Powered By Blogger

18 Aralık 2011 Pazar

HALİDE NUSRET ZOLUTUNA'NIN KALEMİNDEN(ŞANLI) URFA'NIN İŞGAL YILLARI (MART 1919-11.NİSAN.1920): AŞK ve ZAFER(*) ROMANI


                      HALİDE NUSRET ZORLUTUNA’NIN KALEMİNDEN
                                                                 URFA’NIN İŞGAL YILLARI
                                                               (Mart 1919-11.Nisan.1920):
                                                                    AŞK ve ZAFER(*) ROMANI

“Halide Nusret ZORLUTUNA’nın (Şanlı)Urfa Yılları” başlıklı yazımda belirttiğim üzre, bir ropörtajında,”Urfa’yı anlatan bir roman yazdığını fakat bu romanını bilmediğimi” yazmıştım.Rahmetli “Ülkücü Şehid” “Ertuğrul Dursun ÖNKUZU”nun hayatının anlatıldığı ve “ömründe ilk okuduğum roman” olan “SANCI” romanı gibi sebeplerle “Zorlutuna” ve “Öksüz” ailelerine ve “kültür ürünleri”ne olan yakınlığım hiç kopmadı. Bulunduğum şehirde, “İslâm Tasavvufunun Mes’eleleri”nin de dillendirildiğini ümid ettiğim “romanları”nı alıp-okuyayım dediğimde, maalesef bulamadım..Günümüz “vilayet”lerinin, “şehir”lerin ekseriyetinde “Kitapçılar Çarşısı” bulabilmek muhal ender muhal. Neredeyse “her türlü çarşıları” olan “koca bir şehir”de, maalesef “Kitapçılar Çarşısı”na rastgelebilmek ne mümkün!
Ancak güzel bir “tevafûk” neticesi, rahmetli Halide Nusret ZORLUTUNA’nın, “Urfa’yı” anlattığı, daha doğrusu “Urfa’nın İşgal Yılları”nı “roman tarzı”nda anlattığı “Aşk ve Zafer” isimli eseri elime geçti. Hemencecik aldım. Bir kere okudum. İkinci defa okumam ise hemen hemen bitmek üzere..”Kurşunkalemim”le eserin kenarlarına aldığım bazı notlardan…
                                           “AŞK ve ZAFER” ROMANININ BAZI HUSUSİYETLERİ
1)      Bir “Milliyetçi Kadın Yazar” olarak da, “kadın konusunda kesin tavır ortaya koyan eserler arasında…” Bilhassa “Urfa” gibi “Güney-Doğu Anadolumuz”da yaşanılan “kadın mes’eleleri” hakkında görüşlerini de dillendirmiş. “Çok evlilik” gibi, “kuma mes’elesi “gibi…Adetâ “çorap değiştirir gibi kadın değiştirmenin” getirdiği “sıkıntılar.” Bir araştırma yapılsa, “Türkler-Kürtler-Araplar” dan oluşan Urfa’nın “yerlileri”nden kaç kişi “tek eşle evli?”, doğrusu meraka mucip!
2)      “Aşk ve Zafer” romanında, Urfa’da konuşulan “yöre şiveleri”ne de sıklıkla yer verilmiş. Ben bile yıllardır (Şanlı)Urfa’da olduğum hâlde, bir “Emmioğlu” tabirinin bile “karı-kocanın birbirlerine hitap şekli” olduğunu yeni öğrendim..”Helbet”, “Uyy İbo! Niney siye kurban ibo!”, “Dinne”, “Bilisen”, “Hindi”,”Sohtur”,”Vahtinde”, “Çeppuh”,”Hepiyiz Bilisiz”,”Kara Yere Gireler!”,”Siye” gibi, çok sayıda “Urfa şiveleri…”
3)      “Aşk ve Zafer” romanında, Namık Kemal’den Mehmet Âkif’e, dönemin şailerinden mısralar ve beyitler de yer almakta.
4)      Rahmetli Halide Nusret ZORLUTUNA’nın “son romanı” da olan “Aşk ve Zafer”de, Urfa’nın “eşrafı”ndan diyebileceğimiz “Urfalı İbrahim” ile Urfa’da da “Paşalık, Komutanlık, Askerlik” hizmetinde bulunmuş ve sonra İstanbul’a yerleşmiş olan “Fahrettin Paşa’nın Kızı Zinnur” arasında “yaşanan aşk”, o zamanın şartlarına göre de “Aşk Mektupları” diyebileceğimiz yazışmalarla sergilenmiş.Çok “dramatik”, “trajik” bir şekilde neticelenen “Urfalı İbrahim ile Zinnur”un “yaşanılan aşk hikâyesi” ile belki de toplamda yüzleri geçen “aşk mektupları” yazılmış.Her birinde “edebî üslûp” dolu, “nezaket”, “incelik” dolu satırlar, cümleler…
5)      Yaşanılan “bir aşk” çercevesinde, 1917-1920 Urfa-İstanbul-Ankara ve kısmen de “Türkiye Manzarası” serdeten “Aşk ve Zafer” romanında, 07. Mart. 1919’da, İngilizlerle başlayan ve sonra Fransız işgali ile karşılaşan “Urfa”nın ve “Urfalılar”ın, “Milliyetçi Kuvvetler” de dediğimiz “Kuvay-ı Milliye Hareketi” ile “teşkilatlanlamaları”, “birlik-beraberlik sergilemeleri” “Urfalı İbrahim-Zinnur” aşkı çevresinde anlatılırken; “Yakın Tarihimize” geçebilecek “belge/vesika” diyebileceğiz, “Mustafa Kemal Paşa”nın dönemin “Urfa Müftülüğü”ne çektiği” telgraf”(s.132)a da yer verilmiş…
6)      “Çok Eşle Evlilik”, “Beşik Kerkmesi”, “Kumalık”, “Genç Kızların Eğitimi”, “Kadının ikinci Sınıf Vatandaş” olarak görülmesi gibi mevzûlarda, “hakaretvâri olmadan” Urfa’ya Eleştirel Bakışlar” da hissedebileceğimiz kısımlar da mevcut…”Urfalı Kahraman Kadın Tipi” ise “Rahime Nine” karakteri ile sergilenmiş…
7)      Rahmetli Halide Nusret ZORLUTUNA’nın “Bey”inin “Paşa/Asker” olması hem de “üst seviyede “diyebileceğimiz ve Urfa’da da 4(dört) yıl öğretmenlik yaptığını da öğreniyoruz. Bilhassa “Aşk ve Zafer” romanına “Giriş”yazısında ve kızı Emine Işınsu ÖKSÜZ ile yapılan ropörtaja yer verildiği “Halide Nusret ve Aşk ve Zafer”yazısında, kısa-net, hafızalarda kalabilecek bilgiler var. Ancak kızı IŞINSU ÖKSÜZ’ün, “Aslında İbrahim , Urfalı değil Maraşlıdır”(s.19) cümlesi, “Aşk ve Zafer” romanı okunduğunda, hiç de “romanın gerçeğini” yansıtmıyor. Annesinin “Aşk ve Zafer” romanının “esas karakteri İbrahim”in “her şeyi ile Urfalı” olduğu çok belirgin…
8)      Urfa’nın Mart 1919’da, “Mondros Mütarekesi” sonrası, önce İngiliz, sonra Fransız işgaline uğraması ve “Urfalı İbrahim” gibi “okumuş/münevver Urfalı gençler”in “Milliyetçi-Vatanperver direniş” sergilemeleri “sürecinde, “Dalâlette  biri” (s.122)diye tanımlanan “Ferhat Bey” karakterinde, “Hazret-i İbrahim Aleyhisselam’ın yaşadığı vakıalar”ın, “kıssa”nın bir “efsane”, “hayal”(s.119) olarak değerlendirmelerin yer aldığı kısımlar, “Urfalı Ferhat Bey”lerin günümüzdeki “uzantıları”nın “zihniyet-düşünceleri”ni de  adetâ “çağrıştırmakta…Üstelik “Urfalı Ferhat Bey” karakterinde, “işgalçilere, Fransızlara direnmenin yanlış” olduğunun, yapılması gerekenin “Mandacılık”, “Fransız mandasının güdümüne girmenin gerektiği”(s.121) şeklindeki “görüşleri”,taa 1919’lar Güney-Doğu’sundaki “gay-ri millî zihniyetler”in de mevcudiyetini hatırlatmakta.
    
