Powered By Blogger

29 Ocak 2009 Perşembe

"AYDIN"OLMANIN SEKİZ ŞARTI

"AYDIN" OLMANIN SEKİZ ŞARTI

Türkiyemiz "aydıncık"lardan geçilmiyor.Hele de "ön plana" çıkarılmış, "görünürlüğü" arttırılmış "aydın taslakları" ile dopdolu bir memleketiz.
Rahmetli "Şairler Sultanı" Necip Fazıl KISAKÜREK'İn, bir şiirinde,"Bıçak soksam gölgeme /Sıcacık kanım damlar / Girde bak şu ülkeme / Başsız başsız adamlar" diyordu.
"Başsız başsız adamlar"dan; "kafasız kafasız adamlar"dan; "aydın müsveddeleri"nden, "aydıncıklar"dan geçilmez olduk , ne yazık ki!
Mevzuuyu fazla "dağıtma"dan; kısaca Türkiyemiz için de muteber olan; "Aydın olmanın sekiz şartı" şunlardır:
1) "Aydın "dediğin "muhalif" olmalı. "Standart dışı", "nizam -içi", "düzen-dışı" olmalı. Hele de "demokrasiler çağı"nda, asla "iktidar goygoycusu", "iktidar yalakası", "postal yalayıcı" olmamalı...
"Her devrin adamı "değil; "her devrin muhalifi" olmalı...
2.şart: Kendisine verilecek "devlet", "kışla", her türlü "resmî ödülü" reddedici olmalı. Asla hiçbir "resmî ödülü" kabul etmemeli...
3.şart: ""Sermaye"sinde, "maddî güç"ünde, asla "devlet/kışla" ve her türlü "ecnebî fonlamalar "dahil, "fonlanmamış" olmalı...
4.şart: Propagandisit, militan değil, "hür düşünen"lerden, "takıntısız", "kaygısız" düşünenlerden olmalı...
5. şart: "Hakikat" peşinde "Hakk yolu"nda olmalı. "Hakk'ı haykırmak" namına her türlü "siyasî günahları" da işleyebilmeli, "öz-eleştiriler" yapabilmelidir...
6. şart: Fikir ve zikir meclislerine devam edenlerden olmalı...
7. şart: Korkusuz cengaver olmalı...
8. şart: Çok şeffaf olmalı. Hiçbir "karanlığı" olmamalı...
"Aydınlar...Ziyalılar...Münevverler..."
Bütün bunları rahmetli Cengiz AYTMATOV, rahmetli Erdem BEYAZID ve aslında "Büyük Rusya Mefkûresi" ile dolu, sapına kadar "Rus Milliyetçisi" ve de "Ortodoks" olan ve "1965 Nesli"ne, rahmetli Emekli Albay Sadri SARPTIR gibi "kalem erbabı"nın "Türkçe'ye çevirileri" ile haberdar ettiği "Soljenist'inin" vefatları sonrası, "Türkiey Medyası"nda yazılıp-çizilenlerden mülhemle yazdım.
"Soljenitsin"i bile daha doğru dürüst "anlayamadan", "peşin/kesin ianançlı" hükümler veren "zihniyetli" olanlara "aydın" demek ne mümkün?
"Aydın" dediğin, biraz da "işin erbabı" olanlara da "yakîn" düşünenler değil midir?
İsmet GÜLTEKİN
Terme, 07.08.2008

4'LÜK

4'LÜK

Güleceğiz,
Gülmenin gerektiği zamanlarda.
Ağlayacağız,
Ağlamanın gerektiği zamanlarda...

İsmet GÜLTEKİN
20 Kasım 2008

SENİN DE...

SENİN DE...

Senin de göğsünü okurlar birgün
'Telegram'ın her türlüsüne maruz kalırsın
Cenab-ı Hakk'ın zebanilerini görünce,
Kendinin bir "cücük" olduğunu anlarsın

Şaşırıp kalırsın.
Apışıp kalırsın.

Çeteciliğinin,
Kötülüğünün,
İyilere zulmetmenin,
Ne demk olduğunu,
Anlarsın birgün.
Cenab-ı Hakk'ın zebanilerini görünce,
Kendinin bir "cücük" olduğunu anlarsın.

