezarları var Türkistan'da. Biz onları buraya getirmişiz, buradan bir Köroğlu destanını gödermişiz oraya. Bir Ahmed Yesevî'yi getirmişiz, Yunus olarak tekrar oraya ihraç etmişiz. Ve Türk âleminin bayrağı olmuşu8z. Gayet tabii ki. Ama Yunus'ta da, Mevlânâ'da da bu Akdenizlilik vardır. Bunu bir saniye unutmamak gerekir. Onun için söylüyorum.
(*): Türkiye Gazetesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(4)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet...

"MİLLÎ MÜCADELE İSLÂMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(4)

Murat BAŞARAN:- Hocam şöyle bir soru sormak istiyorum. Mesela Ayasofya'nın kapalı tutulması, bir takım pazarlıkların, bir takım gizli antlaşmaların gizli sayfalarındaki maddelerden dolayı mıdır?Ve biz bugün bu antlaşmalara rağmen Ayasofya'yı açmaya kalksak...
Ahmet KABAKLI:- İşte tabii, demokrasi, hürriyet dediğimiz şey, millî şahsiyet dediğimiz şey burada kendisini gösterecektir. Hiç kimse bize birşey yapamaz. Belli bir pazarlık yapmışsak bile zayıf zamanımızda diyelim, esasen uygulamaya hiç bir zaman mecbur değiliz. Ancak içimizde bu millî kültüre ve İslâmiyet'e gerektiği kadar bağlılık ve aşk bulunmadığı için bunu yapmışız. Böyle bir aşk bulunsaydı, bunun da çaresi bulunurdu. Yani diyelim ki bizi icbar etmişlerdi bir zamanlar. Sonunda biz aldık, ordumuz var, donanmamız var, Allah'a bin şükür...Üniversitelerimiz var. Biz eğer istemeseydik, Türkiye hiçbir zaman bu hale gelmezdi. Demek ki biz burada hakiki aydınlardan mahrum olmanın ıstırabını yaşıyoruz. Bir takım kimseler bunu gönülden veya gönülsüz istemiş olabilirler. Yapın demiş olabilirler. Bunu yapan ve uygulayan aydınlar, buna isyan etmeyen basın, en büyük tehlikedir. Yani bir yerde iş gider vatan sevgisine, kültür sevgisine, din sevgisine, karakter sevgisine dayanır. Bunlardan mahrum bırakılmış bir aydınının yapacağı budur. Mesele budur. Yoksa bir tek şahsı, bir kaç şahsı yahut yüz, yüzelli şahsı itham etmek diye bir meselemiz yoktur. Burada birileri yapmış ve buna aydınlar razı olmuş. Alkışlamıştır bunu. Felâket de buradadır. Bence felâket budur. Çünkü yeni diktatörlere yol açılır. Bu demektir ki bu memlekette yapılan herşey yapanın yanında kalıyor. Daha tehlikeli olan budur zaten.
Yarın başkaları da yaparlar, nitekim yapmak isteyenler, yapmakta olanlar, mevcuttur. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Yani çok güzel sual sordunuz, hiçbir şekilde mecbur değildik. Evet, İngiliz, Amerikan arzusu olabilir. Bizans Enstitüsü'nün arzusu olabilir. Hatta cebri olabilirler. Bizans Enstitüsü para vermiş olabilir bunun için. Fakat biz bunu oyalayabilirdik, yapmayabilirdik. Efendim, biz o hale gelmişizdir ki, verilen emirleri bir bir yerine getirmişizdir. Neredeyse seve seve bu işi yapıyoruz. Sonunda başımız derde girince ancak o zaman anlıyoruz. Mesela Athenagoras Amerika'dan bize gönderilmişti. İsmet Paşa'nın zamanında. Biz onu alkışlarla karşılamıştık geldiği zaman. Sonunda Athenagoras Kıbrıs meselesinin Rum meselesinin bayrağı haline geldi Türkiye'de...Ancak öldükten sonra kurtulabildik adamdan. Bu Yakovas da onun muaviniydi. Onun adamıydı. O adamın Kıbrıs Rumlarınja yardımları vardır. Dünya Rumlarına yardımları vardır. Heybeliada dünyanın en bilgili, en şuurlu Helen papazlarını yetiştiren bir mekteptir.