            DRAMATİK-TRAJİK AŞK HİKÂYESİ ve BİR DÖNEMİN “BEDBAHT NESİLLERİ”

Yirminci asrın ilk yıllarındaki Urfa’nın “Eşraf”larından Eyüp Bey’in “tek oğlu”, Urfa’daki “okulları” derece ile “birincilik”le bitiren İbrahim’in, “İstanbul Lisesi(Sultanisi)”nde okumaya başlaması..”İstanbul Lisesi”nin “son sınıfı”nda iken “Birinci Cihan Harbi”nin başlaması ve “Urfalı İbrahim”in “Çanakkale”de, “eğitimli-yetişmiş”bir “neslin cephe”ye koşması, ekseriyetinin “şehid” olması ve “Urfalı İbrahim”in “gazi” olarak tekrar İstanbul’a gönderilişi..”Teğmen/Subay” olarak da “gazi” olarak İstanbul’da “askerlik hizmeti”ni idame ettiren “Urfalı İbrahim”in “Leylâk Köşk”teki , bir zamanlar Urfa’da “Paşa-Komutan” olarak “hizmet” vermiş olan “Fahrettin Paşa’nın Kızı Zinnur”a “âşık” olması, “Aşk Mektupları” yazması ve neticede “Nurkuş”un, “Zinnur”un istenilişi ve “Urfalı İbrahim” ile “Paşa Kızı Zinnur”un “nişanlanmaları…”
“Çanakkale Harbi” sonrası “boğazlarımızı geçemeyen” “Batılı Güçlerin”, “yenik sayılmamız” sebebiyle “rahatça geçmeleri” ve “İstanbul’u İşgal” etmeleri.. “Mondros Mütarekesi” ve sonrasında, “Anadolu Coğrafyası”nda “ilk işgallerin” gerçekleşmesi..Mart 1919’da Urfa’nın işgali..”Teğmen/Subay/Asker” olan “Urfalı İbrahim”in “İngiliz” ve sonra da “Fransız İşgali” altındaki “memleketine”, “Urfa’ya dönmesi…” “Beşik kerkmesi” “Urfalı Zeliha”nın da “aşkına sadakat” göstermesi, “kumalığa razı” olması ancak “Urfalı İbrahim”in” “Paşa Kızı Zinnur’a olan aşkının sadakati”, “çok eşle evliliği onaylamaması” ve bu “süreçte”, “Urfa’nın Arslanları” diyebileceğimiz, rahmetli Hacı kamil Hacı Mustafa Efendi, dönemin Urfa Müftüsü Hasan Efendi, ekseriyetle “Urfalı Aşiret Reisleri”nin “Milliyetçi Direniş” için “teşkilatlanmaları” ve neticede “yaşanılanlar…”
“Bir yanlış anlama”dan ve muhtelif sebeplerden, bilhassa da “beşik kerkmesi Zeliha”dan dolayı, “Paşa Kızı Zinnur”un “Urfalı İbrahim’e olan aşkının sadakatinden vazgeçmesi”, “bir başkası ile evlenmesi” ve “18 yıl sonra”, “Urfalı İbrahim”in “hastane köşeleri”nde geçen “Zinnur’a olan aşkına da sadakatle dolu” yılları…
“Aşk ve Zafer” romanını neredeyse peşi peşine iki defa okuduğumda, “heyecanlanıp”, “acaba ne oldu?”, diye “meraklandığım da oldu..
Gerek “Urfalı İbrahim’in beşik kerkmesi Zeliha”nın da “başka kimse ile evlenmeyip” gösterdiği “sadakat” ile “Urfalı İbrahim”in, hem de “Harplerde geçen” bir ömür sonrası, “bir dönemin bedbaht nesilleri”nden olan “Urfalı İbrahim”in de “Zinnur’a olan aşkına sadakat” göstererek vefât etmesi…
Ve “Aşk ve Zafer” romanı “biterken”, adetâ  “yeni baştan yazılıyormuş” duyguları…
Güzel bir “sinema filmi” olabilir “Aşk ve Zafer” romanı…
18.12.2011
İsmet GÜLTEKİN
(*): Halide Nusret ZORLUTUNA, “Aşk ve Zafer”, Hazırlayan: Betül COŞKUN, TİMAŞ Yayınları, İstanbul 2008,3.Baskı Eylül 2008