Senin de göğsünü okurlar birgün,
Sana da dünyayı dar ederler birgün,
Şaşırıp kalırsın.
Apışıp kalırsın

Senin de göğsünü okurlar birgün.
Kafayı yememek için,
Dayanırsın da dayanırsın.
Yutkunursun, öksürürsün,
Gıgık bile çıkmaz,
Konuşamazsın.
Şaşırıp kalırsın.
Apışıp kalırsın.
İsmet GÜLTEKİN
Ilıca, 12.09.2008

"DEVLET DÜŞMANI"

"DEVLET DÜŞMANI"

'İktidar Meyhanesi'ndekiler,
'Devlet Düşmanı' diyor bize
Kimbilir,
1369 yıl öncede,
Kerbelâ'da da,Hazret-i Hüseyin Efendimize de,
'Devlet Düşmanı' demişlerdi...
'Devlet'in 'D'sini bile,
Bilemeyecek olan;
"Biz Devlet'iz",
"Devlet biziz!" diyen zorbalar...

"Muktedir Meyhanesi"ndekiler,
"Devlet Düşmanı" diyor bize
Kimbilir, 1369 yıl önce de,
Hazret-i Hüseyin Efendimize de,
"Devlet Düşmanı" demişlerdi..
"Devlet"in 'D'sini bilemeyecek olan,
"Biz Devletiz, Devlet biziz!" diyen zorbalar...
"Bu ülke"de, "Devlet biziz, biz devletiz!" diyen zorbalar...
"Devlet namına" "insan"ları yok edenler...

İsmet GÜLTEKİN
Terme, 10.01.2009

27 Ocak 2009 Salı

ARVASÎ HOCA'NIN "KÜRTÇE"YE BAKIŞI

Seyyid Ahmed ARVASÎ Hocamızın Vefatının 20. Yılı Hâtırasına-2(Son)