Bunu kollayan ortya çıkartan vev yükselten de Athenagoras'tır. Bütün bunlar Atatürk'e rağmen-Çünkü onun devrinde Patrikhane'ye çok ters bakılmıştı- ve Lozan'a rağmen yapılmıştır. Efendim Patrikhane'ye çok ters bakan bir dönemde, sonunda nasıl olur da Bizans Enstitüsü'nün arzusuyla veya emriyle Ayasofya sessizce camiilikten çıkarılır? Tamir edeceğiz bahanesi altında, efendim yavaş yavaş camiilikten çıkarılır. Sonunda müze haline getirilir. Ve bu surette Yunanlıların ihtirası kamçılanır. Onlar bir gün yeniden Patrikhane'yi Ayasofya'da kurmanın derdine, peşine düşebilirler. Ve bugün inanınız Lozan'a karşı, Lozan'a rağmen Patrikhane ihya edilmiştir. Yarın da Ayasofya'nın peşine düşeceklerdir.
Murat BAŞARAN:- Zaten Patrikhane açılışında dağıtılan broşürde, demirparmaklıklar ardından çekilmiş Ayasofya resmi, niyetlerini ortaya koyuyor...
Ahmet KABAKLI:- Evet...Broşürü gördüm. Atina Üniversitesi rektörü geliyor ve burası bizim için ebediyyen kilisedir, diyor. Siz müze yapabilirsiniz. ama Ayasofya bizim için kilise'dir, diyor. Bayıldım adamın lafına. Tam bir Bizanslı gibi konuşuyor. Ve biz tam bir Fatih Türk'ü gibi konuşamıyoruz. Bırakınız, bir Türk gibi konuşamıyoruz.
Kısacası, burada suçlanacak olan aydınlardır. Aydınlarımızdır. Meselâ bu Ayasofya meselesine bakalım. Bizans Enstitüsü'nün zannederim tam tabirini belki söyleyemiyorum, baskıları ve arzuları üzerine bu hale getirilmiştir. Athenagoras Amerika'dan gönderilmiştir. Türkiye'ye gelmiştir. Rum meselelerini tahrik etmiş, kışkırtmıştır. Sonunda Kıbrıs faciasına kadar iş gitmiştir. Ve bugün hâlâ içinden çıkamadığımız bir derttir. Ve buna rağmen Patrikhane bugün aktif siyasî faaliyetine devam etmektedir. Yunan ihtiraslarının Megalo İdea'nın merkezi yeniden getirilmiştir. Üç uçak dolusu Yuna yetkilisi gelmiş, ayinlere katılmıştır. Biz devlet olarak katılmışızdır. Biz bu işi gizli olarak ihya etmişizdir. Bunların da yine başında Carter'ın telkinleri vardır. Halbuki Lozan gereğince bir taş üstüne taş konulamaz. Herşey olduğu yerde kalır. Yıkıldığı yerde kalır. Binaenaleyh bakınız, görüyorsunuz. Vaktiyle İngilizler bize hükmetmişlerdir. Lozan'da falan. Çünkü kuvvetli devlet onlardı. Şimdi de Amerikalılar hükmediyorlar. Yarın Ruslar edebilir. Daha evvel Ruslar etmişlerdi. Nitekim Ortodoksluğu önce Ruslar himaye etmişlerdi. Şimdi bütün bunlara karşı bir direniş göstermeyince biz, ve bunları hemen başüstüne deyip yerine getirince, onlar bize daha ağırlarını teklif ediyorlar. İşte Ermeni raporu.İşte Kürt raporu...Bütün bunlar bizim boyuneğici, bizim uysal, bizim korkak tabiatımızdan ileri geliyor. Bu tabiat da kültürümüze bağlı olmamamızdan ileri geliyor. Benim heyecanımı duyan bir adam, vatandaşın heyecanını duyan bir adam, elbetteki böyle bir Patrikhane ihyasına da izin vermez. Ayasofya'nın müze kalışını da kabul etmez. Elbette ki burası bir Türk camii'dir. Hem de nasıl bir Türk Camii'dir, Peygamber Efendimiz müjdelemiş, Fatih de rüyalarının fethi olarak gelmiş. Türk'ün ilk kızılelması Ayasofya'dır. Ve bu maalesef şimdiki hale getirilmiştir.
