Powered By Blogger

31 Temmuz 2008 Perşembe

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER(3)

YAZI DİZİSİ:


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(3)/(SON)



TÜRK MİLLİYETÇİLERİ NİYE “TERÖRE BULAŞ(TIRIL)MIŞ”TI?

“Hangi taraftan gelirse gelsin silahlı eylemlerin tek amacı; korku, panik yaratarak üstünlük sağlama ve toplumsal hayatı felç ederek düşüncelerini zorla ikame etmeyi içerir. Niyetler ne olursa olsun, sonuç budur! Ve literatürde bu tür eylemlerin ismi “TERÖRİZM”dir…Kahvelerin basılması, öğrenci topluluğunun üzerine bomba atılması ve daha nice eylemler sonucu insanların katledildiği hatırlardan çıkarılmamalıdır. Bu tür eylemlere silahlı aşırı sağın da katıldığı hepimizin bildiği bir husustur” ifâdeleri ile “hatırlardan çıkarılmaması” gerekli hususlardan bahseden dönemin “İtirafçılar Olgusu Kervanı”ndan ATILGAN’ın bu ifâdeleri ile birtakım “sosyal it”lerin, “marks-fosil zihniyetliler” örtüşen “zihniyet formatı”na sahip olduğunu belirtmeliyiz, belki de…
“Sağ” ve “Sol” veya “Milliyetçi-Ülkücü ve Marksist-Leninist(Komünist) kesimin “terör eylem”ine katılmalarındaki sebep nedir ve her iki kesimin “terör eylemi”ne katılmalarındaki “sebep”, “motiv” farklı değil midir? “Sağcıları” bu “eylemler” içerisine ya “memlekete hizmet düşüncesi” veya “farkında olmadan başkaları tarafından kullanılmaları”dır.Gerçektende, “sağ kesim” çok zaman “Devlet’e yardımcı olmak fikrinden” yola çıkmış, bir “metod hatası” veya “kandırılması” sonucu “terörist eylemlere” katılmışlardır. Buna mukabil “sol kesim” bu düşünce tarzının temel unsurlarından olan ve psikiyatri de “ambivalans” dediğimiz “zıt fikirler” hemen dikkati çeker. Adam öldürmektedirler, “halkın mutluluğu için”; cinayet işlemektedirler, “dostluk uğruna”; yakıp, yıkmaktadırlar, adını “idealizm”e çıkararak(!)…(7)
Bir araştırmada, bu hususta şu değerlendirmeler yapılmaktadır: “Türkiye’deki terör örgütleri, Avrupa’dakilere nazaran daha geniş ve radikal hedeflere yönelmişlerdir. Marksist-Leninist ideolojinin değişik versiyonlarını benimseyen iki düzineye yakın “sol terör örgütü” , “silahlı mücadeleye dayanan bir strateji” izleyerek; demokratik rejimi yıkmak ve yerine Marksist-Leninist bir rejim kurmak peşindeydiler…(Hatırlatma:‘Bozuk düzen, “Yıkılsın düzen”, “Âdil Düzen”, “Düzene karşıyız” lakırdılarındaki “Düzen” ifâdesi bile aslında Marksist-Leninist(Komünist) bir jargondur. Niye “Nizam’a karşıyız” diyemiyorlar da, “Düzen’e karşıyız diyorlar?! Niye “Nizam Partisi” demişlerdi de “Düzen Partisi” dememişlerdi? Ve dangalaklık(!), “siyasî ümmetçi fırlatmalık”(!) yaparcasına, nie “Adil Nizam” dememişlerdi de, “Adil Düzen” demişlerdi? Ülkücü Hareket’in “Birikim”i, kapanan “Millî Eğitim ve Kültür” Dergisi de hatırlanmalı…İ.G.)
“Sağ/Milliyetçi-Ülkücü teröristler(!)” ise hemen hemen tamamıyla bir tek örgütte toplanmışlardır. Bunlar ideolojik bakımdan “eklektik bir felsefe” izledikleri gibi, amaçları bakımından da “net bir görünüme” sahip değildir. Kendi ifâdelerine göre “Devlet’i kurtarmak”, “Devlet’e yardımcı olmak” amacındadırlar. Genel olarak “otoriter” eğilimlere sahip oldukları ve “tepkici”niteliklerinin ağır bastığı görülmektedir.
“12 Eylül 1980 öncesi”, “silahlı aşırı sağcı”, “ırkçı yasadışı örgütler”den, kısa ismi ETKO, TİT, MİK ve TİBO (9)(Hatırlatma: Abdullah ÇATLI, Haluk KIRCI, Oral ÇELİK, Mehmet Ali AĞCA ve Ercüment GEDİKLİ’nin kadrosunda olduğu “Türk İntikam Tugayı”(T.İ.T.); 12Eylül 1980 sonrası “ikinci T.İ.T.” olduğunda ise “PKK’ya karşı Türkçü bir örgüt”e yani çok başka yazılımlara da dönüşmüştü.Radikal Gazetesi, 22.Temmuz.2008-Manşet);Ak Parti gibi “tanımsız/tarif edilemeyen” ve altı yıldır “tek başına gayr-ı millî iktidar” olan, İS’in bile yazamadığı üzre “milliyetçi iktidar olamayan” ve neredeyse “Amerikan Milliyetçiliği’nin Türkiye versiyonu” olan; 13 ay önce başlatılan “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonlar”ın bile neresindeler, neredeler Allah(c.c.) aşkına? “Doğan Öz Olgusu” nu “U.S.A Yazılımı Taraf” gibi gazetelerinde “hatırlatanlar; son 28 yıldır “Türk Milliyetçilerini, Ülkücü Alperenleri”, “Ergenekon Ahtapot”unda göremeyince, bu “göremeyişleri”ni, “efkâr-ı umumiye” ile paylaşmalarını beklemek da, böyle bir “Türkiye Olgusu”nda, “gayet saftoriklik” olsa gerek! “Müslümanlığı bile kimseye bırakamayan”, meşhur tanımlamamızla “siyasî ümmetçiler”in bütün mevkûteleri bile Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin, Ülkücü Alperenlerin bu “haklılığını” “bir cümle ile de olsa “olguları” itibariyle “yazamamaktadırlar…
Hani nerede “MHP/Milliyetçi-Ülkücü-Alperen Ergenekon”? Hani nerede???
AK PARTİ gibi “tanımsız/tarif edilemeyen” “U.S.A. Milliyetçiliğinin Şampiyonu” bir “siyasî irade”nin, “ayırımcılık/kayırmacılık” yaptığı gibi bir “saçmalıklar batağına” düşmeyin sakın..Eğer böyle bir “olgu-vakıa” olsa idi, AKP asla affetmezdi, ezer geçerdi…
Türkiye’mizde sağduyu ve akli selim sahibi “vatan kardeşlerimiz”, ilim ve fikir adamlarımız ve yazar olan kalem sahiplerimizin bir çoğu da, 12 Eylül 1980 öncesi Milliyetçi-Ülkücü Türk gençlerinin “nefsî/meşrû müdafaa” hâlinde kalarak “teröre çekildikleri”ni, “teröre bulaş(tırıl)mışlar” olduğunu, işledikleri “suç”ların farklı “saik”, “motiv”lerle meydana geldiğini, bu sebeple de “tarafsızlık, dengecilik, Batı’ya şirin gözükme adına” bu gençleri de “kurunun yanında yaş da yansın” mentalitesi ile “aynı kefeye” koymanın çok “yanlış” olduğu görüşündedirler.(10)

TOTALİTER İDEOLOJİLER ve TERÖR

Bu konuda “titrisiz münevver/mütefekkir” Taha AKYOL’un “terör” üzerine yaptığı tesbitleri de hatırlatmak istiyorum:
1-Terör, cemiyet yapısında köklü değişikliklerin vuku bulduğu, eski değerler sistemi sarsılıp, yeni değerlerin henüz teşekkül etmediği veya yaygın olarak kabulleneilmediği çağlarda ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla terör, “gelişmeci” değil “ihtilâlci-devrimci” geçişlerin ürünüdür. Bu yüzden “yabancılaşma” veya aynı vakıânın başka kelimelerle ifâdesi olan “değerler buhranı”, terörün temel âmilidir.
2- Robespierre, Lenin, Stalin, Hitler gibi câni teröristler çağlarında ve ülkelerindeki şiddetin baş aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fakat “bu şahıslar olmasaydı, temsil ettikleri ideolojileri teröre tevessül etmezlerdi” düşüncesi ise kökten hâtâlıdır. Terör, komünizm ve nazizim gibi “bütün izm’lerde”ki, dünyayı iki renkli gören “devrimci ideolojiler”in, “totaliter sistemler”in tabiatında vardır. Fransız İhtilâli’nin, Bolşevizm’in ve Nazizm’in bu liderleri olmasaydı, bu hareketler kendilerine isimleri farklı fakat mizaçları aynı kaatilleri mutlaka bulacaklardır. “Terör” ve “totaliter düşünce” bir madalyonun iki ayrı yüzünden ibarettir.
3- Türkiye’ye yönelen, 2008’lerde bile “sonlanamayan” terörün üçüncü temel özelliği de “emperyalizm’in silahı” olma vasfını muhafaza etmesidir. (11) Fransa’da “Jakoben”; Almanya’da “Nazi”; Rusya’da “Bolşevik terörü” üzerinde “Politikada Şiddet” isimli eserinde “ayrıntılı” bir şekilde duran AKYOL; dönemin Tercüman Gazetesi’ndeki yazıları ile “teröre kaynaklık eden” düşüncelerin yer aldığı, “İslâmî markalı”, “yeni haricîler”de dediği “radikal devrimci İslâmcılık”tan ve aynı zamanda “totaliter bir ideoloji”den de bahsetmektedir. Bugün de “Jakobenizm’i savunan”, bütün eylemleriyle “Robespierre’i öven” hattâ övgüsünü “İmparator Napolyan’a kadar” götüren , bazılarınca Türkiyemizin “Uçukistan Serisi”ne dahil edilen Yalçın KÜÇÜK gibilerin mevcudiyetine rağmen;(12) günümüzde, 2008’ler Türkiyesi’nde, sahici bir şekilde “teröre kimlerin lânetler yağdırdığını düşünmelidirler. Bu hususu ve hele de “Cumhuriyet Tarihi’nde bir ilk” olan “darbecilere darbe”yi, yani “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonu”nu hatırlayarak düşünenler; Türklük sevgisi, Türk kültüründen, İslâmiyet’ten ve Türk tarihinden beslenen, şuurlanan ve “teori”sini bu “beslenme kaynakları” üzerine kuran; Türk Milleti’nin ebedî bekâsını, ilmî zihniyet/analitik düşünce metodu ile sağlamayı gaye edinen “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”nin(TMFS), ne Marksizm-Leninizm(Komünizm), Faşizm, ne de “dinî etiketli” “yeni Haricîlik” denilen “totaliter ideolojiler”le , uzaktan-yakından alakası olmadığını, olamayacağını, daha net ve bariz olarak görecekler ve “Milliyetçi Terör”, “Ülkücü Terör” tanımlamalarının ne kadar da “gerçek dışı” olduğunu da fark edeceklerdir.