15 Aralık 2011 Perşembe

TERME'DEN BAZI "ŞAHSİYETLER"


  TERME’DEN BAZI “ŞAHSİYETLER”
Geçenlerde “MEBSİS”i incelerken ve “Hizmet Belgemi “ okurken, “hâtıralarım canlandı…”
Mutlaka bu “canlanan hâtıralarımı” yazmalı ve “tarihe not “düşmeliydim…
Bu yazacaklarım “Başımıza Gelenler” değil amma “Başıma Gelenler”den katreler aksedecek…
Kim bu “Terme’den Bazı ‘Şahsiyetler’” derseniz; 47 (kırkyedi) yıllık ömründe, hayatım üzerinde, şöyle-böyle “etkili” olmuş isimler: Rasim KANİ’den, Ahmet SEZGİN’e; Hasan KÖKSAL’dan Eyüp ŞENTÜRK’e…
“Sen Nizâm-ı Âlem Ocakları Başkanısın”, diyorlar hâlâ Aralık 2011 Türkiye’sinde…
Ya “şeytanca” bu “tanımlamayı” söylüyorlar; “düşmanımınsın ha!” dercesine; ya da bana “siyasî düşünce”mi, “kimliği” mi hatırlatıyorlar?! Onlar da bilmeliler ki, günümüz Aralık 2011 Türkiye’sinde bir “Sivil Toplum Teşkilatı” olan “Nizâm-ı Âlem Ocakları” diye bir “Sivil Toplum Teşkilatı” kalmadı.. Hepimizin bildiği üzre İsrail ve Türkiye’mizdeki “derin çete”nin güdümünde olan “Hizbullah”ın “sızmaları” sebebiyle, “Nizâm-ı Âlem Ocakları” isimli “Sivil Toplum Teşkilatı” ‘isim değiştirmiş” ve “Alperen Ocakları” ismini almıştı. Rahmetli B.B.P.’nin şehid Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU’nun, 27. Ocak 1993’lerdeki “siyasî parti”sinin bir nevi “Gençlik Yapılanması” olan “Nizâm-ı Âlem Ocakları” isimli “yapı”nın yerinde “yeller” esmekte!!! Ben de 1995’lerde, Terme’de, altı(6) ayı bulan bir “Nizâm-ı Âlem Ocakları Başkanlığı “yapmıştım..”O Yıllarda”, bir yandanda, Gündüz ve Yeni Şafak gazetelerinin “Terme Temsilciliği”ni de ifâ etmekteydim..Bence, mevcut “şahsî hâl”lerim de dikkate alınsa, “gayet başarılı” bir “Ocak Başkanlığı”m oldu diyebilirim. Bu demek ki, “Terme Nizâm-ı Âlem Ocakları”nın da “Kurucu Başkanı”yım..Aralık 2011’lere “akıp giden yıllarda”, asla ve kat’a “Nizâm-ı Âlem Fikriyatı”ndan ve mümkün olduğunca da “hayata aksettirilmesinden” de asla ve kat’a vazgeçmedim..
Bana, değişik şekillerde,Aralık 2011’ler Türkiye’sinde; “Sen Nizâm-ı Âlem Ocak Başkanısın” diyenlerin de, ne demek istediklerini de hâlâ anlamış değilim..Mazim benim şerefimdir ve ben dünüme çizikler atarak hayatiyetimi idame ettiren biri de değilim…
                                                     NİÇİN BENİ DARP ETTİLER?!
Bekârlığıma ve öyle doğru-dürüst bir gelirime “denk” gelmeyen “Nizâm-ı Âlem Ocak Başkanlığı” döneminin nihayeti de “çok zorbaca” oldu..Zaman zaman aklıma geldiğinde;”Niye bana öyle davrandılar? Niye beni darp ettiler?”, diye bizzat “kendilerine” suâl eylemek istedim. Ancak bir türlü o suâlimi soramadım..Son zamanlarda yaşadığım “psikolojiler”, bu suâlimi de artık “kayıtlara” geçirme zamanının geldiğini gösterdi..
Tarihini tam olarak hatırlayamıyorum amma ekseriyetle “Ocak’ta yatıp kalktığımdan”, bir sabah, baktım ki, hâlen B.B.P. Terme İlçe Başkanı olan Rasim KANİ, “Yönetim Kurulu”ndan Cemal VAROL ve bir-iki kişi daha, bulunduğum odaya girip; “haydutcasına”, “bağıra-çağıra” ve duvarda asılı vaziyette olan “Ocak Temsilcilik Belgemi”n camlarını kırarak; “hakaretvari sözlerle beni adetâ “darp” ettiler..
O yaşadığım “trawmatik” sonrası, soluğu Bursa’da bir “kabir ziyareti”nde aldığımı hatırlıyorum…
Sonra tekrar Terme’ye döndüğümde ise yine Rasim KANİ, beni arkadaşlarına tanıttırırken; “eski Ocak Başkanımız” deme lütfunda bulunuyordu…KANİ, Tokat-Niksarlı olması ve Terme’den evli olması ve tabii “Muhasebeciliğin” getirdiği “maddî imkânlarlar”, “ekonomisi” de “çok iyi” derecede denilebilen biri..Terme’deki “ilk yılları”nda, şahsıma karşı olan “sıcaklığı”, “yakın ilgisi” sonraki yıllarda hepten bitti..Geçenlerde, Kurban Bayramı tatilinde yanına bir uğrayayım dediğim de ise “Hacc’a gittiğini” öğrendim. Yine “Hacılığını” da ziyaret ettim. Ancak Hacc’a gittiğinden doğrusu hiç mi hiç haberim bile olmamıştı..
Hele, benim oğlan ile birgün ziyaretine gittiğimde, ben yokken “Bırak şu deliyi?!”, gibi sözler sarfetmiş olması, hem benim oğlanı bir hayli üzdüğü gibi, hem de benim hanemde de bayağı konuşuldu..
Neredeyse 19 yıllık B.B.P. Terme İlçe Başkanlığı yapan Rasim KANİ’nin maalesef şahsıma karşı olan hâlleri, bilhassa son yıllarda çokca değişti. Ve hâlâ “Niçin beni darp ettiler?”, konusunda da doğrusu ne diyeceğini çok merak ediyorum…
                                                        RAHMETLİ EYÜP ŞENTÜRK ve
                                        BİLGİ GAZETESİ YAZILARIMI NİYE YAYINLAMADI?!
Terme’nin ilk İmam-Hatip’li nesillerinden olan rahmetli Eyüp ŞENTÜRK ile yaşadığım sürece çokca yakınlıklarım oldu. Onun haftalık “Yeni DÜŞÜNCE” dergisinin “Okur Mektupları”ndaki, “Tiryaki Gazi Hasan Paşa”yı anlatan yazısı vesilesiyle başlayan arkadaşlığımız çok uzun yıllar devam etti. Hatırlıyorum da, nice “dâvâ arkadaşlarım” rahmetli babamın vefatı akabinde, sıcağı sıcağına “baba ocağı”na gelmezken; rahmetli Eyüp ŞENTÜRK, o gece gelmiş, “taziye”sini bildirmiş ve bir müddet bekledikten sonra da gitmişti…Ancak, sonraki yıllardaki “ticarî hayatı” ve akabinde haftalık “Terme BİLGİ Gazetesi” ile başlayan sürecten vefatına yakın yıllara doğru, “Terme Yönetimi”ni oluşturan “Bürokrasi” ile çok sıcak ilişkileri sonrası bazı “soğumalar” da başlamıştı.  Vefatından sonra,geçen Mayıs 2011’de, “Terme BİLGİ Gazetesi”nde, aylarca “köşe yazarlığı” da yapmanın getirdiği bir düşünce ile, yine birkaç yazımı “e-mail” ile gazete adresine göndermiştim. Sonra da daha arayıp sormamıştım..”Yaz Tatili”nde ise gazete idarehanesine uğradığımda,çalışanlardan biri,”yazılarımı unuttukları”nı söyledi. Rahmetli eşi ise “İncelemeleri gerektiğini, Yetkin Bey ile de görüşmemi” istediler..Aradan geçen sürede tekrar uğradığımda ise yazılarım yine yayınlanmamıştı.Yetkin Bey ile de görüşmek nasip olmamıştı..