Türk'ün kızılelması olan Ayasofya; düşününüz k İngilizlerle Fransızlar İstanbul'u işgal ettikleri zamanda bile Ayasofya'ya yaklaşamıyor. İstanbul işgal altındayken bile Vahideddin Han, o beğenilmeyen Sultan Vahideddin, burayı Fedai Alayları ile kuşattırmıştır. Eğer İngilizler bir baskın yaparlarsa, kendilerini de camiyi de havaya uçuracaklar havaya...Böyle bir tertip içindeydiler. Bugün ise Ayasofya'yı al sen müze yap, içinde Kur'an okunan bir yer olmaktan çıkar. Mukaddes levhalarını duvardan sök...Şimdi de bir âşıkın şiirini okuyorum, diyor ki;"Üzerine Haç yazılı ntaşlar gibi inilerim..."Müslüman böyle düşünüyor. O taşlar inliyor. İslâm'ın alametlerini silmiş onu çıkarmışsın. Ayasofya'nın Hünkar mahfilinde ibadet başlamıştı. Askerî hükûmet geldi ikinci gün bunu kapadı. Yine Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Saadet'te Kur'an-ı Kerim okunuyordu. Yeniden başlamıştı. Bu beş yüz senelik bir gelenekti. Yavuz'dan beri devam ediyordu. Ve o susturuldu. Ayıptır günahtır. İstanbul işgal edilmişken Ayasofya'da ezanlar okunuyordu. Her hafız bir saat olmak üzere 24 saatte 24 hafız orada Kur'an okuyordu. Bu bizim sesimizdi. Yahya Kemal diyor ki, "Evet İstanbul işgal edildi ama çok şükür Topkapı'da Kur'an sesleri devam ediyor, Ayasofya'da ezan sesleri devam ediyor..."Ancak bunlar yok olduğunda ben İstanbul'un elimizden gittiğine inanırım. Demek ki biz o zaman değil şimdi kaybetmişiz İstanbul'u. Açık olan hakikat budur. Yeniden tekrar ediyorum. Bundan hiçkimse sorumlu değildir. Gazeteciler sorumludur. Basın sorumludur. Bütün nesillerin basının. Yani üç nesil basın sorumludur. Efendim mebuslar sorumludur. Üniversite hocaları sorumludur. Türkiye'de bu işi vaktiyle önlememiş ve hâlâ önlemeyen kim varsa onların hepsi sorumludur. Hepsi suçludur. Tarih mahkemesinde cevap veremeyeceklerdir. Ben belki işte Allah'ın ve tarihin huzurunda belki bu cevabı veririm diye, "Temellerin Duruşması"nı yazdım. "Temellerin Duruşması" ile ben, bir manada öbür dünyada bana sorulacakların cevabını Türk gençleri okusunlar diye vermeye çalıştım. Tamam değildir ama tamamlayacağım Allah nasip ederse.(Nitekim de Allah nasip etti ve iki cilt halinde Türk Edebiyatı Vakfı yayınlarınca yayınlandı...)(Devamı var)

(*): Türkiye Gazetesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(3)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet....

"MİLLÎ MÜCADELE İSLÂMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(3)


Murat BAŞARAN:- Yani sadece Müslüman devletlerle değil, dünyanın her yerindeki Müslüman soydaşlarımızla da aramız açılmış, onlardan koparılmışız...