ARVASÎ HOCA'NIN "KÜRTÇE"YE BAKIŞI

Kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli ARVASÎ Hoca'mız "Kürtçe"ye ne şekilde bakmıştı? "Kürtçe" hakkındaki görüşleri nelerdi? "Kürtçe"yi nasıl değerlendiriyordu?"
Bu suâllerin cevabını, 12 Eylül 1980'den altı yıl sonra yayınladığı ve muhtelif yayınevlerince defalarca neşredilen, hacmi küçük fakat ehemmiyeti çok büyük olan "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinde "müstakilen" değerlendirmiş ve "görüşlerini" izah etmişti. "Müstakilen" diyoruz, çünkü "Türk-İslam Ülküsü", "Hasbihal", "Size Sesleniyorum" gibi eserlerinde, "Kürtçe" hakkındaki görüşlerini öğrenemiyoruz.
Günümüzde bazı çevrelerce ısrarla "Kürt Mes'elesi" olarak takdim edilen Türkiyemizin "Doğu ve Güney-Doğu Anadolumuz"un mes'elelerine bakışını, temelde "Şark Mes'elesi" ile temellendiren rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Türkiye'de Şark Meselesi"ne vücut veren menfî âmiller şöylece özetlenebilir" dedikten sonra,"Tarihî âmiller, harsî âmiller(Kültür faktörü), içtimaî âmiller(Sosyal faktörler), coğrafî âmiller, iktisadî âmiller, ruhî âmiller(Psikolojik faktörler), idare ve iç siyaset âmilleri ve sekizinci olarak da, milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller" başlıkları altında, "mesele"ye izahlar getirmekte.
Okurlarımızın da tahmin edeceği üzre, "Kürtçe"ye bakışını, "tarihî âmiller", "harsî âmiller(kültür faktörü) ve "milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller" kategorilerinde izah etmektedir. Bilhassa "Kürtçe ayrı bir dil, ayrı bir lisan değil, ağız'dır" şeklinde hülâsa edilebilecek "bakışını", "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinin 24. sayfasından 35. sayfasına kadar açıklamaktadır...Yine bilhassa, yukarıdaki kategorilerden en sonuncusunda ise "Amerikalı Barış Gönülllüleri"nin "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu"muzdaki okullarımızın sınıflarına kadar girerek, "Kürtçe ayrı bir dildir, ayrı bir lisandır" propagandalarını yaptıklarına dair, "Haçlı Zihniyeti"nin bölgedeki çalışmalarına yer verdiği eserinin son kısımlarında yazdıkları da (sayfa 77'den 82'ye kadar) çok önem arzetmektedir.
Yine "Kürtçe"ye bakışı ile "doğrudan" bağlantılı olmasa da, "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu"muz insanlarını daha da iyi "algılamamızı" sağlayacak, "ruhî âmiller/psikolojik faktörler" kategorisindeki "Kürtlük kompleksi" ile ilgili dört hâtıra da, kanaatimce çok önemlidir...
"KÜRTÇE, AYRI BİR DİL, AYRI BİR LİSAN DEĞİL, BÖLGEDEKİ KÜLTÜR SÜRTÜŞMELERİNİN ORTAYA ÇIKARDIĞI BİR AĞIZ'DIR"
Rahmetli ARVASÎ Hoca'mız, "Türkiye'deki Şark Meselesi" temel bakışı ile "Kürtçe" ile ilgili görüşlerini, zikrettiğimiz "âmiller" ile izah ederken; "Tarihten öğireniyoruz ki, bugünkü "Şark topraklarımız"da, vaktiyle Hurriler, Hititler, Urartular, Sakalar, Persler, Medler, Makedonyalılar, Müslüman Araplar ve Doğu Romalılar, uzun veya kısa süreli hâkimiyet kurmuşlardır. Hemen belirtelim ki, bu tarih dönemleri içinde, bu bölgemizde ne "Kürdistan" diye bir coğrafya ismi vardır, ne de bir " Kürt Devleti" mevcuttur."(s.8) demektedir.