FORUMLAR-HÜR TARTIŞMA MEYDANLARI ve SUÂLLERİM

2008’ler Türkiyesi’ndeki “teknoloji”nin getirdiği muazzam imkânlardan olan “internet/web siteleri”ndeki “forum”ların, gerçek bir “hür tartışma meydanları” olmaları ve “fikirlerden korkmadan”, “tenkitçi düşünceye/eleştirel bakışa” sahip olarak, “siyasî günahlar işlemeyi de göze alarak”, her türlü “kapalılık”tan kurtulunmalıdır. Kimilerinin öve öve bitiremediği ve hayranlıklarını gizleyemediği “İran İslâm İnkılabı”, “Humeyni Devrimi”nin hararetli bir şekilde tartışıldığı 1980’lar “Türkiye Gerçeği”nde, maalesef bazı “Radikal-Devrimci-İslâmcı Humeyni Devrimi Âşığı” “Türk Gençleri”, âdeta “sığlık”larını, “cahillikleri”ni “saklarcasına”, EYGİ HOCA gibi,”İslâm Mütefekkirleri”nin “yazılı tartışma teklifini” bile kabul edemiyorlardı.
Suâllerim: 1- “Siyasî şiddet” de denilen ve “yeni bir harp” şekli de olan “terör”, hangi ideolojilerin, “fkir sistemleri”nin bünye, tabiat veya teorisinde mevcuttur?
2- “Yeni Türk Devleti’nin/Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fikrî temelleri”nden olan ve “Milliyetçi-Ülkücü Cenaha” göre de, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu ideolojisi” olan “Türk Milliyetçiliği Fikir Sisteminin/İdeolojisinin” bünye, tabiat veya teorisinde, “terör”, “şiddet”, “siyasî şiddet” , “siyasî tedhiş” meydana getirecek bir “düşünce”, bir “fikrin “olmadığı, 2008’ler Türkiyesi’ndeki “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları” sonrası da alenen bir kez daha belli olmadı mı?
3- “Kavgam” gibi “totaliter ideolojileri” hatırlatan eserler ile adetâ “Türk Milliyetçiliği= Nazizim”, “Türk Milliyetçiliği= Totaliterizm” gibi “zorlama yakıştırma gayretlerinin sebepleri ve beklenilen gayeler neler olmuştur?
4- Türkiye’mizde “anarşi ve terör”ün gaye ve hedefleri neler olmuş, kimler “gaye ve hedeflere”varmayı kolaylaştırıcı, doğrudan veya dolaylı roller oynamıştır?
5- Türkiye’mizde “anarşi ve terör”, kimleri “hedef” seçmiştir?
6- 12 Eylül 1980 öncesi Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, hangi şartlarda ve ne gibi sebeplerle “teröre bulaş(tırıl)mışlar”dır? Ve 12 Eylül 1980’den 18 Temmuz 2008’e, yirmisekiz yıl sonra, niye “bulaş(tırıl)mamışlar”dır?
7- 2008’ler Türkiyesi’nde “Şiddet Yanlısı”, “Darbeci Terörist Paşaları”, kimler “kahramanlaştırıyor”, “kahramanlaştırılan teröristler kataloğunda”, sürekli “çamurlar atılan”, “Ülkücü Hareket Mensupları” da yer alıyor mu?
“Tarihin yargılaması” ve neticede “Tarih böyle diyor” söylemi ile ortaya çıkan “hakikatleri” kabul edebilmeye hazır “mangal gibi yürekliler” de kaldı mı?
Bir yıldan fazla süredir, belki de 2003’den beri başlayan bir “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları”nın “sonlandırılmaya” doğru gidildiği bir “gidişat”ta, bari “Her şey Hakk için” zihniyetinde olan “cenahlar” da bu “hakikatleri” ne zaman “Türk Efkar-ı Umumiyesi” ile paylaşacaklardır ki?
Ve affedersiniz, “kazık gibi” bir suâl: İspanya, İtalya ve Yunanistan’daki,(Avrupa’daki) darbe(ci)lerin âkıbetleri malûm. “En azından dürüst” olacaksak; “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları” bitimi, “Türk Demokrasisi”, “Avrupa Demokrasisi” ayarına, kıvamına sahiden gelebilecek mi???
18. Temmuz. 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:
(1): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “Öyle Diyecekler”, Başyazı, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Yıl.:1, Sayı.:23, 11.Mayıs. 1981, s.3
(2): Tokay GÖZÜTOK, “Bir Gazetecinin Cezaevleri ve Mazlumlar Arasındaki Tesbitleri”, “Ülkemizi 12 Eylül’e Getiren Sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar”, 14-15 Eylül 1984, İstanbul, Tebliğler, Tahliller ve Sonuç Bildirisi, Aydınlar Ocağı Yayınları, s.276, 277
(3) Tokay GÖZÜTOK, a.g. tebliği, s.257
(4): “Devlet’in Yokluğunda Komünistlere Karşı Millet”, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Yıl.:1, Sayı.:18, Baskı Tarihi 05. Nisan. 1981, Ankara, s.4
(5): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “Cemiyetin Refleksleri”, Başyazı, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Baskı Tarihi 03. Nisan. 1981, Yıl.:1, Sayı.:19, s.3
(6): Prof.Dr. Fahir ARMAOĞLU, “Türkiye Cumhuriyeti’ni Yıkmaya Matuf Siyasî ve İdeolojik Oyunlar”, TKAE Yayınları, Ankara 1986, s.25
(7): Prof.Dr.Ayhan SONGAR, “Türkiye’de Terör Olaylarının Arkasında Yatan Gerçekler Sosyo-Psikolojik Araştırma ve Değerlendirme”, “Ülkemizi 12 Eylül ‘e Getiren Sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar”, s.323
(8): Dr. Attila YAYLA, “Türk Terörü ile Avrupa terörü Arasında Bir Karşılaştırma”, Yeni FORUM Dergisi, Cilt.:8, Sayı.:179, 15.02.1987, s.39
(9): Salih ŞAHİN, “Gençlik ve Yıkıcı Faaliyetlerin Stratejileri”, Yeni FORUM Dergisi, Cilt.:7, Sayı.:164, 01.Temmuz.1986, s.26
(10): Meselâ: Ergun GÖZE, “TRT’de Silahlı Sağ Eylem”, Tercüman Gazetesi, Köşebaşı Sutünu, 20. Mart. 1981(Cuma), s.6; Yılmaz ÖZTUNA, “Türk Olmak”, Tercüman Gazetesi, Tar. Göz. Sütunu, 1987
(11): Taha AKYOL, “Politikada Şiddet”, Töre-Devlet Yayınları, Nu.:49, 1. Baskı, Ankara 1980 ve Bakınız Atilla YAYLA, “Devlet Terörü Sovyetler Birliği ve Nazi Almanya’sında Terör-1”, Yeni FORUM Dergisi, “Terörizm Üzerine Yazılar-1”, Sayı.:165, Cilt.:7 s.24….. ve 31
(12): Taha AKYOL, “Terör Demokrasisi” “Sivil Toplum Cevapları-2”, Tercüman Gazetesi, 11. Nisan. 1986, s.1, 12

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER(2)

YAZI DİZİSİ:

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(2)



MİLLİYETÇİLER-ÜLKÜCÜLER 12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ NİYE “SİLAHA SARILMIŞLAR”DI?


“Biz onları 12 Eylül öncesinden de biliriz” diyen “zihniyet sahipleri”, 12 Eylül 1980 öncesi, hangi Milliyetçi-Ülkücü Türk genci, “Ülke elden gidiyor” gerekçesine dayanarak “silahlı eylemler”e girişmiştir?Milliyetçi-Ülkücü Türk gençleri, sözüm ona , “sözde silahlı eylemler”e nasıl “girişmiş” ve eline, yeri geldiğinde, izolabantlarla yapıştırdığı, “süper silahlar”ı hangi şartlar altında almış veya almaya mecbur bırakılmışlardır? Hiç düşünmüş müydüler?
Hatırlanacağı üzre, TRT ‘de, 30. Mart. 1981 tarihinde, akşam yayınlanan “P.K.K. ve Güneydoğu Olayları” programında, “Biz teslim olamayız. Biz Türk Bayrağı altında yaşıyoruz, dedik. Biz altınlarımızı sattık. Koyunlarımızı sattık. Onlara karşı gelebilmek için silah aldık, silah almak zorundaydık. Karım, kızım, çocuğum jarjur dolduruyor, ben de ateş ediyordum. Bu hesapla canımızı muhafaza ettik. O zamanlar “Devlet” bize sahip çıkmıyordu. “, feryadları, “Devlet Yokluğunda Komünistlere Karşı Millet”in, yaşama, mücadele ve azminin de ispatı olmuyor muydu? Bu şekilde bir “meşru müdafaa” hâlinde kalan ve “Devlet’in yokluğunda”, kendi silahını kendi parası ile alan ve Devlet-Millet düşmanlarına karşı, mukavemet edenler de “terörist” mi idiler? Bunlar da “silahlı eylem” mi yapmaktaydılar?
Hâlen Güney-Doğu Anadolu’muzdaki “vatan kardeşleri”mizden “köy korucuları” denilen insanlarımız, Devlet’in kendilerine temin ettiği , sağladığı silahlarla, Kürtçü komünistlere karşı “silahlı mücadele” etmektedirler. 12 Eylül 1980 öncesi ise “Hilvanlılar, kadın-erkek silaha sarılarak mücadele etmişler; etmeseler ne olacaktı?Onlar ölmekle kalmaz, milletimizdeki ümit ve mücadele azmi de “ölmez miydi?” Zaten terörün maksadı insanları ortadan kaldırmak değil, onları sindirerek köle hâline getirmek değil mi? Bir cemiyette sivil insanların bizzat emniyet sağlayıcı güçler hâline gelmesi, nasıl bir değişmenin eseriydi? Ve sosyal bünye açısından ne ifâde ediyordu? “Bozuk gidişe karşı mukavemet gücünü bir milletin hayatiyetini ve yaşama, başarma azmini gösteren başlıca işaret olması” bakımından, hiç mi ehemmiyeti yoktur? Meşhur İngiliz yazarı George Orwel’ın “Bir Fil’i Öldürmek” hikâyesinde anlatılmak istenildiği gibi, “Bir cemiyet, bu hâle geldiği zaman artık canını ve malını, kendisini sömürenlerin himayesine terk ediyor demektir. İşte Hilvan’lıların, Siverek’lilerin, Artvin’lilerin, Fatsa’lıların, Kars’lıların ve daha nicelerinin üzerinde estirilen “terör” bu hedefi elde etmek istiyordu. Bunun için de “terörcülerin” en büyük düşmanları, halk içinde mukavemet mihrakı oluşturabilecek insanlardı.”(5) Yani Türk Polisi, Türk Jandarması, T.S.K.’lılar (Hatırlatma: 1960-1980 arası TSK Şehidlerinin sayısı ile 1980-2008 tarihleri arası TSK Şehidlerinin sayısını da gönüldaşlarımızdan biri öğrenip, yazsın bari.İ.G.)ve tabii MHP’liler, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, “terörcülerin en büyük düşmanları” idiler değil mi? Millet içinde “mukavemet mihrakı” oluşturanlardan , MHP’liler( hani kimileri sanki alay edercesine MEHAPE diyor ya! CHP’ye ise niye CEHAPE demezler ki?)Milliyetçi- Ülkücü Türk Gençleri, bu sebeple değil midir ki, Marksist-Leninist-Devrimci terörcüler tarafından, “engel görüldükleri” için “hedef” seçildiler ve neticede 2008’ler Türkiyesi’nde bile “hiçbir cenah”ın geçemeyeceği, çoğu “asaletsizler”den oluşan, 15 ciltlik “Ülkücü Şehidler Serisi”ni oluşturdular. Ve tabii onbinlerce sakat, yaralı…MHP’li, Milliyetçi-Ülkücü olmak, “öldürülmek için yeterli ve gerekli sebep” değil miydi?

“YANLIŞ İDEOLOJİ” TERCİH EDENLER VE….

“Türkiye’miz ve Türklük Âlemine yönelik tehdit, baskı ve tehlikelerin sebep ve mahiyetlerini, aslında “Ben Türk’üm diyenlerin Allah’(c.c.)tan başka dostları” olmadığını bilen; “millî tehlikeler karşısında, millî şuura sahip nesillerden; sapına kadar “traWmatize” edilmiş, “çileleri rütbeleri olan “nesillerden olmalıyız. “1968 Kuşağı” gibi değil; yahut günümüzde ekseriyeti itibari ile dedirtecek ölçüde “fiesta”cılık bataklığı”ndaki, “eğlence kültürü çamuru”ndaki “30 yaşındakiler”, “30 yaşın altındakiler” yani “12 Eylül Nesilleri” gibi değil; Türk Milleti’nin ebedî bekâsını, ilmî zihniyet metodu/analitik düşünce tarzı ile sağlamaya, millî tehdit, baskı ve tehlikelerin gerçek yüzünü anlamaya, düşman kapıya dayanmadan evvel, düşmanın kim olduğunu tanıtmaya çalışırken; “nefsi müdafaa” hâlinde kalarak “teröre çekilmiş” , “çile” de, “dram”da, “traWmatiklikte”, en önde olan ve hâlâ da “teşkilatları ile en önde olan” “Yusuf Yüzlü Nesiller”den olmalıyız.
“12 Eylül 1980 öncesi”, Türkiye’miz, “ilan edilmemiş, şiddet derecesi düşük harp” de denilen yeni bir harp şekli ile karşı karşıya olmasaydı yani böyle bir harp şeklinin taarruzuna mâruz kalmasaydı, “devrimci-komünist terör”ün etkisiyle, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, hem de “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun leşe” denilen bir ortamda, “tepki gösterip”, evvelâ “fikrî mücadele” ile mukavemet ederek, sonra da “meşrû/nefsî müdafaa” hâlinde kalarak, “döküntü/çakaralmaz silahlara” sarılırlar ve bu arada sistemli olarak “teröre çekilmiş” de olabilirler miydi? “Türk âleminin en büyük düşmanı” olan ve “her görüldüğü yerde ezilmesi” gereken “komünizmi”, kendi yayılmacılık siyaseti icabı kullanan, içeriye karşı “milliyetçi”, dışarıya karşı “komünist”; 12 Eylül 1980 öncesi, Türkiye’mizin tarihinde “ilk defa” olarak, “bu kadar fazla derecede komünizm kıskacına” alınmasını sağlayan; Türkiye’mizdeki terörün arkasındaki “en büyük güçlerden olan”, “Rus Milliyetçiliği” bayrağını dalgalandıran Sovyet-Rusya’nın, tarihî emel ve ihtiraslarının günümüzde, 2008’ler Türkiyesi’nde bile “sonlandığını” söylemek ne mümkündür ki?(6) “Türkistanlı şâir”in dediği üzre; “Dünya, Urussuz, Emrikasız ne güzel olurdu…”(Devamı Var)


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER(2)

YAZI DİZİSİ:

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(2)



MİLLİYETÇİLER-ÜLKÜCÜLER 12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ NİYE “SİLAHA SARILMIŞLAR”DI?