Ahmet KABAKLI:- Evet...Sebebi bizim müşterek dilimiz var. Bilhassa Arapça, Farsça kelimeler dilimizde müşterektir. Kazan'da da söylenir, Kırım'da da söylenir. Türkistan'da da söylenir. Şimdi biz onları attığımıza göre binaenaleyh başka çaremiz kalmamıştır. Şimdi bu yapılan işler eğer Batı istemediyse sn derece büyük bir şuursuzluk ve cinnettir.Batı istediyse pazarlıktır ve satılmışlıktır. İşte biz bugün bunun ıstırabını yaşıyoruz. Dahası vgfar, dahası var. Yapılanlar bundan ibaret değil. Yazı meselesi...Türkiye'de biz yazıyı değiştirmek suretiyle...Niçin değiştirdik belli değil.Japonya değiştirmedi, Çin değiştirmedi; bunların yazıları çok daha ağır..
İslâm âlemi hiç değiştirmedi. Biz değiştirdik. Diyelim ki Arap harflerini İranlılar kullanıyorlar, öyle bir şey yok yani. Endonezyalılar kullanıyorlar. Zaten bir Latin alfabesi var, bir de Arap alfabesi var dünyada. Başka yok ki. Yani her milletin harfleri diye bir konu yok ki. Bu alfabeyi yok etmek mahvetmek suretiyle neler yapmışızdır. Bir defa 1500 yıllık kütüphanemizi yok etmişlizdir. Kütüphanesiz bir milletiz. Bugünkü kültürümüzün büyük sarsıntısının da sebebi budur.
Daha sonra Ruslar bizi taklit etmişlerdir. Azerbaycan'a önce Arap alfabesini, sonra Latin alfabesini, sonra Kiril alfabesini getirmişlerdir. Bütün Türk kavimlerine başka başka alfabeler kullandırarak birbirlerinden ayırmışlardır. Biz öncülük etmişizdir. insan buna şaşar. İran'da güzel Türkçe konuşan 20-25 milyon Türk var. Sovyet-Rusya'da 70-80 milyon Türk var. Bütün bunların Arap alfabesiyle bizim gibi okuyup yazdığını ve bizim bildiğimiz Türkçe'yle konuştuğunu tasavvur etseydik, bugün bir türk romancısının romanı 100 bin basarsı. Bütün buralarda okunurdu. Ve kendiliğinden bir Türk Dünyası tesanğd içerisinde olurdu. Yani "devrim" adıyla yaptığımız şeyleri ya hiç düşünülmeden, çünkü murakabe yok, çünkü basın yok, yasak herşey, hür fikir yasak, bu yasakların neticesinde "devrim" diye yaptığımız şeylerin büyük bir yanlışlık olduğu, yahutta çok büyük bir ihtimalle bir takıom pazarlıklara dayandığı anlaşılmaktadır. Bu bir takım pazarlıklar işte sizin biraz evvel sorduğunuz sorunun cevabı oluyor. Bu bir takım pazarlıklar, yahut da düşünülmeden murakabesiz, tenkitsiz, ben benim diye, sözüm kanundur diye yapılmış şeyler, bu hareketlerin sonuçtaki acı meyvelerini görüyoruz. Artık Türkiye'de hiçbir genç duvardaki bir levhayı bir mezar taşını okuyamıyor. Okumasına da imkân yoktur. Müzeye gidiyor, İngilizlerden daha yabancı dolaşıyor, tanımasına, bilmesine imkân yok. Halk dili, halk dili diyoruz....Halk dili sürükleniyor uydurma dilin karşısında...Halk ile aydın birliği ortadan kalkmış. Attıkları Arapça, Farsça kelimelerin yerlerine, ingilizce, Fransızca kelimeler on katı doldurmuş. Bugün bir kolej dili teşekkül etmiş, sadece Türkçe'si "dır, dir"den ibaret. Beş tane İngilizce kelimenin sonuna "dır" koyuyor, oldu sana ilim dili. Türkçe ilim dili olmaktan çıkarılmış. İslamiyet'le uğraşacağız, İslamiyet'ten kurtulacağız derlerken, ne şahsiyetimiz, ne hususiyetimiz, ne kültürümüz, hepsinden çıkmış, sıyrılmışız. Yine bütün bu konularda ben karamar değilim. Biraz önce söylediğim Karadeniz teşbihini hatırlayacaksınız. Mutlaka bu millet coşacaktır ve yeni nesil kendi değerlerine sahip çıkacaktır. Ama ortada bir tehlike vardır. Yeni neslin örnek alacağı unsurlar da yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Ortadan kalkacak olan kitaplardan ibaret değil, gelenekler, konuşulan güzel Türkçe kaybolmaktadır. televizyonlarımızda, radyolarıumızda , okullarımızda hafsala almaz bir bozuklukta Türkçe konuşulmkatadır.