Sahiden o kadar yakın arkadaşlığımın olduğu Rahmetli Eyüp ŞENTÜRK’ün kurumu, niye bana böyle davranıyorlardı? Neden açık-net olarak, “Şu şu sebeplerden sizlerin yazılarınızı yayınlayamayız”, diyemiyorlardı..Hülasa, neden yazılarımı yayımlamamak için bahaneler uyduruyorlardı..Hâlâ da anlamış değilim..Bu sebepten de, daha da gazete idarehanesine uğramaz oldum.Gazeteyi de okumak istediğimde bayiden alıp okuyordum…
                                                   TERME MEFKÛRE GAZETESİ ve AHMET SEZGİN
Yaşadığım ömür diliminde içimde bir uhde olan, “Ah, ne olsa da memleketimde, Terme’de bir mahallî/yerel gazete” çıkartabilsem?”, derdim. Çok iyi hatırlıyorum ki, Almanya’daki “teyzeoğulları”na bile, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi sonrası, defter yapraklarından “dergi gibi” çalışmalar hazırlar, onlara posta ile gönderirdim..Allah(c.c.) da bana da nasip etti ve beş yıla yakın, tesbihatı tamamlayamamışta olsam, gayet “dolu dolu” bir mevkûte çıkartmak nasip oldu. Bir yandan “Terme Birlik MEFKÛRE”yi çıkartırken, hem memleketimi daha iyi tanımaya başlıyor, yeni yeni bilgiler öğreniyor, öğrenme ve öğretme iştiyakım bitmek bilmiyordu..Fiilen “her şeyini” amma “her şeyini” üstlendiğim “Terme Birlik MEFKÛRE” “Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz”, Kazak Türklerinin atasözü “spot”lu gazetemi, “dergivari” şekilde çıkartıyor ve “Terme Kültürü”ne de katkılar yapıyordum..Ortaya çeşitli “kitapçıklar”ım da çıktı. Hâlâ genişletilmiş ikinci baskıları ve hiç basılmamış bir “kitapçık” çalışmam da hazır vaziyette..Binbir meşakkatlerle çıkartmaya muvaffak olduğum “Mefkûre”m sayesinde, “Terme’nin Birikimi”ni de “kayıtlara”, “yazıya” geçirip, “kalıcılık” da sağlamak da idim..”Ticaret” yapmış olmak ve kâr elde etmek mümkün değildi..”El ele baş başa kalsam” bana kafî idi ancak ya bir, ya da hiç öyle bir şey olmadı..Ve aldığım çeşitli “tecziyeler” ve “maddî imkânsızlıklar” sebebiyle kapandı. Daha geçen yıl “vergi borcu”nu ödeyip, bitirmek nasip oldu.
Sonra, “orta boy” “blaner” ebatta, “çok tavizsiz”,” çok katı”, “çok rijit”, iki yapraklı “Terme REFLEKS” gazetesini, aylık olarak, altı ay düzenli bir şeklide çıkartmakta nasip oldu..Yine “tecziyeler” yine “baskı”lar,  yine “maddî imkânsızlıklar..” “Terme BİLGİ Gazetesi”nde, Yetkin KARAMOLLAOĞLU imzalı, “Terme’den Kaçan Yatırımlar”ı “REFLEKS”in “Manşet”i ne taşımış olmam, “Terme Ağaları”nı olduğu kadar, “malum zihniyetleri” de rahatsız ediyor, adetâ “suç” işliyordum..
İşte, böyle “süreçler” de “Edebiyat Öğretmeni” Ahmet SEZGİN ile de “tanışmış” oldum.. Uzun yıllar beni hiç arayıp-soramayan Ahmet SEZGİN, 24. Kasım 2011’de, Öğretmenler Günü sebebiyle TV5’e naklen yayına çıkacağı arefesinde aradı..Bana, arkadaşlarına benden hep olumlu bahsettiğini, Terme Belediyesi’nde çalışan ağbimin yanına uğradığını, selamımı iletmesini istediğini, birkaç kez de telefonla aradığını söyledi…
Son aylarda “Terme Bilgi Gazetesi”nde, “Terme’li Yazarlar” yazı dizisinde bana da geniş bir yer verdiğini sıcağı sıcağına bildiğim hâlde, “Teşekkür” telefonu açmayı hiç istememiştim. Çünkü, artık “samimî” görmüyordum…İkincisi, doğduğum memleket olan Terme’den “sürgün” edilmem de, hâlen Terme AKP ilçe Başkanı olan Recep ERTAN ile de “işbirliği” içinde olduğunu biliyordum.. Bir ikincisi, “Terme Birlik MEFKÛRE”deki bir “haber-yorum” yazısındaki “Dünya’yı Türkler Yönetmeli” yazıya tahammül edememiş, “catır catır” Terme Birlik MEFKÛRE’yi “yırtıp” çöpe atmıştı.. Bir üçüncüsü, hâlen Havza’da “koltuklara yine yapışmış” olan Seyfullah YÜKSEL ile “dershaneler arası rant kavgası”na düşmeme de sebep olmuş, “tecziyeler” almamı sağlamıştı..
Bir kerecik Terme’de kirada da olsa evimin kapısını çalmayan; iki-üç aylık “Yaz Tailleri”nde beni arayıp soramayan Ahmet SEZGİN’e ne olmuştu da, TV5’e çıkacağı öncesi beni telefonla aramıştı? Hâlâ anlamış değilim…Yine “Dershanecilikten Devlet Öğretmenliği” ne geçen Ahmet SEZGİN, Terme’de kalmayı nasıl başarmıştı acaba?!!
2004-2006 yıllarında da, 2(iki) yıl Terme’de “kadrolu öğretmenlik” hizmetim oldu. Gayet merkezi bir okulda çalışırken yine “mahallî/yerel gazetecilik” de yapmaya devam ediyordum.. Dönemin Terme İlçe Millî Eğitim Müdürü Hasan KÖKSAL’ı da, atamam sonrası, resmî işlerim sebebiyle ziyaretimde, beni adetâ “tehdit” edercesine, “Sen bu Terme’de ancak 2(iki) yıl çalışabilirsin.” Demesinden pek bir şey anlamamıştım. Ancak rahmetli Malik Ağbi’min arkadaşı olması sebebiyle de beni tehdit etmesine çok içerlenmiştim. Hâlen Terme İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü’nde “Şube Müdürü” olarak çalıştığını bildiğim Hasan KÖKSAL, sahi nereden bilmişti de, “2(iki) yıl süre” tanımıştı..Gerçektende 2006’da, en ağır bir “ceza” olarak, “doğduğum memleket Terme’den Asarcık’a sürgün edilmiştim. Terme Birlik MEFKÛRE’deki yazılarım sebebiyle..Sahi, Hasan KÖKSAL taa iki yıl önceden bana nasıl “süre biçmişti” ki, hâlâ anlamış değilim.. Halbuki, rahmetli Malik Ağbimle, Ladik Akpınar İlköğretmen Okulu’nda beraber okumuşlar, Kıbrıs Barış Harekatı yıllarında, Terme’de “Herşey Bu Vatan İçin” isimli gayet güzel bir “tiyatro” eserinde  küçük yaşta olmama rağmen “rol” paylaşmış, “çocukluğumun Hasan KÖKSAL”ı ise bana “süre biçiyor” ve sonra düşündüğümde “dediği de” neticede olmuştu!!!
İşte böyle…Bir türküde de denildiği üzre, “Doğru olsam ok gibi/ Uzaklara atarlar beni; Eğri olsam yay gibi/ Ellerinde tutarlar beni…”
Bunların bilinmesini istedim…
15.Aralık.2011
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