“Biz onları 12 Eylül öncesinden de biliriz” diyen “zihniyet sahipleri”, 12 Eylül 1980 öncesi, hangi Milliyetçi-Ülkücü Türk genci, “Ülke elden gidiyor” gerekçesine dayanarak “silahlı eylemler”e girişmiştir?Milliyetçi-Ülkücü Türk gençleri, sözüm ona , “sözde silahlı eylemler”e nasıl “girişmiş” ve eline, yeri geldiğinde, izolabantlarla yapıştırdığı, “süper silahlar”ı hangi şartlar altında almış veya almaya mecbur bırakılmışlardır? Hiç düşünmüş müydüler?
Hatırlanacağı üzre, TRT ‘de, 30. Mart. 1981 tarihinde, akşam yayınlanan “P.K.K. ve Güneydoğu Olayları” programında, “Biz teslim olamayız. Biz Türk Bayrağı altında yaşıyoruz, dedik. Biz altınlarımızı sattık. Koyunlarımızı sattık. Onlara karşı gelebilmek için silah aldık, silah almak zorundaydık. Karım, kızım, çocuğum jarjur dolduruyor, ben de ateş ediyordum. Bu hesapla canımızı muhafaza ettik. O zamanlar “Devlet” bize sahip çıkmıyordu. “, feryadları, “Devlet Yokluğunda Komünistlere Karşı Millet”in, yaşama, mücadele ve azminin de ispatı olmuyor muydu? Bu şekilde bir “meşru müdafaa” hâlinde kalan ve “Devlet’in yokluğunda”, kendi silahını kendi parası ile alan ve Devlet-Millet düşmanlarına karşı, mukavemet edenler de “terörist” mi idiler? Bunlar da “silahlı eylem” mi yapmaktaydılar?
Hâlen Güney-Doğu Anadolu’muzdaki “vatan kardeşleri”mizden “köy korucuları” denilen insanlarımız, Devlet’in kendilerine temin ettiği , sağladığı silahlarla, Kürtçü komünistlere karşı “silahlı mücadele” etmektedirler. 12 Eylül 1980 öncesi ise “Hilvanlılar, kadın-erkek silaha sarılarak mücadele etmişler; etmeseler ne olacaktı?Onlar ölmekle kalmaz, milletimizdeki ümit ve mücadele azmi de “ölmez miydi?” Zaten terörün maksadı insanları ortadan kaldırmak değil, onları sindirerek köle hâline getirmek değil mi? Bir cemiyette sivil insanların bizzat emniyet sağlayıcı güçler hâline gelmesi, nasıl bir değişmenin eseriydi? Ve sosyal bünye açısından ne ifâde ediyordu? “Bozuk gidişe karşı mukavemet gücünü bir milletin hayatiyetini ve yaşama, başarma azmini gösteren başlıca işaret olması” bakımından, hiç mi ehemmiyeti yoktur? Meşhur İngiliz yazarı George Orwel’ın “Bir Fil’i Öldürmek” hikâyesinde anlatılmak istenildiği gibi, “Bir cemiyet, bu hâle geldiği zaman artık canını ve malını, kendisini sömürenlerin himayesine terk ediyor demektir. İşte Hilvan’lıların, Siverek’lilerin, Artvin’lilerin, Fatsa’lıların, Kars’lıların ve daha nicelerinin üzerinde estirilen “terör” bu hedefi elde etmek istiyordu. Bunun için de “terörcülerin” en büyük düşmanları, halk içinde mukavemet mihrakı oluşturabilecek insanlardı.”(5) Yani Türk Polisi, Türk Jandarması, T.S.K.’lılar (Hatırlatma: 1960-1980 arası TSK Şehidlerinin sayısı ile 1980-2008 tarihleri arası TSK Şehidlerinin sayısını da gönüldaşlarımızdan biri öğrenip, yazsın bari.İ.G.)ve tabii MHP’liler, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, “terörcülerin en büyük düşmanları” idiler değil mi? Millet içinde “mukavemet mihrakı” oluşturanlardan , MHP’liler( hani kimileri sanki alay edercesine MEHAPE diyor ya! CHP’ye ise niye CEHAPE demezler ki?)Milliyetçi- Ülkücü Türk Gençleri, bu sebeple değil midir ki, Marksist-Leninist-Devrimci terörcüler tarafından, “engel görüldükleri” için “hedef” seçildiler ve neticede 2008’ler Türkiyesi’nde bile “hiçbir cenah”ın geçemeyeceği, çoğu “asaletsizler”den oluşan, 15 ciltlik “Ülkücü Şehidler Serisi”ni oluşturdular. Ve tabii onbinlerce sakat, yaralı…MHP’li, Milliyetçi-Ülkücü olmak, “öldürülmek için yeterli ve gerekli sebep” değil miydi?

“YANLIŞ İDEOLOJİ” TERCİH EDENLER VE….

“Türkiye’miz ve Türklük Âlemine yönelik tehdit, baskı ve tehlikelerin sebep ve mahiyetlerini, aslında “Ben Türk’üm diyenlerin Allah’(c.c.)tan başka dostları” olmadığını bilen; “millî tehlikeler karşısında, millî şuura sahip nesillerden; sapına kadar “traWmatize” edilmiş, “çileleri rütbeleri olan “nesillerden olmalıyız. “1968 Kuşağı” gibi değil; yahut günümüzde ekseriyeti itibari ile dedirtecek ölçüde “fiesta”cılık bataklığı”ndaki, “eğlence kültürü çamuru”ndaki “30 yaşındakiler”, “30 yaşın altındakiler” yani “12 Eylül Nesilleri” gibi değil; Türk Milleti’nin ebedî bekâsını, ilmî zihniyet metodu/analitik düşünce tarzı ile sağlamaya, millî tehdit, baskı ve tehlikelerin gerçek yüzünü anlamaya, düşman kapıya dayanmadan evvel, düşmanın kim olduğunu tanıtmaya çalışırken; “nefsi müdafaa” hâlinde kalarak “teröre çekilmiş” , “çile” de, “dram”da, “traWmatiklikte”, en önde olan ve hâlâ da “teşkilatları ile en önde olan” “Yusuf Yüzlü Nesiller”den olmalıyız.
“12 Eylül 1980 öncesi”, Türkiye’miz, “ilan edilmemiş, şiddet derecesi düşük harp” de denilen yeni bir harp şekli ile karşı karşıya olmasaydı yani böyle bir harp şeklinin taarruzuna mâruz kalmasaydı, “devrimci-komünist terör”ün etkisiyle, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, hem de “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun leşe” denilen bir ortamda, “tepki gösterip”, evvelâ “fikrî mücadele” ile mukavemet ederek, sonra da “meşrû/nefsî müdafaa” hâlinde kalarak, “döküntü/çakaralmaz silahlara” sarılırlar ve bu arada sistemli olarak “teröre çekilmiş” de olabilirler miydi? “Türk âleminin en büyük düşmanı” olan ve “her görüldüğü yerde ezilmesi” gereken “komünizmi”, kendi yayılmacılık siyaseti icabı kullanan, içeriye karşı “milliyetçi”, dışarıya karşı “komünist”; 12 Eylül 1980 öncesi, Türkiye’mizin tarihinde “ilk defa” olarak, “bu kadar fazla derecede komünizm kıskacına” alınmasını sağlayan; Türkiye’mizdeki terörün arkasındaki “en büyük güçlerden olan”, “Rus Milliyetçiliği” bayrağını dalgalandıran Sovyet-Rusya’nın, tarihî emel ve ihtiraslarının günümüzde, 2008’ler Türkiyesi’nde bile “sonlandığını” söylemek ne mümkündür ki?(6) “Türkistanlı şâir”in dediği üzre; “Dünya, Urussuz, Emrikasız ne güzel olurdu…”(Devamı Var)

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER(1)

YAZI DİZİSİ:


“CUMHURİYET TARİHİNDE İLK OLAN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ OPERASYONU “TARTIŞMALARININ HATIRLATTIKLARI…




TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(1)


Kendime göre tesbit ettiğim öncelikli hususlar üzerinde , bir bir durmak ve kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Zaman zaman, “bir takım çevrelerce”, “faşist”, “ırkçı”, “Turancı”, “aşırı milliyetçi” ve “aşırı sağcı” itham ve suçlamalarına mâruz kalan Türk Milliyetçileri, bugün de aynı suçlamalarla karşılaşmaktan kurtulamamaktadırlar. Yukarıda yazdığımız itham ve suçlamalardan mutlaka biri veya ikisi ile her zaman itham edilmekte, suçlanmaktadırlar. Hâlen Türk Milliyetçilerine, bırakalım “bir takım çevreleri”, bu “mâlum çevreler”in korosuna katılmaktan, ne hikmetse çekinmeyen düşünce ve fikir adamlarının, “aşırı sağcı” , “terörcü”, “tedhişçi” , “Biz onları 12 Eylül öncesinden biliriz” itham ve suçlamalarına devam etmeleri, düşüncelerimizi teyid etmektedir. 12 Eylül 1980 sonrası bir “olgu” olarak ortaya çıkan “itirafçılar olgusu kervanı”ndan sayın Necdet ATILGAN’da, dönemin “Yeni FORUM” dergisindeki yazısından da anlaşılacağı üzere, bu “koro”ya dahil olmaktan rahatsızlık duymamış olmalı ki, kendisi de ve hatta 2008’ler Türkiyesinde bile, “Birikim”i ile Ömer LAÇİNER gibi “kartaloz”lar bile Türk Milliyetçileri, Milliyetçi-Ülkücü insanlar için, “aşırı sağ”, hattâ “silahlı aşırı sağ”, “ırkçı” ve “faşist” itham ve suçlamalarını günümüzde de sürdürmektedirler.
“Silahlı aşırı sağ” hususu gibi hususlara sonradan temas edeceğimden, “aşırı sağ” itham ve suçlaması üzerinde durmaya devam edelim. Bu hususa çok değişik açılardan bakan, rahmetli Prof. Dr. Erol GÜNGÖR Hoca, bir yazısında, meselenin püf noktasını şöyle izah ediyor: “Batılıların telkin etmeye çalıştıkları fikir, Türkiye’de sol’un bir tehlike teşkil etmediği, asıl kökü kurutulacak olanların milliyetçiler olduğudur. Ancak bu fikir çok değişik bir üslup içinde sunulmaktadır. “Solcular” yerine kaypak bir “aydınlar” terimi kullanılıyor, “milliyetçiler” için ise “aşırı sağcı” deniliyor. “Hangi gaye ve kimin menfaatleri , bu şekilde bir husumetle karşılaşıldığını belirten rahmetli, Erol GÜNGÖR HOCA; “Avrupa’lının kullandığı üslup gayet ustalıklıdır. Türkiye’de iktidarda bulunanların milliyetçi, yani millet varlığı uğruna her türlü fedakârlığı göze alan insanlar olduklarını onlarda bildikleri için, milliyetçilik düşmanlığı yaparken hep “aşırı sağcı”, “Turancı” vs. tabirlerini kullanılıyor” demektedir. Yine sözde “Türkiye Sağı” nı iki dönemdir “tek başına” oluşturan “siyasî irade”nin başı da, 2002’den bu yana, tamı tamına, altı yıldır, zaman zaman, “milliyetçilik, etnik kökene, dinsel ve bölgeselliğe dayanamaz” tekerlemelerini dillendirmektedir. Peki, milliyetçilik, Türk Milliyetçiliği, “millî bekâ”yı amaçlayan bir milliyetçilik ise neye dayanacağının cevabını ise hâlâ söylemedi…
Biz,şahsen bütün yakıştırmaları, “itham etme”, “suçlama” olarak görürken, rahmetli Erol GÜNGÖR HOCA, “milliyetçilik düşmanlığı yaparken” şeklinde değerlendirmektedir. Rahmetli Erol GÜNGÖR HOCA, bu hususla ilgili yazısını, şu cümlelerle noktalıyor: “Biz Türk Milliyetçileri, milliyetçiliğimize karşı yapılan suçlamaları şeref madalyası olarak taşımaya alışmış insanlarız. Ancak dost olmadığımız çevrelerin lehimizde bulunur ve bize yardımcı olmaya kalkarlarsa o takdirde tuttuğumuz yolun doğru olduğundan endişe edebiliriz. Allah’a şükür, şimdiye kadar böyle bir mantıksızlıkla karşılaşmadık.”(1) dese de, “Türkiye Gerçeği”nde, “Kızılelma Koaliyasyonları” gibi “ucube yakınlaşmalar”, “karıştırmalar- barıştırmalar” da yaşandığını hatırlamak elzemdir. Ancak, elbetteki, “30 yaşındaki gençler”imiz, “30 yaşın altındaki gençler”imiz, yani “12 Eylül Nesilleri”nden, “rağmenlere rağmen” Türk Milliyetçiliği Mefkûresine sahip olmaya çalışan gençlerimiz için de, bu zamana kadar duyulmamış veya bundan sonra da işitilmeyecek muhtemel “itham ve suçlamaları” da bir “şeref madalyası” olarak taşımaya da hazır olmalıdırlar…

“MİLLİYETÇİ –ÜLKÜCÜ TERÖR” VAR MIYDI Kİ?