Türkçe'ye saygı gösterilmemektedir, imlâ hergün değişmektedir. Bütün bunlar bir yerde İngilizlerin bile istemedikleri, Batı'nın bile istemediği bir noktaya getirmiştir. Çünkü beşeri kültür kayboluyor...
Hiçbir insan, bir milletin kültürünün bu şekilde darmadağın olmasına gözyumamaz, razı olamaz. Bu noktaya gelinmektedir. Herhalde bu durumu bize teklif ettilerse, teklif eden milletler de sıkıntı içerisindeler....Çünkü insaniyetin bir parçası, bir büyük kültürü, genel kültürün büyük bir mozayiği yok olmaktadır.(Devamı var)

(*):Türkiye Gazetesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(2)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet...
"MİLLÎ MÜCADELE İSLÂMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(2)

Murat BAŞARAN:- Böyle sağlam temellerden hareket eden millet, Millî Mücadele'yi vermiş ve Misak-ı Millî'deki sınırlar olmasa bile belli bir toprak bütünlüğünü kurtarmıştır. Ama buna rağmen sonradan şimdiki hale gelmişliz. Yani kendisine ve dinine en çok dönerek verdiği mücadeleden sonra zafer kazanılmış, sonunda aydınıyla, millî eğitimiyle, basınıyla, TRT'siyle kendi özüne ve inancına değil de Batı'ya hayran hale gelmişliz. Bunun sebepleri nelerdir?
Ahmet KABAKLI:- Şimdi bunda Batı'nın iki yanlı oyunu görülüyor. Millî Mücadele'de Batı bizim fiilen karşımızda. Fakat daha sonra bizi yönetenlere bir takım sözler verildiği anlaşılıyor. Bizi yönetenlerle bir takım pazarlıklar yapıldığı anlaşılıyor. Bu pazarlıklar ne yazık ki elimizde değildir. Yalnız Lozan'daki bazı müzakerelerinde bunun izlerine tesadüf ediyoruz. Bu gizli antlaşmaların neticesinde böyle omuştur. Yani kesin olarak bilmediğimiz için ben de kesindir demiyorum. Ama Lozan'da bir takım gizli sözleşmelerin uzlaşmaların yapıldığı, kesin rivayetlerdir.Çünkü, bu Misak-ı Millî hiçbir zaman gerçekleşmemişitr. Memleketin büyük zaferi maalesef hakkıyla Lozan'da alınamamıştır. Şimdi acaba bunlar ne olabilirdi? Tabii ki bizim Millî kültürümüzle ilgili sözler, şekiller olabilirdi. Yani bu pazarlıllara göre Hilafet hiç beklenmeyen bir zamanda, üzerinde düşünülmeden atılmıştır. Türk Milleti'nin Hilafet'i kaybetmekle neler kazanacağını, nelerin kaybedileceği hiç düşünülmemişitr. Bu tabiatıyla İngilizlerin düşüncesi. Çünkü İngilizlşer Hilafet'in bizim elimizde çok büyük bir koz olduğunu biliyorlardı. En azından pratik olarak söylüyorum milletleri birleştiriyordu. Bunlarda Müslüman Milletlerdi ve merkezi bizlerdik, hepsi bize bağlıydı. Bizler İslam Devletleri'nin manevî lideriydik. Hindistan bize bağlıydı, Rusya Müslümanları bize dayanıyordu. Mısır bize dayanıyordu. Mısır gibi İslamiyet'te iddiaalı bir ülke de bize dayanıyordu. Son Halife Sultan Abdulmecid'e bile bunlar biad etmişlerdir. Vaziyet bundan ibarettir. İslam Dünyası üzerindeki bizim manevî liderliğimizin alınması için Hilafet kaldırılmıştır. Bu bir vakıadır ve biz buna razı olmuşuzdur. Bunu "devrim" diye yapmış görünmekteyiz. Fakat bunun böyle olmadığını sanmaktayım. İkincisi Türkiye'deki ırkların müslümanlık içinde erimesi meselesi vardır. Yani Hilafet'i kaybetmekle biz bunu da