4 Aralık 2011 Pazar

VE ARTIK "NAKŞİBENDİLİK" DE "DERS KİTAPLARI"NDA


               VE ARTIK “NAKŞİBENDİLİK” DE “DERS KİTAPLARI”NDA
Sizlerle bir sevincimi, bir memnuniyetimi paylaşmak istiyorum. Hem de her türlü “bağnazlık”tan, her türlü “taassup”tan, her türlü “rijit”likten, “katı”lıktan çokca uzak her “gönül sahibi”ni sevindirecek, memnun edecek bir “güzel gelişme”, bir “iyi gelişme.”
Bazı “tesbitler”le yazıma devam etmek istiyorum.
1)      “Millî Eğitim Sistemi”mizde, eğitimde, okullarımızda, hâlen “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersleri, İlköğretim’in 4.sınıfından itibaren haftada 2(iki) saat; Ortaöğretim’de ise haftada 1(bir) saat olarak görülmekte, işlenilmekte.
2)      Henüz son yıllarda çokca ehemmiyet verilen “Anaokulları”nda, “Anasınıfları”nda ve İlköğretim’in 1., 2. ve 3. Sınıflarında “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersleri okutulmamakta. Bir zamanlar, “Türkiye’mizde mes’elenin kökeni İlkokullar’dır”,diyen “düşünce adamları”, herhalde şimdilerde şöyle derlerdi:” Türkiye’mizde mes’elenin kökeni Anaokulları’dır…”
3)       “Post- Modern Askerî Darbe” olarak da isimlendirilen “28 Şubat 1997 Süreci”nin, sadece güvenliğimiz, sadece ekonomimiz de değil, eğitim’de “büyük yıkımlar”a sebep olduğu aşikârdır. Her ne kadar, “eğitim’deki katsayı adaletsizliği”, yeni, “13 yıl sonra” giderilse de…Ancak “kesintisiz 8 yıllık eğitim, hâlen “sonlandırılamamış” vaziyette..
“Kur’an-ı Kerim’i öğrenmedeki yaş sınırı”  uygulaması bile daha yeni, geçen aylarda “kaldırılmış” , “sonlandırılmış” olsa bile…
4)      Eğitim Sistemimizde ekseriyetimizin bil(e)mediği bazı “güzel/iyi gelişmeler” de yaşanmakta. Şahsen ben bile “eğitim sektörü”nün bizzat içinde olanlardan olmuş olsam da, daha geçen “Kurban Bayramı” ‘tatili’nde öğrenebildiğim “güzel/iyi gelişmeler…”
5)      “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e” geçiş ile  de yaşanılan , çok sayıdaki “tarihî arızalar”dan biri de; ya İslamî, manevî değerlerimizin ‘geri plana atılması’, ya da ‘kontrolü’ diyebileceğimiz gelişmeler de yaşandı.”Din’e bağlı devlet yapısından, devlet’e bağlı Din yapısına geçiş…”
6)      “Cumhuriyet”le birlikte yaşanılan “vetire/süreç”te, bazı “İslamiyet’in yorum şekilleri” veya “İslamiyet’in tasavvufî yorum şekilleri”, “ekoller”, “meslek”ler “dışlanır”ken, “devre dışı” bırakılırken; yine “İslamiyet’i anlamada yorum şekilleri”nden, “düşünce zenginlikleri”nden olan bazı “ekoller” , bazı “meslek”ler ise “baş tacı” edildi, “görünürlükleri” arttırıldı, “ön plana” çıkarıldı..
Bilhassa bahse konuda, yıllar önce “Yüzyıl Kitaplığı” diye hatırladığım “seriler”den “Türkiye’de Nakşibendiler” isimli bir “kitapçık” çalışması diye bildiğim Mehmet Âkif BEKİ’nin “yaşanılan vetire”yi, “yaşanılan süreci” açıkladığı bahse konu “kitapçığı”nda; “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş “ ile birlikte, bilhassa “İslamiyet’in Tasavvufî Yorumları”ndan biri olan “Nakşibendiliğin” , çok yoğun şekilde “dışlandığı”ndan, “devre dışı” bırakıldığından; buna rağmen ise yine “İslamiyet’in Tasavvufî Yorumlar”ından, “anlama şekilleri”nden olan “Alevîlik-Bektaşilik Ekolü”nün ise “görünürlülüğü” daha da arttırıldığını ifade eder..
7)      Hemen hatırlamalıyız ki, daha düne kadar okullarımıza “materyal” olarak bile “Kur’an-ı Kerim ve Meâli” ve “Hâdis” kitaplarını sokamazdık! Ya şimdilerde? Çok şükür ki, rahatlıkla, “müfredat” icabı da, okullara artık rahatlıkla “Kur’an-ı Kerim ve Meâli”, “Hâdis” kitapları götürülebiliyor ve “materyal” olarak da  kullanılabiliyor, öğrencilere de  ‘tavsiye’ edebiliyoruz…
                       VE ARTIK “NAKŞİBENDİLİK” DE “DERS KİTAPLARI”NDA
Bilhassa “Avrupa Birliği Süreci” ile  de Türkiye’mizdeki “gayr-i Müslim”lere, “azınlıklar”a  ve “İslamiyet’in Tasavvufî Yorumlar”ından “Alevîlik-Bektaşilik” mevzûlarında, sahiden de daha da “açılımlar” yapıldı. Toplumun ekseriyetinin “Alevîlik Açılımı” diye de algıladığı gelişmelerle, onlarca “araştırmalar”, onlarca çalıştaylar” , hem de “hükûmet-devlet ricali”nce yapıldı..