“12 Eylül sonrası olgular”dan “itirafçı kervanı”ndan Sayın Necdet ATILGAN, dönemin “Yeni FORUM” dergisindeki yazısında şunları serdetmekteydi:” Terör eylemlerinin sağdan veya soldan gelmesi haklı olmayı gerektirmez. Umarım Sayın İsmet GÜLTEKİN, milliyetçi diye “terör” olaylarına karışmış insanlara sahip çıkmıyordu.”
Sonradan “Çılgınlıktan Sağduyuya” ismi ile kitaplaşan ve “Yeni FORUM Yayınları”ndan da çıkan bu “tartışma”da, “konuşmacı olarak yer aldığı ve 1970’li yıllarda düzenlenen bir çok seminer ve toplantılarda “, muhtemelen “Devrimci terör”ü ateşleyen, teşvik eden, “Devrim nutukları” atarken; ben daha henüz beş yaşında, çocukluğumu yaşamakta, o yaştaki çocukların dünyasında yer almakta idim. Zamanın “Darbeci Generali”, “Devlet Başkanı Orgeneral” Kenan EVREN’in Konya konuşmasında belirttiği gibi, şâyed T.S.K., idareye el koymamış, yani 12 Eylül Harekâtı /Darbesi yapılmamış olsa idi, “o konuşma kürsüsü”nden konuşacaklar arasında, belki de kendisi de olacaktı ve ben de, tıpkı beş yaşındaki Afgan çocuklarının, Rus Kızıl Ordusu işgali sonrası yaşadıkları şartlar altında olacaktım. Kezâ, bir eski “terörist”in dediği üzre, “Hazırlanan plan ve stratejiye göre, eğer 12 Eylül darbesi olmasaydı, yapılacak ilk seçimlerde Dev-Yol örgütünün desteklediği 13(on üç) milletvekili Meclis’te olacaktı.”(2)
Böyle bir “tesbit”i, “Temmuz Sıcağı”nı çok hararetle yaşayan “2008’lerin Türkiye Gerçeği”ni hatırlayınca, “Haçlı-Masonik Gül Amplemli”, “D.T.P.= P.K.K.” yazılarının, bir ara “Türkiye Medyası”nda çokca yazıldığı, ancak, “2. Olağan Kongresi”ni 20 Temmuz’da yapma hazırlığındaki “on yılları aşan siyasî çizgi” ise, 20 kişilik grubu ile bugün T.B.M.M.’de olduğunu “anlamlandırmayı” da elbette “orijinal” bir şekilde de yapabilmeliyiz…”Sistem olgusu”nun “dayatmacı/zorba” ve hattâ “terör” kokan muamelerine rağmen “siyasî çizgiler “”yok edilemiyor”, “elimine edilemiyor” ne yazık ki?
Bütün bu “acı gerçeklere”, ve “olgu”lara rağmen; Türk Milliyetçiliğinin fikir kaynaklarında, “külliyatları”nda, asla “şiddet”, “tedhiş”, “terör”, “silahlı mücadele” , “metot” olarak da tavsiye edilmemiş; her daim, daima, mücadele metodu olarak da, kanunlara riayet, meşruiyet, yani “demokratik kurallar içinde” olması vurgulanmıştır, vurgulanmaktadır.
“İtirafçılar Olgusu”nu oluşturanlara şöyle bir suâl de yöneltmiştik: “Sizler hiç Alparslan TÜRKEŞ’in “Temel Görüşler”, “Dokuz Işık” gibi eserlerini ve diğer milliyetçi ilim ve fikir adamlarımızın, meselâ Seyyid Ahmed ARVASÎ’nin, üç ciltlik “Türk-İslâm Ülküsü”nü, Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU’nun “Türk-İslâm Sentezi”ni, Taha AKYOL’un “Politikada Şiddet”ini okudunuz veya okuımak için elinize aldığınız oldu mu? Bırakalım bütün bunları, “MAYAŞ Yayınları”nca yayınlanan “Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası Sorgu”yu okumayı, hiç düşündünüz mü?
Herhalde çoğunuz “silahlı eylem”, insanı katledip “silahlı propaganda” yapmaktan , “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”ni bir “anti-tez” olarak da olsa öğrenmeyi bırak; Marksist-Leninist(Komünist) ideolojiyi bile ancak “zindanlar”da öğrendiniz elbet…Nitekim ATILGAN da bunu “itiraf” etmişti zaten.
Ancak 2008’ler Türkiye’sinde, hâlâ “fikirler mücadelesi”nin de “tam gaz” devam ettiği bir zaman diliminde, “yanlış ideoloji/yanlış fikir sistemi” tercih etmenin “pişmanlığı”nı duyanlar da o kadar az ki?
“Şemsi ÖZKAN”lar bile böyle bir “dramı”, “yanlış fikir sistemi”, “yanlış ideoloji “tercih etmenin “traWmatikliği”ni de yaşayanlardandı: ÖZKAN diyordu ki;“Sonuç olarak bugünkü tavrımızı şöyle izah edebiliriz: Bu tavır , komünist ihanete vurulan bir darbedir. Bu tavır, Türklük şuurunun yeni bir şahlanışıdır. Damarlarımızdaki soylu kanın ihanete isyanıdır. Bu tavır, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de vatan uğruna kanlarını akıtan şehidlerin ruhlarına okunan Fatiha’dır. Bu tavır, Türklüğün yeni zaferidir. Bizi lütfen dinleyin.. Sesimize kulak verin. Af değil, ilgi bekliyoruz. “(3)
(Devamı Var)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(4

YAZI DİZİSİ

HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎ ZİHNİYET


BEDEVÎLER(4)/(SON)

Kur’an-ı Kerîm’de Bedevîlerle yani çöl Arapları ile alâkalı âyetler vardır. Biri de şu âyettir: “Bedevîler, küfür ve nifâk bakımından daha şiddetlidirler. Bununla beraber Allah’ın Peygamber’ine indirdiği hükümlerin sınırını bilmemeye daha lâyıktırlar. Allah her şeyi kemâliyle bilicidir, hükümlerinde hikmet sahibidir. “(Tevbe, 97)
Bedevîler o kadar sert ve katıdırlar ki, Hz. Peygamber’e hayretle sorarlar:
- Siz çocuklarınızı da öper misiniz?
- Peygamber’in cevabı:
- Evet, öperiz. Ne yapayım ben, eğer Allah sizin kalbinizden merhamet ve şefkati silip almışsa.”(26)
İslâm’a hizmet gibi bir “dâvâ” ile ortaya çıkıp, en büyük zararı “İslâm dâvâsı”na veren Hârîcîler, Hz. Ali(k.v.) gibi bir “ilim beldesinin kapısı”nı da “şehid” etmişlerdir. İslâm “etiketi”/kılıfı altında , kendilerinden olmayanları, çoluk-çocuk demeden öldüren Hârîcîler’e mukabil; Hz. Ali(k.v.), şehadetinden önce, kaatil dışında kimseye karşı intikamcılığa kalkışılmamasını önemle uyardı:”- Ey Abdülmuttalip oğulları! Emirü’l-Mü’minin katlolundu diyerek Müslümanların kanına dalmayınız. Benim için ancak benim katilim katolunur .”(27)

Hırslı, radikal ve “serdengeçti” hususiyetlere sahip Hârîcîlik tarihe gömüldü. Temel sebep, tarihin küçük ve basit/sade toplumdan, büyük, karmaşık/mürekkep ve müesseseleşmiş topluma doğru gelişmekte olmasıydı. (28) Hârîcîler şimdi Cezayir’de, Gardarya şehrinin kasaba büyüklüğündeki bir mahallesinde, yine “kabile” halinde kendilerine dönük, dışarıya kapalı, “kapalı toplum” hayatı yaşıyorlar.(Ah keşke! Samanyolu TV’nin AYNA’cısı M. Saim ORHAN, “Maritus Halkı”nı bile ekranlara taşıyan SAİM, bir de Hârîcîlerin Cezayir’deki bu kasabasını da ekrana taşısa.İ.G.)Evler sur gibi duvarlarla çevrilmiş, pencereler bile “dışarı”ya değil, “içeri”ye açılıyor. Daracık dehlizler gibi sokaklar…”Kabile toplumu” insanının bütün ufuk darlığı, taşlaşmış bir hâlde karşımıza çıkıyor.(29)

NETİCE:

“İnternet/dijital Çağ”da bile yaşadığımız “Türk toplumu” yapısından, “yeniden kabileleşme” temayülleri, “Yeni/Neo-Hârîcîler” dedirten türden “türedi olgular”, “oluş(turul)muş vakıalar…””Hizb’ul Ergenekon”lar….”Ulusalcı-Kemalist İslâmcılar…” Ve tarihin de diyeceği şekilde, ekseriyeti de “Millî Görüş/Erbakan Hareketi”nden “türetilmiş”, “oluş(turul)muş olgular…” “Millî Çözüm”, “Baran” “ucubelikleri….”
Ve 2008’ler Türkiyesi’nde, “Anadolu Gençlik” gibi “cafcaflı mevkûteleri”ne adeta “Türkiye Viran Olsun” dercesine, “İran Viran Olmasın” “kapak”ları…
Ve hâlâ ÇAKIRGİL’ler tarzında, “İran İslâm İnkılabı” “meftunluğu..” ÇAKIRGİL’ler gibi yazdığı yüzlerce “makaleleri”nde sadece bir kere “Türk”ü, “büyük T harfli” yazmaları olguları…”Radikal-Devrimci Şiâ Müslümanlığı…” zihniyetleri…
Ve hâlâ aslında sadece “T” ve “K” farklılığından başka bir şey olmayan-ki tarih de öyle diyor-, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” dersem, kimileri de “Ne Mutlu Kürt’üm der!” “sayıklamaları…
Affedersiniz, “Uleyn Kozanoğulları Türkleri”nden olanlar; tarih demiyor mu ki, Türk=Kürt; Kürt=Türk? Tarih böyle diyorsa ki diyor, size….
“İhtilâlci İslâmî eserlerle “büyü(tü)yen bazı gençlerimiz, hele bu “internet/dijital asırda”, gerçekten “hakikat” peşindelerse, “kafalarını kaldırmalıdırlar…”
Kaldı ki, İslâm’ın ve insanlığın “eli kanlı” eylemci, “radikal-devrimci”, “ulusalcı-kemalist İslâmcılar”a değil; Yunus Emre gibi “insan-ı kâmil” Müslümanlara ihtiyacı vardır…Kaldı ki “Türk-İslâm-Muasır” terkibi, 100.yılında da tartıştığımız, 23. Temmuz 1908’lere, 2. Meşrutiyet’lere kadar gitmekte…”İran Tarihî” “Türk Tarihi”nin “gelişim farklılığı” derslerinden ne zaman geçebileceğiz ki???
26.Temmuz.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com
Dip Notlar:
(1): Serhat YÜCEALTAYLI, Yeni FORUM Dergisi, Sayı.:241, 16-30 Eylül.1988
(2): Taha AKYOL, “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”, Kubbealtı Neşriyatı, Basıldığı Tarih:1988, İstanbul, s.55