"Kesin olarak bilinmelidir ki, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'muzda yaşayan "halk kitleleri" ile Malazgirt Zaferi'nden önce, bu bölgede yaşayan halk kitleleri arasında önemli farklar vardır."(s.9) demekte ve "Belki Malazgirt Zaferi'nden önce, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'muzda yaşayan nüfûsun yapısı, menşei ve mahiyeti etrafında karanlık noktalar, şüpheler ve terddütler bulunabilirdi. Fakat, Malazgirt Zaferi'nden sonra, bu bölgemizde yaşayan nüfûsun Türklüğü üzerinde şüphe duymaya asla yer yoktur."(s.9) demektedir.
"İşte düşmanlarımız ve onların maşaları olan "bölücüler", (Malazgirt Zaferi öncesi) olan müphem ve karanlık noktalarda eşinme imkânı bulmakta ve kendi niyetlerine göre "tarih teorileri" geliştirmeye kalkışmaktadırlar.Daha sonra, bunları, sanki ilmî birer araştırma imişçesine piyasaya sürmekte ve sonra da bugünkü, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da yaşayan vatandaşlarımızı, uyduruk bir "tarih zemini" üzerine oturtmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda, o kadar çelişik ve farklı "tarih yorumu" vardır ki, şaşarsınız."(s.10) demekte.
Yine "tarihî âmiller" başlığı altında "Kürt adı üzerine etimolojik açıklama"sında ise "sun'î bir millet" ve "etnik bir menşe" olarak tanımlanmak istenen "Kürt" terimine, "Kürt aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Zaza, Lûr ve Kalhur ağızlarında" bile rastlanılmadığıdır.(s.13)
"Görülmüştür ki, "Kürt" adı verilen toplulukların dillerinde mevcut olamayan "Kürt" terimi, menşe olarak gösterilmek istenen İranî unsurlarda(Pers, Med, Sasanî), Arî dillerde yoktur. Arapça'ya ise bu terim(Kürt terimi) Türkçe'den girmiş olup Türk'ün çoğulu etrâk nasılsa, Kürd'ün çoğulu ekrâd da o şekilde alınmıştır. Kürd veya ekrâd olarak Arap kaynaklarında görülen bu terim(Kürt terimi), en eski devirlerden itibaren, Araplarca "göçebe/konar-göçer" yerine kullanılmıştır."(s.14) diye belirtmektedir.
"Bir uruk ve boy adı olarak "Kürt" kelimesinin tarihte ilk defa, Yenisey'deki Göktürk Kitabeleri'nde(Elegeş Yazıtı'nda) rastlıyoruz" vurgusunu yapan rahmetli ARVASÎ Hocamız, Türkçemizde Kürt kelimesinin bulunduğunu ve çok zengin mânâlar ifade ettiğini de belirterek; "Türk Lehçeleri"ndeki yazılış ve anlamlarını da nakletmektedir.(s.15) Ve "Kürt teriminin bir ırk veya millet anlamını ifade etmediğini"(s.16) vurgulamaktadır.
"Gerçekten de Malazgirt Zaferi ile tarihte yeni yapraklar açılmış, yeni satırbaşları atılmıştı. Geçen geçmiş, Anadolu, bütün sathı ile bütün yönleri ile Türk'ün olmuştu. Bin yıllık vakıa budur, gerisi hikâye..."(s.16) diye yazan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kaldı ki Türkler, Anadolu'ya geldikleri zaman, bu topraklarda, ne bir "Ermeni", ne de bir "Kürt Devleti" vardı....Esasen, Bizans orduları yenildikten sonra, Türkler, hiçbir mukavemet görmeksizin, en çok beş yıl içinde İstanbul kapılarına dayanacaklardı."(s.17) demektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Doğu Anadolu Gerçeği "isimli eserinde, "harsî âmiller/kültür faktörleri" başlığında, "Kürtçe, ayrı bir dil, ayrı bir lisan değil; bölgedeki kültür sürtüşmelerinin ortaya çıkardığı bir ağız'dır" şeklinde özetlenebilecek "Kürtçe'ye bakışını", çok geniş bir şekilde izah ediyor. "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'muz"un bilhassa "Fars ve Arap kültürleri"nin "etki alanı"nda olduğunu, "kültür emperyalizmi"nin