Zaman zaman benim de yoğun olarak etkilendiğim ve hattâ “bu toplum içinde yaşayan biri” olarak, “Alevî-Bektaşî Toplumu”nu da “anlama” ve “tanıma” da, “bilgilenme” açısından da çok müsbetlikler ihtiva eden “Alevî Açılımı”; öyle ‘ ağza-yüze bulaştırılmış” bir “Kürt Açılımı” gibi de olmadı…Bilhassa “yeni nesiller” açısından “yaşanılan toplum yapısı”nı “anlama” ve “tanıma” açısından da çok müsbet “kazanımlar” kazandırdı.
“Ders Kitapları”na kadar giren böyle “açılımlar”, “toplum”da yoğun şekilde hissedilir ve algılanırken; benim gibi çoğumuzun da “İslamiyet’in Tasavvufî Yorumlar”ından olan bir “Nakşibendiliğin”, bir “Kadiriliğin”, bir “Yesevîliğin”, bir “Mevlevîliğin”, şöyle-böyle ‘ders kitapları”na, “müfredat”a girdiklerini fark edemedik bile! Hele de yukarıda da vurgulamak istediğim üzre, bir dönem ki, “Cumhuriyet’in ilk kuruluş yılları”nda tamamen “devre dışı” bırakılmış olan “Nakşibendilik” mevzûsunun “Devlet’in Ders Kitapları”na  girebilmiş olması bile yaşanılan “güzel/iyi gelişmelere” eklenecek başlıbaşına bir “olay” vasfı da taşımakta…
           “DİN KÜLTÜRÜ ve AHLÂK BİLGİSİ DERS KİTAPLARI”NDAKİ CAZİBELİ MEVZÛLAR
“Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” Ortaöğretim 12. Sınıf ‘Ders Kitabı’ndaki, “İslam Düşüncesindeki Tasavvufî Yorumlar”(4.Ünite) başlıklı kısımda, çokca doğru bir şekilde “tasavvuf” ‘vakıaları’ hakkında bilgiler ihtiva etmekte..Ve “İslam Düşüncesinde Tasavvufî Yorumlar” başlığı altında, toplam 37(otuz yedi) sayfada(63’den 100’e kadar) “tasavvufî yorumlar”; “Yesevîlik”, “Kadirîlik”, sayfa 76’da ise “Nakşibendilik” ile “Mevlevîlik” ve ilerleyen sayfalarda da”Alevîlik-Bektaşilik” ve hattâ “Anadolu Alevîliği”nden “farklılıklar” arzeden ve ülkemizde, hâlen Hatay, Mersin gibi şehirlerde yaşayan “Arap Alevîliği/Nusayrilik” hakkında da”sıhhatli” bilgilere yer verilmiş…
     Yine İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 7. Sınıf ‘Ders Kitabı’nda da, “İslam Düşüncesinde Yorumlar” 4.Ünite içinde, alt başlık olarak da “Tasavvufî Yorumlar” kısmında da, 11(on bir) sayfada (sayfa 81’den 92’ye kadar) “Nakşibendilik” dahil adı geçen “tarikatlar”a da yer verilmiş.
Yine Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Ders Kitapları’ndan, İlköğretim 6. Sınıf Ders Kitabı’ndaki  “İslamiyet ve Türkler”(6.Ünite); 8. Sınıf Ders Kitabı’ndaki “Kur’an’da Akıl ve Bilgi”(4.Ünite)’de ve 11.Sınıf Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Ders Kitabı’nda, “İslam Düşüncesinde Yorumlar”(4.Ünite)da-henüz 9.sınıf Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Ders Kitabı’nı inceleyemedim- çok cazibeli, “sıcak”, “iştah açıcı”, “meraklandırıcı” mevzûlara yer  verilmiş. Hattâ 11. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı’nda, “İslam Düşüncesi”ndeki, siyasî yorumlara, itikadî yorumlara, fıkhî yorumlara, amelî yorumlara, görüşlere genişçe yer verilmiş. “Mezheplerin ortaya çıkışı”, “yorum,düşünce zenginliğinin sebepleri” de izah edlirken; Türkiye’mizde bilhassa İstanbul-Halkalı da yaşayan İslamiyet’in fıkhî-amelî görüşlerinden olan ve Hz. Caferî Sadık(r.anh.) hazretlerinin “yolundan” giden “Caferîler” e geniş yer verilmiş…”Bütün siyasî-itikadî-fıkhî-amelî mezheplerin, görüş sahiplerinin; Tevhid, Nübüvvet/Peygamberlik Müessesesi, Kur’an-ı Kerim ve Ahiret mevzûlarında “ittifak” ettiklerinin de vurgulanması, ilgiyi daha da arttırıyor…
                                                                              NETİCE:
Türkiye’mizde son yıllarda, kendilerine “yavaş yavaş metodu”nu, “pasif devrim metodu”nu “uygulayanlar”; “bozuk ‘düzen’ ile entegre olanlar” denilen bir “siyasî iktidar dönemi”nde, “iyi/güzel gelişmeler” olduğunu da görebilmeliyiz.
Etrafımızdaki “Batı-Arap-Afrika Ülkeleri”nin “bahar mı, kış mı” yaşadıkları belirsiz-kaotik vetireler-süreçler yaşarken;arzuladığımız sahiden “cennet âsâ/cennet gibi baharlar” da yaşayabilmeyi kim, kimler istemez ki?
Temennimiz “bütün toplum yapımız”ın, “A’dan Z’ye” “nesillerimize” “olduğu gibi” kavratılabilinmesi…
04.Aralık.2011
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