yani millî tesanüdümüzü kaybettik. Niçin? Bugün artık gizlememize lüzum yoktur. Kendisine "Kürt" diyenler, şu veya bu diyenlert vardır. Bunlar o zamana kadar kendilerini "Türk" bilmeseler bile "Müslüman" olduklarını biliyorlardı. Devletimizi Hilafet'le birlikte mütalaa ediyorlardı. Bu devlete hizmet ediyorlardı, hiçbir yabancılık duymadan kendilerini bu devletin vatandaşları sayıyorlardı. Hilafet'in kovulmasından sonra ise:"Vay demek ki Türkiye Müslüman olmaktan çıkmış, ırkçı bir devlet olmaya başlamıştır. Biz de başka ırktanız", diyerek problem olmuştur. Türkiye'nin ve İslam Devletleri'nin başında da gördüğümüz kargaşalıkların başında da Hilafet'in atılması gelmektedir. Bunlar hiç düşünülmemişitr. Yahut maalesef düşünülmüş te yapılmıştır. Şöyle anlıyoruz ki, mesela Irak'taki Kürtler Türkiye'ye candan bağlı iken, Hilafet kaldırılınca şiddetli İngiliz propagandası başladı. İşte ne istiyorsunuz, Türkler Hilafet'i attılar, sizler onlara bağlı değil miydiniz, diyerek propagandalarını sürdürdüler. Irak'taki bir İngiliz Vali'si bir yazısında, "Türklerin bize böyle bir iyilik yapabileceklerini tasavvur bile etmemiştik" demiştir.
Kitabımda bütün bunlar fasıl fasıl geniş olarak vardır. Tarafsız olarak...Bugün niçin yalnızız? Niçin İslâm âlemi bizi kendisinden saymıyor? Bize yaklaşmıyor, bizden niçin çekiniyor? Ne kadar yaklaşsa eskisi kadar yaklaşmıyor. Efendim dünya bizi niçin yalnız bırakıyor? Bir sağımıza bakalım, solumuza bakalım. Herhangi bir tarafta bir dostumuz var mıdır? İslâm âleminde olsun, Batı'da olsun, Doğu'da olsun. Can ve gönülden bağlanabileceğimiz bir Pakistan vardır. Bunu bugün ne kadar devam ettiği de şüpheli.Düşünün ki Hilafet bizde olduğu için Hindistan Müslümanları kıyamet kadar altın toplayıp bize göndermişlerdir ve bunun Millî MÜcadele'de kullanılmasını istemişlerdir. Askerimize yiyecek, içecek ve giyecek olarak kullanılmasını istemişlerdir. Bunu bugün bize yapacak bir millet, bir devlet bir halk tasavvur etmek mümkün değildir. İşte biz kendi kendimizi daha buna benzer yüzlerce meseleyle yalnızlığa mahkum ettik. Dahası vadır. Neden "dil devrimi" yapmışızdır? "Dil devrimi" Kur'an harflerinden kaçmak pahasınadır. Bu sadece bizim İslâm âlemiyle aramızı bozmakla kalmamış, ayrıca da Müslüman Türklerle aramızı açmıştır. Bugün "dil devrimi" diye yapılan şuursuzluğun veyahut da pazarlığın, herneyse adını koyamıyoruz, ne gibi büyük tehlikeler çıkardığını ancak şimdi idrak edebiliyoruz. Yalnız Türkiye'de nesillerin arasını açıyor zannediyoruz ama bundan ibaret değil. Yalnız Türk kültürünü yok ediyor zannediyorduk bundan da ibaret değil.Maziyle aramızı koparıyor zannediyorduk, ondan da ibaret değil. Bugün elli yıl evvelki yazarı da doğru düzgün okuyup anlayamıyoruz. Hatta on yıl evvelki yazarı da anlayamıyoruz, ama ondan da ibaret değil...Şimdi anladığımız bütün Azerbaycan'la, Kazakistan'la, Türkistan'la velhasıl "Dünya Türkleri" yle bizim aramız açılmış...(Devamı var)

(*):Türkiye Gazetesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(1)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet...