ve "kültür sürtüşmeleri"nin kesif olarak yaşandığını hatırlatan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Gerçekten de, millî kültür merkezlerimize uzak düşmüş ve kapalı havza durumunda bulunan yörelerde, bazı gruplar Farsça'ya, bazıları da Arapça'ya benzer ve birçok kelimesi Türkçe olan olan bir "ağız" ile konuşmaktadırlar. Oysa, bu "ağız"ı ne Farslar, ne de Araplar anlayabilmektedirler. Çünkü, konuşulan bu "ağız"lar, Farsça olmadığı gibi Arapça da değildir. Bunlar, ya Türkçe-Farsça veya Türkçe-Arapça kırması gibi, garip bir "ağız"dır. Bu "ağız"lar da, kelimeler ve terkipler yer yer yabancı görünüşlü olsa bile, çok defa cümle yapısı (sentaks) Türkçe'dir. Üstelik, bu ağızlarda, Türkçe kelimeler sanıldığından da fazladır."(s.24) demektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Çünkü, herkes bilir ki, Malazgirt Zaferi'nden önce," Şark"ta Hurriler, Hititler, Urartular, Persler, Medler, Makedonyalılar, Sakalar, Hazar Türkleri, Müslüman Araplar, Bizanslılar, uzun veya kısa süreler içinde yaşamışlardır. Hiç şüphesiz bu kavimlerin kendilerine mahsus birer dilleri vardı ve bunlar asla "Kürtçe" diye bir dil konuşmuyorlardı. Üstelik, bu dönemlerde, "Kürtçe" diye bir dil konuşulduğuna dair, en küçük bir belge ve bilgi de yoktur. Ne bir tablet, ne bir mezar taşı, ne bir başka kayıt...Eğer, emperyalistlerin ve bölücülerin iddia ettikleri gibi, bu bölgemizde , 5000(beşbin) yıldan beri yaşayan "Kürt" diye bir kavim ve "Kürtçe "konuşan bir cemiyet bulunsa idi, mutlaka onlardan kalan bazı tarihî izler ve belgeler bulunacaktı. Oysa, böyle birşey yoktur ve iddialar havada kalmaktadır.
Kaldı ki içinde "Kürt" kelimesi geçen tek belge, Yenisey'de bulunan "Anıt Mezar"dır. ve kitabesi Türkçe olup Göktürk alfabesi ile kaleme alınmıştır. Bu kitabeden de anlaşıldığına göre de "Kürt" diye anılan bu boy, Turanî olup Türk soyundan gelmektedir. Emperyalistelerin ve bölücülerin bu belge karşısında artık susmaları gerekmez mi?"(s.25) diye de sormaktadır...
Kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "çok kesin" olarak görüşlerini serdetmekte ve "Artık herkles anlamalıdır ki, bugün, Doğu ve Güney-Doğu'da yaşayan ve büyük çoğunluğu Türkçe'den başka bir dil bilmeyen milyonlarca Türk çocuğunu, sırf "Şarklı"dır diye, bir kalemde, Arî ırk içinde mütalâa etmek, asla mümkün değildir. 11. asırdan itibaren gelip buralara yerleşen Artukoğulları'nın Dulkadiroğulları'nın, Akkoyunlar'ın, Karakoyunlar'ın, Karakeçililer'in, Danişmendoğulları'nın ,Mengücükoğlulları'nın, Saltukoğulları'nın ve daha nice Türkmen ve Oğuz boylarının ve beylerinin torunları nasıl inkâr ve ihmal edilebilir?
Herkesin rahatça müşahede edeceği üzere bugün, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'muzda yaşayan halkımızın kâhir ekseriyetinin konuştuğu dil, kesin olarak Türkçe'dir. Ancak, yol ve mektep götüremediğimiz ve kültür merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan parçalarında yaşayan vatandaşlarımız, bazan "Kurmanci", bazan "Zazakî", bazan "Goranî", bazan "Soranî", bazan "Loranî"(Lurî) denen ve hepsine de ortak olarak "Kürtçe" tabiri yakıştırılan bir "ağız"la konuşmaktadırlar. Ancak,hemen belirtelim ki, bu "ağızları" konuşan gruplar, birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde ortak olan tek şey, "yek, dü, se, çar, penç...." diye başlayan ve devam eden "Farsça Sayı Sistemi"dir. Oysa, etnolojik araştırmalar göstermiştir ki, en iptidaî bir dilin bile , kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes rahatça müşahede etmektedir ki, emperyalistlerin ve bölücülerin "Kürtçe "tabir ettikleri "ağzın" böyle bir hususiyeti yoktur. Bu durum bile "zorlama bir dil" ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya yeter. Bize göre, "Kürtçe "tabir edilen "ağız", kültür temaslarının emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvasıdır."(s.26)
"Kürtçe" tabir edilen "ağız" , kültür sürtüşmeleri sonucunda ortaya çıkmış, bozulmuş bir Türkçe'dir" diyen rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kürtçe, bir Hint-Avrupa dilidir" veya "Kürtler Arîyendir" diyen "art niyetli çevrelere", ise "Oysa bu "ağız"da, Türkçe ve Arapça kelimelerin sayısı da küçümsenmeyecek nisbettedir" demekte ve "Kürtçe tabir edilen ağızda bulunan bazı Türkçe kelimeleri karşılıkları ile birlikte" vermektedir.(s.29, 30, 31, 32, 33)
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kürtçe tabir edilen "ağız"ın mahiyetini açıklarken; "Hemen belirtelim ki,bugün için, bazı tâli grupların konuştuğu ağız, çok defa Türkçe cümle yapısına(sektaksına) uygundur; bu cümleler Farsça ve Arapça kelimelerle kurulsa bile cümle yapısı umumiyetle Türkçe'dir" demekte ve misaller de vermektedir.(s.33, 34)
Ve yine "kesinlikli" bir şekilde "Kürtçe'ya bakışı"nı ortaya koyan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Artık, kesin olarak anlaşılmıştır ki, bugün, "Kürtçe" tabir edilen ağız, daha çok Fars emperyalizmine yenik düşerek dillerini, şu veya bu ölçüde unutan Türkmen ve Oğuzlar'ın bir kısmının konuştuğu dildir."(s.34) demektedir...
Rahmetli ARVASÎ HOCA'mız, "Kısaca, bugün, "siyasî Kürtçülük" yaparak, emperyalizmin emellerine âlet olan çevrelerin, asla ilmî bir dayanakları yoktur. Mesele, tamamı ile Türk Devleti'ni parçalama ve Türk Milleti'ni bölme oyunlarından ibarettir."(s.34,35) demektedir.
Rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca'mızın, kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olması hasebiyle "Kürtçe'ye ne şekilde bakmıştı? Kürtçe'ye bakışı nasıldı?" suâllerine cevap aradığımız bu yazımızda; tekraren hatırlatalım ki, "Haçlı Zihniyeti"nin, "Amerikalı Barış Gönüllüleri" ve her renkten emperyalistlerin bölgedeki emellerini dile getirdiği , bahse konu eserinin 77'den 82'ye kadar olan kısımları ve de "Kürtçe'ye bakışını" daha da iyi bir şekilde anlamamızı sağlayacak, "ruhî/psikolojik faktörler"e dikkat çeken "Kürtlük kompleksi" kısmındaki hâtıraları- ki bahse konu eserinin 59'dan 71'e kadar olan sayfaları olup, toplam dört tane de hâtıra nakledilmiştir- dikkatlice okunmalıdır.
Yazımı, yine rahmetli ARVASÎ Hoca'mızın, bahse konu eserinde zikrettiği, bölgedeki Rus-Ermeni zulmünden dolayı Suriye'ye geçen rahmetli Abdülhakim ARVASÎ Hazretleri(k.s.)'nin, "Suriye'de kalın" teklifine verdiği o güzelim cevabı ile noktalıyorum:"Türkiye'ye gideceğim. Yeryüzünde iki Türk var ise, biri mutlaka benim. Ben Türk'üm, ama Jön Türk değilim."(s.71)
(*): S.Ahmet ARVASÎ, "Doğu Anadolu Gerçeği", Boğaziçi İlmî Araştırmalar serisi:7, Boğaziçi Yayınları, Ankara, 1992