(3): Fazlurahman, “İslâm”, s.212, Zikreden AKYOL, a.g.e., s.55
(4): Kürşad A. GÜVEN, “Hârîcîler ve Hârîcî Karakteri”, Genç Alperen Dergisi, Mart 1987(Samsun), Sayı.:1, s.21
(5): AKYOL, a.g.e., s.53
(6): AKYOL, a.g.e., s.23
(7): AKYOL, a.g.e., s.19, 20
(8): AKYOL, a.g.e., s.23
(9): AKYOL, a.g.e., s.53
(10): AKYOL, a.g.e., s.54
(11):M.Ebu Zehra,”Siyasî Mezhepler”, s.73 , Zikreden AKYOL, a.g.e.s.57
(12): AKYOL, a.g.e., s.62
(13): Kürşad A. GÜVEN, adı geçen yazı, s.22
(14): AKYOL, a.g.e., s.63
(15): AKYOL, a.g.e., s.60
(16): AKYOL, a.g.e.s.90
(17):AKYOL, a.g.e., s.97
(18): AKYOL, a.g.e., s.54
(19): AKYOL, a.g.e., s.112, 113
(20): AKYOL, a.g.e., s.138
(21): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri”, İstanbul 1981, s.29
(22): AKYOL, a.g.e., s.24
(23): Muhammed Ebu Zehra, “Siyasî Mezhepler”, s.75, zikreden AKYOL, a.g.e., s.127
(24): AKYOL, a.g.e., s.124
(25):AKYOL, a.g.e., s.94
(26): AKYOL, a.g.e.s.114
(27): AKYOL, a.g.e., s.171,172

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(3

YAZI DİZİSİ:


HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎLİK ZİHNİYETİ


“EŞ-SURAT”(3)

Hârîcîler, yalnız kendilerini Müslüman saydıkları ve “eş-surat”(Allah için canını satan kimse) olarak gördükleri için eylemlerini “cihad”, ölülerini de “şehid” kabul ediyorlar ve böylece daha çok galeyana geliyorlardı.(18)

“”DÜŞMANLIKLARI MÜSLÜMANLARA”

Nasıl ki “fanatik”ler, kendilerini doğruya yöneltmek isteyenlere daha fazla “düşmanlık” beslemişlerse, Hârîcîler de, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlara “düşmanlık” beslemişlerdir. Tarih,Hârîcîlerin yalnız Müslümanları öldürdüklerini fakat hiçbir yabancı devlete karşı savaşmadıklarını yazıyor. (19)

FRANKSİYONLAŞMALAR

Hârîcî fanatizminin bir hususiyeti de kendi arasında en çok bölünüp parçalanan, “franksiyonlara” ayrılan bir “fırka/parti” olmasıdır. Hiçbir ekol veya mezhep yahut fırka/parti Hârîcîler kadar kendi içlerinde bölünmemiştir.(20)
“Erzâkîler”, bu “fraksiyon”ların “en militanı”, “en örgütlüsü” ve “en kısa ömürlüsü”dür. “Ezrâkîler, öylesine “militanca” teşkilatlanmışlardır ki,bir kimseyi aralarına almak için “imtihân” ederlerdi. “Bilgi imtihânı” değil, “cinayet imtihânı…”Kendilerine katılmak isteyen kimseye, kadın, çocuk, erkek, vali gibi bir veya birkaç kimseyi öldürmesini söylerlerdi. Adam bu “cinayeti” işlerse, “bizden “sayılır, işlemezse “münafık” kabul edilip kendisi öldürülürdü. “Franksiyonlar”ın içlerinde “en mûtedili”, “gittikçe şiddetten arınan”, “yumuşak davranışlı”, “en uzun ömürlüsü”, “ehl-i sünnet’e en yakın” “İbâdeye kolu, “gelişmemiş Müslüman toplumlarında, günümüze kadar yaşamıştır.(21)

HÂRÎCÎ ZİHNİYETİ

İşte Hârîcîlik hareketi, İslâm toplumunun “bedâvat”ten, yani devlet geleneği olmayan bir kabile hayatından “hadârat”e yani devlet /imamet/hilafet ve şehir hayatına geçiş sırasında “kabile”nin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır.Hârîcî lerin davranışları “kabilevî” olduğu gibi ideolojileri/fikir sistemleri de “kabilevî”dir. (22) Nitekim, Hârîcî zihniyet, “kabile” toplum yapısına bağlı bir zihniyettir. Hârîcîlerin “mü’min”, “günahkâr”, “kâfir”, “dar’ül-harp”, “dar’ül-İslâm” gibi sığ, bilgisiz, vukufsuz, müsamahasız, fanatik, “kesin inançlı”, radikal-devrimci İslâm anlayışlarını izah etmeye (veya “titrisiz münevver” , “zihin/ufuk açıcı ziyalılar”dan Taha AKYOL’un “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”isimli eserinden mülhemle)yeniden hatırlatmaya çalıştık.
“Din/İslâm değişmiyor fakat insanların dinle/İslâmla alakalı anlayışları birçok faktöre göre değişiyor.”(23)
“İslâm boşluğa değil insana inmiştir; insan da belirli tarihî şartlar içinde yaşar ve ilâhî tebligatı içinde yaşadığı toplum kesitinin elverdiği ufukta anlar.”(24)
Hârîcîlerin de “içinde yaşadığı toplum kesiti” yani “kabile kültürü”, “kabile toplum yapısı”, “kabile ruhu”, “kabile bağımsızlığı”, “kabile kimliği”, “kabile savaşçılığı”, “etno-santrizm” denilen sadece kendilerini “doğru” görme, kendilerini yüceltme, “grup karizması” neticesi “ilâhî tebligatı”, “İslâm”ı, bu kesitin elverdiği ufukta anlamışlardır. Böylece, Bedevî çöl Arapları, kabile insanları olan Hârîcîlerin, kalbini İslâm fethetti fakat düşünceleri sathî, ufukları dar idi ve ilimden uzaktılar. Neticede bu insanlardan mü’min fakat düşünceleri dar olduğu için mutaassıp, çölde yaşadıkları için taşkın ve atılgan, daha önce bol nimetler bulamadıkları için de zâhid bir cemaat/Hârîcîler ortaya çıktı. Değerli âlim Muhammed Ebû Zehra, Hârîcîler için, “Şayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaşasalar ve nimetlere boğulsalardı, elbetteki sertlikleri hafifliyecekti, katılıkları yumuşayacaktı, şiddetleri hafifliyecekti” diyor.(25)
(DEVAMI VAR)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(3

YAZI DİZİSİ:


HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎLİK ZİHNİYETİ


“EŞ-SURAT”(3)

Hârîcîler, yalnız kendilerini Müslüman saydıkları ve “eş-surat”(Allah için canını satan kimse) olarak gördükleri için eylemlerini “cihad”, ölülerini de “şehid” kabul ediyorlar ve böylece daha çok galeyana geliyorlardı.(18)

“”DÜŞMANLIKLARI MÜSLÜMANLARA”

Nasıl ki “fanatik”ler, kendilerini doğruya yöneltmek isteyenlere daha fazla “düşmanlık” beslemişlerse, Hârîcîler de, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlara “düşmanlık” beslemişlerdir. Tarih,Hârîcîlerin yalnız Müslümanları öldürdüklerini fakat hiçbir yabancı devlete karşı savaşmadıklarını yazıyor. (19)

FRANKSİYONLAŞMALAR

Hârîcî fanatizminin bir hususiyeti de kendi arasında en çok bölünüp parçalanan, “franksiyonlara” ayrılan bir “fırka/parti” olmasıdır. Hiçbir ekol veya mezhep yahut fırka/parti Hârîcîler kadar kendi içlerinde bölünmemiştir.(20)
“Erzâkîler”, bu “fraksiyon”ların “en militanı”, “en örgütlüsü” ve “en kısa ömürlüsü”dür. “Ezrâkîler, öylesine “militanca” teşkilatlanmışlardır ki,bir kimseyi aralarına almak için “imtihân” ederlerdi. “Bilgi imtihânı” değil, “cinayet imtihânı…”Kendilerine katılmak isteyen kimseye, kadın, çocuk, erkek, vali gibi bir veya birkaç kimseyi öldürmesini söylerlerdi. Adam bu “cinayeti” işlerse, “bizden “sayılır, işlemezse “münafık” kabul edilip kendisi öldürülürdü. “Franksiyonlar”ın içlerinde “en mûtedili”, “gittikçe şiddetten arınan”, “yumuşak davranışlı”, “en uzun ömürlüsü”, “ehl-i sünnet’e en yakın” “İbâdeye kolu, “gelişmemiş Müslüman toplumlarında, günümüze kadar yaşamıştır.(21)

HÂRÎCÎ ZİHNİYETİ

İşte Hârîcîlik hareketi, İslâm toplumunun “bedâvat”ten, yani devlet geleneği olmayan bir kabile hayatından “hadârat”e yani devlet /imamet/hilafet ve şehir hayatına geçiş sırasında “kabile”nin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır.Hârîcî lerin davranışları “kabilevî” olduğu gibi ideolojileri/fikir sistemleri de “kabilevî”dir. (22) Nitekim, Hârîcî zihniyet, “kabile” toplum yapısına bağlı bir zihniyettir. Hârîcîlerin “mü’min”, “günahkâr”, “kâfir”, “dar’ül-harp”, “dar’ül-İslâm” gibi sığ, bilgisiz, vukufsuz, müsamahasız, fanatik, “kesin inançlı”, radikal-devrimci İslâm anlayışlarını izah etmeye (veya “titrisiz münevver” , “zihin/ufuk açıcı ziyalılar”dan Taha AKYOL’un “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”isimli eserinden mülhemle)yeniden hatırlatmaya çalıştık.
“Din/İslâm değişmiyor fakat insanların dinle/İslâmla alakalı anlayışları birçok faktöre göre değişiyor.”(23)
“İslâm boşluğa değil insana inmiştir; insan da belirli tarihî şartlar içinde yaşar ve ilâhî tebligatı içinde yaşadığı toplum kesitinin elverdiği ufukta anlar.”(24)
Hârîcîlerin de “içinde yaşadığı toplum kesiti” yani “kabile kültürü”, “kabile toplum yapısı”, “kabile ruhu”, “kabile bağımsızlığı”, “kabile kimliği”, “kabile savaşçılığı”, “etno-santrizm” denilen sadece kendilerini “doğru” görme, kendilerini yüceltme, “grup karizması” neticesi “ilâhî tebligatı”, “İslâm”ı, bu kesitin elverdiği ufukta anlamışlardır. Böylece, Bedevî çöl Arapları, kabile insanları olan Hârîcîlerin, kalbini İslâm fethetti fakat düşünceleri sathî, ufukları dar idi ve ilimden uzaktılar. Neticede bu insanlardan mü’min fakat düşünceleri dar olduğu için mutaassıp, çölde yaşadıkları için taşkın ve atılgan, daha önce bol nimetler bulamadıkları için de zâhid bir cemaat/Hârîcîler ortaya çıktı. Değerli âlim Muhammed Ebû Zehra, Hârîcîler için, “Şayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaşasalar ve nimetlere boğulsalardı, elbetteki sertlikleri hafifliyecekti, katılıkları yumuşayacaktı, şiddetleri hafifliyecekti” diyor.(25)
(DEVAMI VAR)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(2

YAZI DİZİSİ:

HARÎCÎLER ve HARÎCÎ ZİHNİYET


HARÎCÎ DEYİMİ ve MÂNÂSI(2)

“Hârîcî” deyimi, “dışta, hâriçte kalan” mânâsına gelmez; “huruç eden” yani “baş kaldıran” mânâsındadır. Nitekim gerek Hz. Ali(k.v) ve gerekse klasik İslâmî kaynaklar, “Hârîcîler” için “dâgî ve bâgî” deyimlerini kullanmışlardır. Demek ki, Hârîcî, “İslâm’ın dışına çıkan kimse” mânâsını ifâde etmez. “Hârîcî” ismi, itikadî sapıklıkla bir ilgisi olmayıp, sadece “isyancı” veya “ihtilâlci” mânâsına gelir. (6) “Hârîcî”, meşrû idareye baş kaldıran her isyankâra, Müslümanların çoğunluğu tarafından verilen isimdir.Müslümanların hepsi tarafından kabul edilen meşrû ve hak imama karşı çıkan herkese “Hârîcî” ismi verilir.(7)

HÂRÎCÎLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Hârîcîler, “Sıffîn” harbi öncesi cereyan eden “hakem olayı” sonrası ortaya çıkan (zuhûr-ı havâric) bir “siyasî fırka/parti”dir. Hz. Ali(.k.v.)’yi “hakem”e müracaata zorlayan Hârîcîler, sonradan “hakem” kabul ettiği, “Allah’ın hükümleriyle hükmetmediği” için, “ilim beldesinin kapısı”, Hz. Ali(k.v)’nin “kâfir” olduğuna karar kılıp, Hz. Ali(k.v.)’nin ordusundan ayrıldılar. “Hakem”e müracaat etmenin “kâfirlik” olduğunu, Hz. Ali(k.v.)’nin de artık (hâşâ) “kâfir” sayıldığını söyleyen Hârîcîlere karşı , vukuflu İslâmî düşüncenin temsilcisi Hz. Ali(k.v.)’nin cevabı:”- Biz insanları değil, Kur’an’ı hakem tayin ettik. Kur’an ise insanlar vasıtasıyla dile gelir.”(8)

DİNDAR, İSLÂM’A BAĞLILAR FAKAT…

Hârîcîler, namaz kılmaktan alınları ve dizleri yara olacak kadar , ağaçtan düşen hurmayı haram olur diye yemekten çekinecek kadar “katı” bir imana sahiptiler. (9)İyi niyetli, dindar ve İslâm’a bağlı insanlar olmalarına rağmen; İslâm’ı kendi dar, durgun kafalarına göre şekillendiren Hârîcîler, bilgisizliğin dar sınırları içinde bir İslâm anlayışı uğruna şiddet/tedhiş/terör eylemleri düzenlediler. Akıllarının ermediği, bilgilerinin yetmediği, muhakeme kudretlerinin ulaşmadığı noktada artık “küfr” başlıyordu ve onlar “küfr’e karşı savaşıyoruz”diye, bilgide, akılda, muhakemede kendilerinden kat kat üstün Müslümanları öldürüyorlardı.(10) Hattâ öyle ki, ne Şiâ, ne de Emevîler, hiç kimse ve hiçbir grup kan dökme de Hârîcîler kadar ifrata gitmeyecektir.(11)

“KÂFİR”


Hârîcîler, kendilerinin dışındaki herkesi “kâfir” sayıyorlardı. Böyle olunca da hem Muaviye’nin, hem Hz. Ali(k.v.)’nin denetimindeki topraklar, Hârîcîlerin nazarında, “kâfirlerin hâkim olduğu toprak”tı, “dar’ül-harp”tı. Yalnız Hârîcîlerin elinde bulunan yerler “dar’ül-İslâm”dı. “Bizden” olmayanlar “bize” düşmandır ve ancak “bizim” hakim olduğumuz yerler “kurtarılmış” yerlerdir. (12) “Jakoben Müslüman” kafası: ”Bizden olmayan bize düşmandır.”(Teori) “Bizden olmayan öldürülmelidir.”(Eylem)
İslâm literatüründe “fitne” denilen “anarşi” ve “terör” de hiç kimse Hârîcîler kadar “Jakobenleşme” başarısını gösteremeyecekti.(13)Hârîcîler, Fransız İhtilâli’ndeki en fecî zulümleri işleyen Jakobenler benzeri, “İman”, “kâfir”, “hüküm ancak Allah’ındır” gibi “büyülü kelimelerin büyüsü” uğruna “kan döken”, “iki renkli dünyalı/zihin formatlı” “Jakoben Müslümanlardır.”(14)


“LÂ HÜKME İLLÂ LİLLÂH”

Bir “slogan” sathiliğiyle “lâ hükme illâ lillâh”(Hüküm ancak Allah’ındır) diye bağıran ve her gördüklerinde Hz. Ali(k.v.)’yi tekfir eden Hârîcîler topluluğuna hitaben Hz. Ali(k.v.)’nin yaptığı konuşma, İslâm’ın öz esprisini temsil edici mahiyettedir:”- Evet, hüküm ancak Allah’ındır. Fakat bunlar bu sözleriyle “Emirlik ancak Allah’ındır” demek istiyorlar. Halbuki insanlar için, muttâkî olsun, günahkâr olsun, mutlakâ bir emir gerekir ki, mü’minler onun emrinde çalışsın, kâfirler hayatlarını devam ettirsin, Allah(c.c.) onunla vâdeleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergileri toplasın, düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hakkı güçlüden alınsın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun.”(14) Kendilerini “hakk ehli”, kendileri dışındaki diğer bütün insanları “küfür ehli” olarak görerek, kör bir taassupla “Allah’ın hükmü” yerine “kılıçın hükmü”nü kabul etmeleri, Hârîcîlerin “siyasî bir fırka/parti” olduğunu da doğrulamaktadır. (15)


“DÜZEN”E KARŞI!!!

Hârîcîlerin “lâ hükme illâ lillâh “ âyetine verdikleri mânâ da her türlü düzeni reddetmek yönündeydi. Hz. Ali(k.v.)’nin yukarıda yer alan hitabında “kâfirlerin bile hayat hakkını teminata alan” bir “düzen fikri”, (belki de bir “nizam fikri” denilse daha doğru olurdu.İ.G.) mevcut iken; Hârîcîler “düzen”e, dolayısıyla da “devlet”e karşı “reaksiyoner” yapıda idiler. Zirâ “düzen” demek (aslında “nizam” demek….İ.G.) “devlet” demekti ve “devlet”de yetkilere sahip kişilerle meydana geliyordu. Hârîcîler, kişilerin yetkilerini, hüküm verme selahiyetlerini reddetmekle “devlet” müessesesine karşı “göçebe reaksiyonu” gösteriyorlardı.”(16)

ÂLİMSİZ HAREKET!!!

Âlimlere sahip olamayan, âlimler yetiştiremeyen Hârîcîler, “siyaset”, “din”, “hukuk”, “ahlâk”, “günâh”, “sevap”, “iman”, “küfür” gibi mefhumların arasındaki farkları ve birbirleriyle münasebetlerini kavrayacak “ilim”leri yoktu. Bu sebeple, “ince” düşünemiyorlar ve “çok kaba” hükümler veriyorlardı. Dar kafalarının almadığı her şey “küfür”dü, her “günahkâr insan, onlara göre başta Hz. Ali(k.v.) olmak üzere (hâşâ) “kâfir”di.(17)
(Devamı Var)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(1

YAZI DİZİSİ:


(“NEO-HÂRÎCÎLER”İN HABİRE OLUŞTURULDUĞU 2008’LER TÜRKİYESİ’NE, TAHA AKYOL’UN “HÂRÎCÎLİK ve ŞİÂ-İSLÂM’DA DEVRİMCİLİĞİN SOSYOLOJİK KAYNAKLARI” ESERİ İLE YENİDEN HATIRLATMALAR YAPABİLMEK…)




HARİCÎLER ve HARİCÎ ZİHNİYET



“ULUSALCI-KEMALİST İSLÂMCILAR”IN OLUŞ(TURUL)MASI, TÜREYİŞİ(1)



İkinci bin yıl’a gireli sekiz yıl olmak üzere. “1923 Öncesi Türk Demokrasi Tarihi”nin “Demokrasili Yılları” diye anılan “2. Meşrutiyet’in 100. Yılı” idrak ediliyor. Çok azımız düşünebiliyoruz, 1923-1950, 27 yıl “demokrasimizin sonlandırıldığı olgu”sunu…Ancak, 1950-2008, 58 yıllık “demokrasili yıllarımız”da da, “çok acaip”, “çok tuhaf”, “çok mide bulandırıcı”, “çok iblisvari” “olgu”ların da, “vakıa”ların da oluştuğunu, “türediğini” de… “Türk Demokrasi Tarihi’nde bir ilk” olan “Ergenekon Ahtabotu”na yönelik operasyonlarda da, “zihniyet olguları”, zihniyet vakıaları” itibari ile de “çok necis olgular”ın oluştuğunu, yahut da “oluşturulduğunu” “fikrî takip” ile “takip edebiliyor”uz…
Bu “yazı dizi”mizde, “tarihten bir yaprak” gibi, “önceki olgu”ları, “önceki vakıaları” , bilhassa da temel mevzuumuz olan “Harîciler ve Harîcî Zihniyeti” “irdelemek” ve zihinlerde bazı “şimşekler” çaktırmak istiyorum.
21. Asrın başlarında, “çoğulcu”, “hürriyetçi” olmaktan çok uzak, “tek yol’cu”, “diktacı”, “totaliter rejimlere” kaynak teşkil eden “kızıl fikir sistemi/ideoloji” “komünizm” çöpe atıldı. “Kızıl robotlar” hâline getirilmeye çalışılan insanlar, Komünizm’in “çekiç”leri ile “beyin”lerindeki “kızıl programları” ve “kızıl yazılımları” paramparça ettiler. “Asrın hâdisesi”, aşikâr bir şekilde dünya efkâr-ı umumiyesi/fikir camiasına aktarılırken; “çöplükte kalan geri zekâlı”, “bizim”, “Stalinist”, “Maocu-Marksist” “kızıl robot”lar, beyinlerindeki “kızıl program ve yazılımları” paramparça etmekten âciz mahlûklar(!) manzarası arzzettiler…
Hem 1990’lar, hem de 2008’ler Türkiyesi’ndeki mevcut ve yeni yeni eklemleri ile “İslâmî akımlar/cereyanlar”, nasıl bir “manzara” arzediyor?”Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat” yolundaki, “Sünnî”, “gelenekli İslâmî akımlar”ın, bilhassa “gençlik” üzerindeki hâkimiyeti ve tesirinin yerini, “aktivist”, “radikal-devrimci”, ecnebî tanımı ile de “fundemantalist” , “ihtilâlci”, “Şiâ” kaynaklı “akımlar” mı alıyor?Türkiye’mizin “dar’ül-harp”(düşman ülkesi) olduğunu kabul etmeyeceklerini düşünerek, kendilerini “gelenekli İslâmî akımlar” kategorisine koyuyorsunuz fakat “cemaatçi zihniyet”in tabiî tezahürleri olabilecek şekilde “cemaat lideri”, “Türkiye dar’ül-harp”tir diyor. Yazarlarımızı, düşünce adamlarımızı “desinformation”laştırıyorlar, “yanıltıyorlar…”
Dönemin her türlü “totaliter fikir sistemlerine/ideolojilerine” fikir kuvveti ile karşı koyan rahmetli Prof. Dr. Aydın YALÇIN’ın “lider”liğindeki “Yeni FORUM” dergisinde yazan YÜCEALTAYLI; “Ülkemizdeki mevcut İslâmî akımlar içinde, ağırlığını gittikçe arttıran sinsî bir fitne hareketi” olarak “teşhis” ettiği “İran kökenli devrimci Şiî İslâmî Hareket”, gerçekten de Türkiye’mizde kök mü salıyor? 12 Eylül 1980 öncesinde , kendi kendini Bedir Muharebesi Başkumandanlığı’na tâyin eden düzenbazlar ile propagandasını yapmayanlara, kendi partilerine oy vermeyenlere mü’minlik yolunun kapanacağını ilân eden sapıklar türemişti. “(1)
“Türedi Komünistler” gibi, şimdi de “tatlı su kahramanı”, “İslâm Mücahidleri” türemeye devam etmiş olmalı ki, kimileri 2008’ler Türkiyesi’nde, “Ulusalcı gemilere binen İslâmcılar kataloğu”na dahil olurken; hâlâ da “cihadını, gâzâsını küfür dediği sol’a/solculara karşı değil; kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslüman cemaatlere, Müslümanlara yapanlar da görülüyor.Bu “tip”leri, hatırlayanlar hatırlar, “12 Eylül Nesilleri” de olsalar, 1989’da, komünistlerden daha fazla “Ülkücüler”e taarruz etmeleri, “Ülkücülerin “kâfir”, “kanlarının akıtılmasının helâl” olduğunu yazmaları, daha da türediklerini göstermiyor mu? Dış görünüşleri itibari ile, kimileri çarşaflı, şalvarlı, sakallı, kimileri ise “Vakko eşarplı”, kıravatlı, lacivet takım elbiseli, sakalsız, şeklen de olsa tam bir “Batılı…” Hadi diyelim “takvâ”ları “derecesi”nde olabiliyor mu “kafa yapıları”, “zihniyetleri” de?
2008’ler Türkiyesi’nde, “Cumhuriyet Tarihi’nde de bir ilk” olan “Ergenekon Ahtabotu”na yönelik “operasyonlar” sonrası, benim “hastalıklı zihniyetler” diye târif ettiğim böyle “malum zihniyet”lere de ne eklemeler yapıldı, biliyorsunuzdur. “Türkiye Cumhuriyeti kâfir devlettir. Bununla yaşanmaz. Diğer Müslüman grup ve cemaatler, Müslümanları sisteme entegre ediyorlar…”(2)diye “zihniyet”ini ortaya döken “Hizbullahî Müslümanlar”, “Hizb-ul Ergenekon” “olgu” ve “vakıası”nı nasıl izah ediyorlar ki? Ve “Ulusalcı-Kemalist taife”nin bazı Müslümanlara “el atması” sonucu oluşan “olgular”, “vakıalar”: “Millî Çözüm Dergisi” ve “Baran” dergisi “olgu” ve “vakıa”ları… “Hem Erbakan yanlısı olacaksın, hem de Atatürk yanlısı olacaksın ve de hakk tarikatlara karşı çıkacaksın” dedirten “ucube”likler… “Ulusalcı-Kemalist Türedi İslâmcılar…”(3)”Millî Görüş/Erbakan Hareketi” mensubu “teşkilatçılar”, ne derlerse desin, “kendi fikir sistemleri/ideolojilerinden” türetilmiş, oluş(turul)muş olgular, vakıalar bunlar…
İşte biz de bu “yazı dizi”mizde, “seri yazı”mızda, “Sünnî” ve “Şiâ” “dışında kalan, Harîcîleri ve Harîcî zihniyeti ile bu zihniyetin tezahürleri olan tipik hâdiseleri izah ederken; 2008’ler Türkiyesi’ndeki, neredeyse “Soros’un Çocukları” dedirtecek kertede “türeyen” Yeni Harîcîler”e “çağrışım”lar yapmaya gayret edeceğiz…
(Devamı Var)