"MİLLÎ MÜCADELE İSLAMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(1)


Murat BAŞARAN: Hocam ilk önce şöyle bir soru sormak istiyorum. "Temellerin Duruşması" kitabının hikâyesini, yani sizi böyle bir kitap yazmaya götüren sebepleri anlatır mısınız?
Ahmet KABAKLI: - Evet..."Temellerin Duruşması" bana büyük bir zaruret gibi görünmüştür. Bunları açıklamak zorunda kalmışımdır. Yakın tarihimizi son derece yanlış biliyoruz. Resmî tarih, yakın tarihimizi yanlış okutuyor. Bu bakımdan yanlış tarihten yanlış insanlar çıkıyor. Bunu düşündüm devamlı. Tarih yegâne bilgi kaynağımızdır bizim. Bunu yıkarsanız, yegâne bilgi kaynağımızı yanlış verirseniz yanlış olarak yorumlarsanız, ülkede demokrasi olmaına da imkân yoktur, gençlerin dürüst ve ahlaklı yetişmelerine de imkÂn yoktur. Hakikat terbiyesi tarihten çıkar. Binaenaleyh ben bu hakikati vermek zaruretini hissettim. Bunu bir nevi sancılar içerisinde hissettim. Belki otuz yıldan beri bu yalanlarla pençeleşmiş bir yazarım. Daha önce dertgilerde olsun, öğretmenliğimde olsun daima doğruları öğretmeyye, vermeye, söylemeye çalıştım. Fakat doğrulara hiç itibar edilmiyordu. Buna karşılık yalanlar ve yanlışlarlar "resmî görüş"ün timsali halinde idi. Televizyonlar yalanları söylüyordu, radyolar yalanları söylüyordu. Göz göre göre tarihî olaylar saptırılıyordu, yanlış anlatılıyordu. Binaenaleyh bu bana büyük bir ıstırab olmuştur. İşte "Temellerin Duruşması" bu ıstırabın meyvasıdır.
Murat BAŞARAN:- Kitabın büyük bir kısmında da bahsediliyor. Yönetimin ve yarım aydınların Tanziamt'tan beri İslamiyet'ten uzaklaşma hatta kopma gibi bir tavrı var. İslamiyeti örtbas etme gibi bir tavrı var. Bu da hiçbir zaman mümkün olamaz, belki bunun da farkındalar...Bu yanlış ne zaman biter. Milletin İslamî değerlere sahip çıkmasından niçin ürkülüyor?