"Doğu Anadolu Gerçeği"

Seyyid Ahmed ARVASÎ HOCA'nın Vefâtının 20. Yılı Hâtırasına-1

"DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ"(*)

Bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hocamız, 1986'da, "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserini yayınladı. "Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü" , "Boğaziçi" Yayınları" gibi muhtelif yayınevlerince, defalarca yayınlanan bu kıymetli eser,günümüzde de, 21. asırda da, 2009'lu yıllarda da, hararetle tartışılan "Kürt Mes'elesi"(?) ve "Kürtçe"(?) mevzularını, gripsiz ve virüssüz bir şekilde, tamamıyla millî, İslâmî ve insanî bir perspektifte anlamamızı sağlayacak, revaçta olan her türlü "kafa karışıklığı"na çare olabilecek, "ilmî " cevaplarla, izahlarla dolu bir eserdir.Rahmetli ARVASÎ Hocamız, bu eseri ile vakıaların temeline, kendine has "metodu" ile iniyor, yayınlandığı yıllarda ve günümüzde de "devlet ricali"ne ışık tutmaya çalışıyor. "Aldatılmış", "kukla", "piyon" olmamaları için de, bütün Türk Gençliğini uyarıyor...
"Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinde, Türkiyemizde "Şark Mes'elesi"ne vücud veren tarihî, harsî, içtimaî, coğrafî, iktisadî, ruhî/psikolojik, idarî, siyasî ve milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller, detaylarıyla incelenmekte, ortaya konulmaktadır.
Eserin tamamı okunduğu zaman görülecektir ki, "şer kuvvetler"in propagandaları, her türlü ilmî dayanaktan mahrum, havada kalan iddialardan başka birşey değildir.
Tarih boyunca, "Kürdistan" diye bir coğrafya ismi olmadığı gibi, "Kürt Devleti" diye bir "devlet" de, hiç mevcut olmamıştır. "Kürt" diye bir kavim ve "Kürtçe" konuşan bir cemiyet, tarihte görülmemiştir. İçinde "Kürt" kelimesi geçen tek belge, Yenisey'de bulunan "Anıt-Mezar"dır ve kitâbesi Türkçe olup, Gök-Türk alfabesi ile kaleme alınmıştır. "Kürt" diye anılan boy, Turanî olup Türk soyundan gelmektedir.
"Kürtçe" diye ayrı bir dil(!) yoktur. "Kürtçe" tabir edilen ağız, kültür sürtüşmeleri sonucunda ortaya çıkmış,bozulmuş bir Türkçe'dir. "Kültür emperyalizmi"ne çok açık olan bu bölgemize, "Devlet'in göndereceği kadroların titizlikle seçilmesine riayet edilmesi, idealist kadrolarla bölgedeki ihtiyaçların giderilmesi gerekmektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, yukarıda zikredilen görüşlerine ilaveten, yine aynı eserinde, birçok iddiaları çürütecek, daha değişik ifadelere de yer vermektedir. Dikkatimizi çeken bir husus da, "siyasî kürtçülük" yaparak emperyalizm'in emellerine alet olan çevreler arasında, seksen öncesinde de, "milletvekili" konumundaki insanların da bulunmasıdır. Düşünebiliyor musunuz, bir "milletvekili", "siyasî kürtçülük" yapanlar gibi düşünebiliyor, "Kürtlere özgürlük" isteyebiliyor!!!
"Doğu Anadolu Gerçeği" isimli, hacmi küçük ancak muhtevası ve ehemmiyeti çok büyük olan eserinde, rahmetli ARVASÎ Hocamıza göre asıl mes'ele, tamamı ile Türk Devleti'ni parçalama ve Türk Milleti'ni bölme oyunlarından ibarettir... Bütün maksat, Türkiyemizi bölmek, Orta-Doğu'ya konmak ve İslâm Dünyası'nı daimî bir sömürge statüsü içinde yiyip bitirmek...Bunun için, Hıristiyan Roma, Kızıl Moskof, kindar Fransa, kurnaz İsrail, fırsatçı Yunanistan ve daha niceleri, Müslüman-Türk'ün yıkılması ve İslâm Dünyası'nın sömürgeleşmesi için elele vermiş bulunmaktadır.
Yazımızın bu ilk bölümünü, rahmetli ARVASÎ Hocamızın,yine aynı eserindeki( "Doğu Anadolu Gerçeği") şu ifadeleri ile bitiriyoruz:" Şimdi, biz yalnız propaganda ile yetinmeyen vatan çocuklarını, çeşitli tertip ve oyunlarla kandırıp silahlandıran, iç savaşlara ve silahlı eşkıyalığa iten kahpe bir cephe ile karşıkarşıyayız. Ermeni ve bölücü teröristleri, açıkca himaye eden, akan Türk kanına aldırmayan, Türk'ün ve İslâm'ın gözyaşlarını sadistçe bir zevkle seyreden, kancıkça oyunlar tertib eden düşmanlarımız, artık apaçık ortadadır. Vatan çocuklarını, şu veya bu şekilde kandırarak gerilla eğitimine tabi tutan, ihanet için şartlandıran bu çevrelerin ve onlara alet olan sözde hükûmetlerin faaliyetlerini artık görmemek mümkün değildir. Düşmanlarımız artık açıkca ve pervasızca saldırmaktadırlar."
(*): S.Ahmet ARVASÎ, "Doğu Anadolu Gerçeği", Boğaziçi İlmî Araştırmalar Serisi:7, Boğaziçi Yayınları, Ankara 1992

10 Ocak 2009 Cumartesi

"KERBELÂ ZİHNİYETİ"NİN 1430'DAKİ VERSİYONU

“KERBEL ZİHNİYETİ”NİN 1430'DAKİ VERSİYONU




Nedir "Kerbelâ Zihniyeti?", diye suâl eylediğimizde, derim ki: İktidar kavgaları uğruna, ekonomik mücadeleler, kazanımlar aşkına, menfaatler, çıkarlar doğrultusunda, "farklı" olanları "yok etme", "imha etme"nin adıdır. Kimileri diyor ki; "Müslüman Müslümanı eleştirir mi?" Behey ahmak, "tarih"te bırak "eleştirmeyi" , "İsrail/Yahudi/Siyonist Haydutluğu" yaparcasına, "Müslüman Müslümanı haydutca boğazlamış bile…"