26 Temmuz 2008 Cumartesi

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN-4

YAZI DİZİSİ

HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎ ZİHNİYET


BEDEVÎLER(4)/(SON)

Kur’an-ı Kerîm’de Bedevîlerle yani çöl Arapları ile alâkalı âyetler vardır. Biri de şu âyettir: “Bedevîler, küfür ve nifâk bakımından daha şiddetlidirler. Bununla beraber Allah’ın Peygamber’ine indirdiği hükümlerin sınırını bilmemeye daha lâyıktırlar. Allah her şeyi kemâliyle bilicidir, hükümlerinde hikmet sahibidir. “(Tevbe, 97)
Bedevîler o kadar sert ve katıdırlar ki, Hz. Peygamber’e hayretle sorarlar:
- Siz çocuklarınızı da öper misiniz?
- Peygamber’in cevabı:
- Evet, öperiz. Ne yapayım ben, eğer Allah sizin kalbinizden merhamet ve şefkati silip almışsa.”(26)
İslâm’a hizmet gibi bir “dâvâ” ile ortaya çıkıp, en büyük zararı “İslâm dâvâsı”na veren Hârîcîler, Hz. Ali(k.v.) gibi bir “ilim beldesinin kapısı”nı da “şehid” etmişlerdir. İslâm “etiketi”/kılıfı altında , kendilerinden olmayanları, çoluk-çocuk demeden öldüren Hârîcîler’e mukabil; Hz. Ali(k.v.), şehadetinden önce, kaatil dışında kimseye karşı intikamcılığa kalkışılmamasını önemle uyardı:”- Ey Abdülmuttalip oğulları! Emirü’l-Mü’minin katlolundu diyerek Müslümanların kanına dalmayınız. Benim için ancak benim katilim katolunur .”(27)

Hırslı, radikal ve “serdengeçti” hususiyetlere sahip Hârîcîlik tarihe gömüldü. Temel sebep, tarihin küçük ve basit/sade toplumdan, büyük, karmaşık/mürekkep ve müesseseleşmiş topluma doğru gelişmekte olmasıydı. (28) Hârîcîler şimdi Cezayir’de, Gardarya şehrinin kasaba büyüklüğündeki bir mahallesinde, yine “kabile” halinde kendilerine dönük, dışarıya kapalı, “kapalı toplum” hayatı yaşıyorlar.(Ah keşke! Samanyolu TV’nin AYNA’cısı M. Saim ORHAN, “Maritus Halkı”nı bile ekranlara taşıyan SAİM, bir de Hârîcîlerin Cezayir’deki bu kasabasını da ekrana taşısa.İ.G.)Evler sur gibi duvarlarla çevrilmiş, pencereler bile “dışarı”ya değil, “içeri”ye açılıyor. Daracık dehlizler gibi sokaklar…”Kabile toplumu” insanının bütün ufuk darlığı, taşlaşmış bir hâlde karşımıza çıkıyor.(29)

NETİCE:

“İnternet/dijital Çağ”da bile yaşadığımız “Türk toplumu” yapısından, “yeniden kabileleşme” temayülleri, “Yeni/Neo-Hârîcîler” dedirten türden “türedi olgular”, “oluş(turul)muş vakıalar…””Hizb’ul Ergenekon”lar….”Ulusalcı-Kemalist İslâmcılar…” Ve tarihin de diyeceği şekilde, ekseriyeti de “Millî Görüş/Erbakan Hareketi”nden “türetilmiş”, “oluş(turul)muş olgular…” “Millî Çözüm”, “Baran” “ucubelikleri….”
Ve 2008’ler Türkiyesi’nde, “Anadolu Gençlik” gibi “cafcaflı mevkûteleri”ne adeta “Türkiye Viran Olsun” dercesine, “İran Viran Olmasın” “kapak”ları…
Ve hâlâ ÇAKIRGİL’ler tarzında, “İran İslâm İnkılabı” “meftunluğu..” ÇAKIRGİL’ler gibi yazdığı yüzlerce “makaleleri”nde sadece bir kere “Türk”ü, “büyük T harfli” yazmaları olguları…”Radikal-Devrimci Şiâ Müslümanlığı…” zihniyetleri…
Ve hâlâ aslında sadece “T” ve “K” farklılığından başka bir şey olmayan-ki tarih de öyle diyor-, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” dersem, kimileri de “Ne Mutlu Kürt’üm der!” “sayıklamaları…
Affedersiniz, “Uleyn Kozanoğulları Türkleri”nden olanlar; tarih demiyor mu ki, Türk=Kürt; Kürt=Türk? Tarih böyle diyorsa ki diyor, size….
“İhtilâlci İslâmî eserlerle “büyü(tü)yen bazı gençlerimiz, hele bu “internet/dijital asırda”, gerçekten “hakikat” peşindelerse, “kafalarını kaldırmalıdırlar…”
Kaldı ki, İslâm’ın ve insanlığın “eli kanlı” eylemci, “radikal-devrimci”, “ulusalcı-kemalist İslâmcılar”a değil; Yunus Emre gibi “insan-ı kâmil” Müslümanlara ihtiyacı vardır…Kaldı ki “Türk-İslâm-Muasır” terkibi, 100.yılında da tartıştığımız, 23. Temmuz 1908’lere, 2. Meşrutiyet’lere kadar gitmekte…”İran Tarihî” “Türk Tarihi”nin “gelişim farklılığı” derslerinden ne zaman geçebileceğiz ki???
26.Temmuz.2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com
Dip Notlar:
(1): Serhat YÜCEALTAYLI, Yeni FORUM Dergisi, Sayı.:241, 16-30 Eylül.1988
(2): Taha AKYOL, “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”, Kubbealtı Neşriyatı, Basıldığı Tarih:1988, İstanbul, s.55

(3): Fazlurahman, “İslâm”, s.212, Zikreden AKYOL, a.g.e., s.55
(4): Kürşad A. GÜVEN, “Hârîcîler ve Hârîcî Karakteri”, Genç Alperen Dergisi, Mart 1987(Samsun), Sayı.:1, s.21
(5): AKYOL, a.g.e., s.53
(6): AKYOL, a.g.e., s.23
(7): AKYOL, a.g.e., s.19, 20
(8): AKYOL, a.g.e., s.23
(9): AKYOL, a.g.e., s.53
(10): AKYOL, a.g.e., s.54
(11):M.Ebu Zehra,”Siyasî Mezhepler”, s.73 , Zikreden AKYOL, a.g.e.s.57
(12): AKYOL, a.g.e., s.62
(13): Kürşad A. GÜVEN, adı geçen yazı, s.22
(14): AKYOL, a.g.e., s.63
(15): AKYOL, a.g.e., s.60
(16): AKYOL, a.g.e.s.90
(17):AKYOL, a.g.e., s.97
(18): AKYOL, a.g.e., s.54
(19): AKYOL, a.g.e., s.112, 113
(20): AKYOL, a.g.e., s.138
(21): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri”, İstanbul 1981, s.29
(22): AKYOL, a.g.e., s.24
(23): Muhammed Ebu Zehra, “Siyasî Mezhepler”, s.75, zikreden AKYOL, a.g.e., s.127
(24): AKYOL, a.g.e., s.124
(25):AKYOL, a.g.e., s.94
(26): AKYOL, a.g.e.s.114
(27): AKYOL, a.g.e., s.171,172

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN-3

YAZI DİZİSİ:


HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎLİK ZİHNİYETİ


“EŞ-SURAT”(3)

Hârîcîler, yalnız kendilerini Müslüman saydıkları ve “eş-surat”(Allah için canını satan kimse) olarak gördükleri için eylemlerini “cihad”, ölülerini de “şehid” kabul ediyorlar ve böylece daha çok galeyana geliyorlardı.(18)

“”DÜŞMANLIKLARI MÜSLÜMANLARA”

Nasıl ki “fanatik”ler, kendilerini doğruya yöneltmek isteyenlere daha fazla “düşmanlık” beslemişlerse, Hârîcîler de, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlara “düşmanlık” beslemişlerdir. Tarih,Hârîcîlerin yalnız Müslümanları öldürdüklerini fakat hiçbir yabancı devlete karşı savaşmadıklarını yazıyor. (19)

FRANKSİYONLAŞMALAR

Hârîcî fanatizminin bir hususiyeti de kendi arasında en çok bölünüp parçalanan, “franksiyonlara” ayrılan bir “fırka/parti” olmasıdır. Hiçbir ekol veya mezhep yahut fırka/parti Hârîcîler kadar kendi içlerinde bölünmemiştir.(20)
“Erzâkîler”, bu “fraksiyon”ların “en militanı”, “en örgütlüsü” ve “en kısa ömürlüsü”dür. “Ezrâkîler, öylesine “militanca” teşkilatlanmışlardır ki,bir kimseyi aralarına almak için “imtihân” ederlerdi. “Bilgi imtihânı” değil, “cinayet imtihânı…”Kendilerine katılmak isteyen kimseye, kadın, çocuk, erkek, vali gibi bir veya birkaç kimseyi öldürmesini söylerlerdi. Adam bu “cinayeti” işlerse, “bizden “sayılır, işlemezse “münafık” kabul edilip kendisi öldürülürdü. “Franksiyonlar”ın içlerinde “en mûtedili”, “gittikçe şiddetten arınan”, “yumuşak davranışlı”, “en uzun ömürlüsü”, “ehl-i sünnet’e en yakın” “İbâdeye kolu, “gelişmemiş Müslüman toplumlarında, günümüze kadar yaşamıştır.(21)