Ahmet KABAKLI:- Tabii orasını tam açıklamak zor. Ama Türk Milleti bu tavırdan uzaklaşacaktır. Bunu söyleyebilirim. Elli yıl sonra, yirmi yıl sonra, bir asır sonra...Çünkü Türk Milleti kendisini ararken kendisini mutalaka İsşamiyet'in içinde bulacaktır. Bunun dışında bulamayacaktır. Bunun dışında başka bir heyecan kaynağı, başka bir inancı yoktur milletimizin. Garip gibi gelir ama öyledir. Yani bu dünyada İslamiyet kadar Türk Milleti'ne, Türk Milleti kadar İslamiyet'e uymuş yakışmış başka bir topluluk yoktur. Binaenaleyh İslamiyete ters gittiğiniz zaman, bu ülkede herhangi bir hamle yapmanıza, herhangi bir kalkınma yapmanıza, herhangi bir ahlâka da imkân yoktur, herhangi bir ilme de imkân yoktur. Çok sevdikleri tabirle "çağdaş" olmaya da imkân yoktur. Öteden beri şunu biliriz, nereye gitmişsek Kur'an-ı Kerim ile gitmişizdir.Hadis'le gitmişizdir. Bunlar bizim önümüzden rehber olarak kaldırıldığı takdirde topallarız. Mânen topal hale geliriz. Nitekim Millî Mücadele ancak bu hedeflerle kazanılmıştır. "Temellerin Duruşması"nda bu çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Millî Mücadele Türk Milleti'nin İslamiyet'e çok bağlandığı dönemdir. Ama nasıl bağlandığı? Bağlandığında en çok izhar ettiği dönemdir desek daha iyi. Çünkü Türk Milleti her zaman bağlıdır. Ama aydınlarıyla, liderleriyle, öncüleriyle, paşalarıyla, kumandanlarıyla, din adamlarıyla, eşrafıyla, halkıyla bi,rlikte, tam en büyük, en muntazam bir Türk-İslâm anlayışı içindeyken Millî MÜcadele'yi kazanmıştır. İddia edebilirim ki, eğer bu inanç bizde olmasaydı bu mücadele kazanılmazdı. Kim olursa olsun başımıza kim geçerse geçsin kazanılmazdı. Zaten kimse geçemezdi. Bir millet istemeden onu kimse kurtaramaz. Ve bir millet istemeden kimse onu batıramaz. Bu bir vakıadır. Nitekim bu millet liderlerini çıkarmıştır. Bunu başarmayı bilmiştir. Millî Mücadele böyle kazanılmıştır. Buna Türk Milleti'nin İslamiyet'e ve kendine dönüşü dersekl daha iyi olur. Bu yalnızca bir döneme münhasırdır. Bu dönem 1919-1923 arasındaki dönemdir. Bu dönem aynı zamanda TBMM'nin hakim olduğu dönemdir. Aynı zamanda demokrasinin hakim olduğu dönemdir. Yani diyebiliriz ki, Türkiye'nin "en çağdaş" olduğu dönemdir. Bu dönemde İslamiyet baştacıdır. Batı, mütemadiyen kıyas edilen, kendisi ile uğraşılan, iyi tarafları alınan, kötü tarafları yok edilen reddedilen bir kavram halindedir. Tanzimat'tan beri milletimiz üzerinde Batı'nın reyi istikametinde bir takım oyunlar oynanıyor. Bu oyunların başında da İslamiyet'i bizden, bizi İslamiyet'ten bertaraf etme çalışmaları geliyor. Buna uymuş, buna yatmış devlet adamlarımız vardır. Diplomalılarımız vardır. Yabancı okul mezunlarımız vardır. Millet ergeç hepsinin hakkından gelecektir. Mesela nilleti büyük bir denize benzetelim. denizin üstünde de karpuz kabukları, çer-çöp görüyorsunuz. Bir rüzgar gelip hepsini alıp gidiyor. Yahya Kemal'in bir şiiri var, "Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara..."şeklinde. Onun dediği gibi yalnız deniz kalıyor, pislikler gidiyor. Türk Milleti de inanıyorum üstünden bu zebilliği, pisliği atacaktır. Ve sadece kendisi görünecektir. Kendisi göründüğü zaman da rengi İslamiyet'tir. (Devamı var)
(*):Türkiye Gaztesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7