"Kerbelâ Faciâsı"nın 1369. sene-i devriyesinde/yıldönümünde, anladım ki; "İsrail’i naralar atarcası"na "protesto eden kitleler" de, adına "İslamî Camiâ" dediğimiz ve son 29 yıldır da, "iktidar" olmada epey mesafe katedmiş "Sağ İktidar"lar topluluğunda, "Kerbelâ Faciâsı"nı "anlama" algılama"da "sıkıntılar" olduğudur. Bir bakıyorsunuz, 1992 tarihli Zaman mevkutesinde, Halil GÖNENÇ Hocaefendi’nin "Kerbelâ Ropörtajı"nı okuduğunuzda; yine 12 Eylül sonrası "büyütülen" "Türkiye Gazetesi’nin 10 Muharrem 1430 tarihli sayısındaki "Kerbela Gerçeği" isimli bir "Doç."un yazısını okuduğunuzda; sanki "Yezid’i savunmaya geçmiş", "Yezid safındaki yerini almış Müslüman tipi ve zihniyeti "ile karşılaşıyorsunuz…Yok "Yezid’e kâfir denilemezmişte…Yok "Yezid"e bilmem ne denilemezmişte…"

Behey ahmaklar! Sizler "Hazret-i Hüseyin Efendimizin(r.anh.) mi safındasınız? Yoksa Hazret-i Hüseyin Efendimizin(r.anh) "mektupları"nda da dediği üzere "şarapçı, facir, fücur Yezid’in mi?"

"Ben ki Türk’üm, bana Hazret-i Hüseyin Efendimizi(r.anh) anlatabilmede, yardım et Allahım", diye duâ eden "Fuzulî", "Kerbelâ " mevzûlu eserinde, aslında "trajediyi "edebî üslubu" ile, mısralarla ne güzel de anlatıyor…

Meraklandığım: Acaba "Sürgünzedelerin Başbuğu" Bediüzzaman (k.s.), "eserleri"nde, "Kerbelâ Faciâsı"nı nasıl ve ne şekilde anlatmıştı? Neler yazmış ve neler demişti?

Yine "Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi", "eserleri"nde, "Kerbelâ Faciâsı"nı ne şekilde işlemişti?

Aslında "Yezid’in de elinde tankı, topu, tüfeği olsa idi, bugün 16. güne erişen "Gazze Katliâmı"nda yaşanılanları yaşatan "İsrail Yahudi Siyonist Zihniyeti"nin yaptığının "aynısı"nı yapardı.

07 Aralık 1917'de "düşen" Gazze’miz…

"Osmanlı’nın torunlarının Gazzesi…." "Bizim Gazze…"

"Gazze Katliâmı, Kerbelâ Zihniyeti’nin izdüşümü" diyen tesbite katılmamak müm kün mü?

Ve 91 yıl önce "Gazze Düşmese" idi, "biz" düşer miydik? "Türkiye Düşmese" idi, "Yahudi Siyonist Zihniyet’in lideri", "hegemonik zalim güç", neredeyse altı yıla erişen "Irak’ı işgal" edebilir miydi? "Yavrusu İsrail" Filistin’deki "Müslüman Kardeşlerimize" , tarihçi üstad Kadir MISIROĞLU’nun, "Osmanlı Filistini"ni isimli TV NET’te de ifâde ettiği üzre, "ibadet derecesinde bebeleri de öldürü müydü? İbadet yaparcasına Müslüman katliâmı yapabilir miydi?"

MISIROĞLU üstadın da dediği üzre "Ermeni Mes’elesi"nden "Kürt Mes’elesi"ne kadar, "her taşın altında sahiden Yahudi" var.. Var var olmasına da, "Yahudi Siyonist Güdümlü İdareler"in "timsahın gözyaşıları" dökmelerine, "Müslümanlara diplomasi" yapmalarına ne diyeceğiz ki?

"TKP"sinden "Alperenleri"ne kadar bütün "yönetilenler" sahiden tepki gösterirlerken; "yönetenler"in " yönettiklerine "diplomasi" yapmalarına ne diyeceğiz?

Müslümanlar niye kandırılıyor? Neden aldatılıyor ki?

1369 yıl öncesinden, Kerbelâ’dan beri "güç’ü elinde tutanlar", "biat etmeyenleri biata zorlarlarken;", "yönettiklerini de şahane bir şekilde "aldatmaya ve kandırmaya" devam ediyorlar…

Ne diyelim….

"Türkiye-İsrail Antlaşmaları"nı "gözlerine mi sokalım?

Evet, "Kerbelâ Zihniyeti’nin 1430'daki versiyonu"nu sizler de "hissedebilirsiniz…