3 Aralık 2011 Cumartesi

"ALLAHIN SADIK KULU-BARLA" İNTİBALARIM


“ALLAH’IN SADIK KULU-BARLA” İNTİBALARIM
Türkiye’mizde “iyi” gelişmeler de oluyor. “Fosilleşmiş dinazor kafalara” kalsa, “meşhur Batı”nın “Ortaçağ”ına doğru gidiyoruz..Yahut da, “Yeni Dünya Düzeni” denen “meret”; “yasaklara karşı, işbirliği metodunu” uyguladığından, yaşanan “iyi gelişmeler” de, “ecnebî patentli”, “ecnebî icazetli” oluyor!!!
Ekseriyetle “hastalıklı” hem de “psikiyastritlik” derecede “hastalıklı olan zihniyet” sahipleri; daha açıkcası “İslamiyet”le, “manevî değerler”le, “kıymet hükümleri” ile hiç mi hiç ilgisi olmayan; “ilgisinin olmasından öte”, “husumetler”, “adavetler” besleyen muhtelif “fosil beyinler”i “ikna” etmekte pek mümkün olmuyor..
“Kadrolu millet düşmanları”, yani “Lozan Antlaşması”na göre ifade edecek olursak; “kadrolu Müslüman düşmanları”, hele de son yıllarda “ekonomik rantları” da pek bozulunca, neredeyse ne yapacaklarını “şaşırıyorlar?”
Günümüz toplumunda “sağlıklı düşünebilmek”, “sağlıklı kararlar verebilmek” ve “sağlıklı bir şekilde aklı kullanabilmek” bile, neredeyse “en büyük başarı”lardan biri sayılmakta..Maalesef “Kerbelâ Vetireleri”nde, hattâ diyebiliriz ki, “Vedâ Hutbesi”nde, “Benden sonra birbirlerinizin boyunlarını vurmayın” diyen “Fahr-i Kainat Efendimiz”(s.a.v.)’in irtihali sonrası başlayan hâlen 1433 Hicrî yıllarda da devam eden “muhteşem kaos ortamı”, “muhteşem kafa karışıklığı zeminleri” “vetireleri” neticesi,bir türlü istediğimiz “nokta”ya gelemiyoruz..Günümüzde de “muhteşem kafa karışıklıkları” hem de çok yüksek oranlarda yaşanmakta.”Hâkk-Bâtıl” âdeta “karman-çorman” olmuş vaziyette.
                                                         1970’LER SONRASI
Mevcut tarihî gelişim itibari ile “Millî-Üniter Yeni Türk Devleti”nin kuruluşu sonrası, “cahiliye hayatı” asla olmamış bir “büyük millet”, “Müslüman Türk Milleti” de, her derecedeki mensupları ile “çok sıkıntılar” yaşadılar..Kimileri de, “biz kimseye silah çekmedik, çile çektik” dediler..İşte bu “çile çekenlerin Başbuğ”larından en önde gelenlerinden biri de “İslâm Âlimi “ Bediüzzaman Said NURSİ(k.s.) idi. Bilhassa bazı sosyologların, “titrisiz münevver”  Ali BULAÇ gibilerin de sık sık “vurguladıkları” üzre, 1970’ler sonrası yaşanılan gelişmelerle hâlen bile doğru-dürüst bir “Millî Burjuvazi”, “Millî Sermaye” oluşamasa da, oluşan “sermaye” gücü ile de “mevcudiyetini” gösteren, muhtelif meşreplerdeki, muhtelif “ekoller”deki “Müslümanlar”, “çağımızın en müthiş silahları”ndan, “güzel sanatlar” dalında da, “sinema sektörü”nde de “mevcudiyetlerini” ispatlamaya devam ediyorlar. “Müslümanlıktan daha güzel bir tanımlamamı var?”, diye soran Rabb’ül-alemin’e “inat”; Türkiyemiz’deki bazı “kafalar”, bazı “beyinler”, maalesef muhtelif sebeplerden; “İslamiyet’in yorum şekilleri”ni, “meşrepleri”ni, “ekolleri”ni, âdeta “din” gibi algılayıp; neredeyse “Müslümanlıklarını” da “unutmak” tehlikesi ile karşı karşıyadırlar..Kelime-i Tevhid’i istenilen seviyede “algılayamayan” zihniyetler”, “particiliğin”, “meşrepçiliğin”,” cemaatciliğin”, “tarikatçiliğin” “bağnazlığına”, “taassubuna” kapılmaktan, belki de ancak, yıllrdır Irak’taki Müslümanların başına yağan “bombalar” sonrası “uyanabilmektedirler..
                “HÜR ADAM”DAN SONRA “ALLAH’IN SADIK KULU-BARLA”
Yakın tarihimizin en mühim “İslâm Âlimleri”nden biri, “Asrın Müceddidi” Bediüzzaman Said NURSİ(k.s.)’yi anlamaya, doğru bir şekilde kavramaya yönelik iki film: “Hür Adam” ve “Allah’ın Sadık Kulu-Barla” Her iki filmi de, “vefat ettiği” Şanlıurfa’daki “sinema salonları”nda izlemek nasip oldu. Geçen, 19 Kasım 2011’de de “animasyon” şeklindeki bir “film” olan “Allah’ın Sadık Kulu-Barla”yı izledim..Sinema salonu, 18.30 “matini” olmasına rağmen; bilhassa “Gülen Hareketi”ne mensup gençlerce doldurulmuştu. Yanımdaki “genç” ile kısa bir sohbetinde, “Risale-i Nur Külliyatı’nın lisanın ağırlığından, anlaşılmazlığından” şikayet ediyordu. Ben de “dilimin döndüğünce”, “lisânımızın başına gelenleri” anlatmaya çalıştım.
Tamamiyle bir “animasyon” tekniği ile hazırlandığından, “nefs kokusu”nu hiç hissetmedim..Perdeye yansıyan “görseller”, “görüntüler “ise insanın “ruhunu dinlendiren” “görüntüler”di. Elbette ki, “Batılı sistem sahipleri”nin, “İngilizce konuşmaları”nın “Türkçe alt yazılı” kısımları, neredeyse filmin “en can alıcı” kısımları idi. “Sürgünzedelerin de Başbuğu” olan Hazret-i Üstad’ın “Barla Hayatı”, “kitabî” olarak da, “görsellik” olarak da, “perdeye” en güzel şekilde aktarılmıştı. Emeği geçenlerin hepsinden, Cenab-ı Hakk razı olsun. Yapılabilecek “tek eleştiri”, üç yıl gibi, günümüz gerçeklerine nazaran “uzun” sayılabilecek bir zaman diliminde hazırlanmış olması..
BAZI “TÜRK OCAKLILAR”, BAZI MİLLİYETÇİLER, BAZI ÜLKÜCÜLER “ÜSTÂD”I ANLAYAMIYORLAR
“Animasyon filmi” şeklinde olan “Allah’ın Sadık Kulu-Barla”yı izlediğim “vetire”de, bir “web sitesi”nde, çok seviyeli ve “sağlıklı düşünceler”ini “fikirler camiası” ile paylaşan Hayati BİCE Bey’in, çok mu çok mühim “Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl” başlıklı bir yazısını(*) okudum. Ve bir yılı aşan süredir kafamdaki “soru işaretleri”nden birinin de “cevabı”nı öğrenmiş olmam, bana büyük “haz” verdi.Hâlen de “Nurculuk Ekolü”ne mensup, çok sayıda” arkadaşlarım” var..Bir ara bizzat kalmak nasip olduğu “Yeni Asya Ekolü”ne mensup “kardeşlerim” arasında, rahmetli “Necip Fazıl KISAKÜREK”in, bir rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ kadar “sevilemediğini” anladım..Yapılan “izahatlar” ise kafamda “soru işaretleri” oluşturmuştu: Niye?!  Mes’elenin “bam teli”ni, BİCE’nin adı geçen yazısından öğrendim..Son zamanlarda “gündeme” getirilen fakat belki de “fikirler camiası”nın “gündemine” ilk getiren kişi olan BİCE; rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Son Devrin Din Mazlumları “eseri “mahreçli”, âdeta “Bediüzzaman-Necip Fazıl Kavgası”nın sebeplerini “izah” ediyordu. Elbetteki,”Türk Ocakları-Bediüzzaman Tartışmaları”nı sürdüren, fakat “çok kesin inançlı” biri olduğunu hissettiğim; hattâ “son bir yazısı”nda, “Üstâdı, Kürtçü, Kürdistan Devleti kurmak amaçladığı” gibi, bence tamamiyle “cehalet”ten kaynaklanan” zırvaları” seslendiren Nevval KAVCAR kadar, “Üstad Vakıası”na, “doğmatik” bakmıyor BİCE!
Rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in, “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde dillendirdiği; “Nurculuk akımının en iddialı söylemlerinden birisi Said Nursî’nin eseri olan Risale-i Nur’u, gelmiş-geçmiş en muhteşem tefsir olduğu iddialarıdır. Gerçekte Kur’an-ı Hakim’deki ayetlerden ancak %10 kadarının yorumlandığı bir eseri tefsir olarak adlandırmak gerçekçi olmaz.Risale-i Nur’da sadece 620 ayet’ten bahsedilir ve bu sınırlı sayıdaki ayetlerden bazılarının tamamı değil sadece bir kısmı sözkonusudur.”(**)
“Nur Risalesi,Kur’an ilhamlarına dayalı bir İslâmî hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Ona Kur’an tefsiri denemez.”(***)
Sizlere acizane tavsiyem, hem “Son Devrin Din Mazlumları”nı, bilhassa da “Üstâd”la ilgili kısımları, hem de BİCE’nin adı geçen yazısının “orijinali”ni okuyunuz…
Rabb’ül-âlemin, bizleri de “sadık kulları”nın yolundan ve “hakikat”lerden ayırmasın.(Âmin)
03.12.2011
İsmet GÜLTEKİN
Dip Notlar:
(*): Hayati BİCE, Türk Ocakları, Said NURSÎ ve Necip Fazıl, www.haberiniz.com, 13.11.2011
(**) BİCE, adı geçen yazısı
(***) BİCE, adı geçen yazısı