HÂRÎCÎ ZİHNİYETİ

İşte Hârîcîlik hareketi, İslâm toplumunun “bedâvat”ten, yani devlet geleneği olmayan bir kabile hayatından “hadârat”e yani devlet /imamet/hilafet ve şehir hayatına geçiş sırasında “kabile”nin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır.Hârîcî lerin davranışları “kabilevî” olduğu gibi ideolojileri/fikir sistemleri de “kabilevî”dir. (22) Nitekim, Hârîcî zihniyet, “kabile” toplum yapısına bağlı bir zihniyettir. Hârîcîlerin “mü’min”, “günahkâr”, “kâfir”, “dar’ül-harp”, “dar’ül-İslâm” gibi sığ, bilgisiz, vukufsuz, müsamahasız, fanatik, “kesin inançlı”, radikal-devrimci İslâm anlayışlarını izah etmeye (veya “titrisiz münevver” , “zihin/ufuk açıcı ziyalılar”dan Taha AKYOL’un “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”isimli eserinden mülhemle)yeniden hatırlatmaya çalıştık.
“Din/İslâm değişmiyor fakat insanların dinle/İslâmla alakalı anlayışları birçok faktöre göre değişiyor.”(23)
“İslâm boşluğa değil insana inmiştir; insan da belirli tarihî şartlar içinde yaşar ve ilâhî tebligatı içinde yaşadığı toplum kesitinin elverdiği ufukta anlar.”(24)
Hârîcîlerin de “içinde yaşadığı toplum kesiti” yani “kabile kültürü”, “kabile toplum yapısı”, “kabile ruhu”, “kabile bağımsızlığı”, “kabile kimliği”, “kabile savaşçılığı”, “etno-santrizm” denilen sadece kendilerini “doğru” görme, kendilerini yüceltme, “grup karizması” neticesi “ilâhî tebligatı”, “İslâm”ı, bu kesitin elverdiği ufukta anlamışlardır. Böylece, Bedevî çöl Arapları, kabile insanları olan Hârîcîlerin, kalbini İslâm fethetti fakat düşünceleri sathî, ufukları dar idi ve ilimden uzaktılar. Neticede bu insanlardan mü’min fakat düşünceleri dar olduğu için mutaassıp, çölde yaşadıkları için taşkın ve atılgan, daha önce bol nimetler bulamadıkları için de zâhid bir cemaat/Hârîcîler ortaya çıktı. Değerli âlim Muhammed Ebû Zehra, Hârîcîler için, “Şayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaşasalar ve nimetlere boğulsalardı, elbetteki sertlikleri hafifliyecekti, katılıkları yumuşayacaktı, şiddetleri hafifliyecekti” diyor.(25)
(DEVAMI VAR)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN-2

YAZI DİZİSİ:

HARÎCÎLER ve HARÎCÎ ZİHNİYET


HARÎCÎ DEYİMİ ve MÂNÂSI(2)

“Hârîcî” deyimi, “dışta, hâriçte kalan” mânâsına gelmez; “huruç eden” yani “baş kaldıran” mânâsındadır. Nitekim gerek Hz. Ali(k.v) ve gerekse klasik İslâmî kaynaklar, “Hârîcîler” için “dâgî ve bâgî” deyimlerini kullanmışlardır. Demek ki, Hârîcî, “İslâm’ın dışına çıkan kimse” mânâsını ifâde etmez. “Hârîcî” ismi, itikadî sapıklıkla bir ilgisi olmayıp, sadece “isyancı” veya “ihtilâlci” mânâsına gelir. (6) “Hârîcî”, meşrû idareye baş kaldıran her isyankâra, Müslümanların çoğunluğu tarafından verilen isimdir.Müslümanların hepsi tarafından kabul edilen meşrû ve hak imama karşı çıkan herkese “Hârîcî” ismi verilir.(7)

HÂRÎCÎLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Hârîcîler, “Sıffîn” harbi öncesi cereyan eden “hakem olayı” sonrası ortaya çıkan (zuhûr-ı havâric) bir “siyasî fırka/parti”dir. Hz. Ali(.k.v.)’yi “hakem”e müracaata zorlayan Hârîcîler, sonradan “hakem” kabul ettiği, “Allah’ın hükümleriyle hükmetmediği” için, “ilim beldesinin kapısı”, Hz. Ali(k.v)’nin “kâfir” olduğuna karar kılıp, Hz. Ali(k.v.)’nin ordusundan ayrıldılar. “Hakem”e müracaat etmenin “kâfirlik” olduğunu, Hz. Ali(k.v.)’nin de artık (hâşâ) “kâfir” sayıldığını söyleyen Hârîcîlere karşı , vukuflu İslâmî düşüncenin temsilcisi Hz. Ali(k.v.)’nin cevabı:”- Biz insanları değil, Kur’an’ı hakem tayin ettik. Kur’an ise insanlar vasıtasıyla dile gelir.”(8)

DİNDAR, İSLÂM’A BAĞLILAR FAKAT…

Hârîcîler, namaz kılmaktan alınları ve dizleri yara olacak kadar , ağaçtan düşen hurmayı haram olur diye yemekten çekinecek kadar “katı” bir imana sahiptiler. (9)İyi niyetli, dindar ve İslâm’a bağlı insanlar olmalarına rağmen; İslâm’ı kendi dar, durgun kafalarına göre şekillendiren Hârîcîler, bilgisizliğin dar sınırları içinde bir İslâm anlayışı uğruna şiddet/tedhiş/terör eylemleri düzenlediler. Akıllarının ermediği, bilgilerinin yetmediği, muhakeme kudretlerinin ulaşmadığı noktada artık “küfr” başlıyordu ve onlar “küfr’e karşı savaşıyoruz”diye, bilgide, akılda, muhakemede kendilerinden kat kat üstün Müslümanları öldürüyorlardı.(10) Hattâ öyle ki, ne Şiâ, ne de Emevîler, hiç kimse ve hiçbir grup kan dökme de Hârîcîler kadar ifrata gitmeyecektir.(11)

“KÂFİR”


Hârîcîler, kendilerinin dışındaki herkesi “kâfir” sayıyorlardı. Böyle olunca da hem Muaviye’nin, hem Hz. Ali(k.v.)’nin denetimindeki topraklar, Hârîcîlerin nazarında, “kâfirlerin hâkim olduğu toprak”tı, “dar’ül-harp”tı. Yalnız Hârîcîlerin elinde bulunan yerler “dar’ül-İslâm”dı. “Bizden” olmayanlar “bize” düşmandır ve ancak “bizim” hakim olduğumuz yerler “kurtarılmış” yerlerdir. (12) “Jakoben Müslüman” kafası: ”Bizden olmayan bize düşmandır.”(Teori) “Bizden olmayan öldürülmelidir.”(Eylem)
İslâm literatüründe “fitne” denilen “anarşi” ve “terör” de hiç kimse Hârîcîler kadar “Jakobenleşme” başarısını gösteremeyecekti.(13)Hârîcîler, Fransız İhtilâli’ndeki en fecî zulümleri işleyen Jakobenler benzeri, “İman”, “kâfir”, “hüküm ancak Allah’ındır” gibi “büyülü kelimelerin büyüsü” uğruna “kan döken”, “iki renkli dünyalı/zihin formatlı” “Jakoben Müslümanlardır.”(14)


“LÂ HÜKME İLLÂ LİLLÂH”

Bir “slogan” sathiliğiyle “lâ hükme illâ lillâh”(Hüküm ancak Allah’ındır) diye bağıran ve her gördüklerinde Hz. Ali(k.v.)’yi tekfir eden Hârîcîler topluluğuna hitaben Hz. Ali(k.v.)’nin yaptığı konuşma, İslâm’ın öz esprisini temsil edici mahiyettedir:”- Evet, hüküm ancak Allah’ındır. Fakat bunlar bu sözleriyle “Emirlik ancak Allah’ındır” demek istiyorlar. Halbuki insanlar için, muttâkî olsun, günahkâr olsun, mutlakâ bir emir gerekir ki, mü’minler onun emrinde çalışsın, kâfirler hayatlarını devam ettirsin, Allah(c.c.) onunla vâdeleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergileri toplasın, düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hakkı güçlüden alınsın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun.”(14) Kendilerini “hakk ehli”, kendileri dışındaki diğer bütün insanları “küfür ehli” olarak görerek, kör bir taassupla “Allah’ın hükmü” yerine “kılıçın hükmü”nü kabul etmeleri, Hârîcîlerin “siyasî bir fırka/parti” olduğunu da doğrulamaktadır. (15)


“DÜZEN”E KARŞI!!!

Hârîcîlerin “lâ hükme illâ lillâh “ âyetine verdikleri mânâ da her türlü düzeni reddetmek yönündeydi. Hz. Ali(k.v.)’nin yukarıda yer alan hitabında “kâfirlerin bile hayat hakkını teminata alan” bir “düzen fikri”, (belki de bir “nizam fikri” denilse daha doğru olurdu.İ.G.) mevcut iken; Hârîcîler “düzen”e, dolayısıyla da “devlet”e karşı “reaksiyoner” yapıda idiler. Zirâ “düzen” demek (aslında “nizam” demek….İ.G.) “devlet” demekti ve “devlet”de yetkilere sahip kişilerle meydana geliyordu. Hârîcîler, kişilerin yetkilerini, hüküm verme selahiyetlerini reddetmekle “devlet” müessesesine karşı “göçebe reaksiyonu” gösteriyorlardı.”(16)

ÂLİMSİZ HAREKET!!!

Âlimlere sahip olamayan, âlimler yetiştiremeyen Hârîcîler, “siyaset”, “din”, “hukuk”, “ahlâk”, “günâh”, “sevap”, “iman”, “küfür” gibi mefhumların arasındaki farkları ve birbirleriyle münasebetlerini kavrayacak “ilim”leri yoktu. Bu sebeple, “ince” düşünemiyorlar ve “çok kaba” hükümler veriyorlardı. Dar kafalarının almadığı her şey “küfür”dü, her “günahkâr insan, onlara göre başta Hz. Ali(k.v.) olmak üzere (hâşâ) “kâfir”di.(17)
(Devamı Var)

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN-1

YAZI DİZİSİ:


(“NEO-HÂRÎCÎLER”İN HABİRE OLUŞTURULDUĞU 2008’LER TÜRKİYESİ’NE, TAHA AKYOL’UN “HÂRÎCÎLİK ve ŞİÂ-İSLÂM’DA DEVRİMCİLİĞİN SOSYOLOJİK KAYNAKLARI” ESERİ İLE YENİDEN HATIRLATMALAR YAPABİLMEK…)




HARİCÎLER ve HARİCÎ ZİHNİYET



“ULUSALCI-KEMALİST İSLÂMCILAR”IN OLUŞ(TURUL)MASI, TÜREYİŞİ(1)



İkinci bin yıl’a gireli sekiz yıl olmak üzere. “1923 Öncesi Türk Demokrasi Tarihi”nin “Demokrasili Yılları” diye anılan “2. Meşrutiyet’in 100. Yılı” idrak ediliyor. Çok azımız düşünebiliyoruz, 1923-1950, 27 yıl “demokrasimizin sonlandırıldığı olgu”sunu…Ancak, 1950-2008, 58 yıllık “demokrasili yıllarımız”da da, “çok acaip”, “çok tuhaf”, “çok mide bulandırıcı”, “çok iblisvari” “olgu”ların da, “vakıa”ların da oluştuğunu, “türediğini” de… “Türk Demokrasi Tarihi’nde bir ilk” olan “Ergenekon Ahtabotu”na yönelik operasyonlarda da, “zihniyet olguları”, zihniyet vakıaları” itibari ile de “çok necis olgular”ın oluştuğunu, yahut da “oluşturulduğunu” “fikrî takip” ile “takip edebiliyor”uz…
Bu “yazı dizi”mizde, “tarihten bir yaprak” gibi, “önceki olgu”ları, “önceki vakıaları” , bilhassa da temel mevzuumuz olan “Harîciler ve Harîcî Zihniyeti” “irdelemek” ve zihinlerde bazı “şimşekler” çaktırmak istiyorum.
21. Asrın başlarında, “çoğulcu”, “hürriyetçi” olmaktan çok uzak, “tek yol’cu”, “diktacı”, “totaliter rejimlere” kaynak teşkil eden “kızıl fikir sistemi/ideoloji” “komünizm” çöpe atıldı. “Kızıl robotlar” hâline getirilmeye çalışılan insanlar, Komünizm’in “çekiç”leri ile “beyin”lerindeki “kızıl programları” ve “kızıl yazılımları” paramparça ettiler. “Asrın hâdisesi”, aşikâr bir şekilde dünya efkâr-ı umumiyesi/fikir camiasına aktarılırken; “çöplükte kalan geri zekâlı”, “bizim”, “Stalinist”, “Maocu-Marksist” “kızıl robot”lar, beyinlerindeki “kızıl program ve yazılımları” paramparça etmekten âciz mahlûklar(!) manzarası arzzettiler…
Hem 1990’lar, hem de 2008’ler Türkiyesi’ndeki mevcut ve yeni yeni eklemleri ile “İslâmî akımlar/cereyanlar”, nasıl bir “manzara” arzediyor?”Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat” yolundaki, “Sünnî”, “gelenekli İslâmî akımlar”ın, bilhassa “gençlik” üzerindeki hâkimiyeti ve tesirinin yerini, “aktivist”, “radikal-devrimci”, ecnebî tanımı ile de “fundemantalist” , “ihtilâlci”, “Şiâ” kaynaklı “akımlar” mı alıyor?Türkiye’mizin “dar’ül-harp”(düşman ülkesi) olduğunu kabul etmeyeceklerini düşünerek, kendilerini “gelenekli İslâmî akımlar” kategorisine koyuyorsunuz fakat “cemaatçi zihniyet”in tabiî tezahürleri olabilecek şekilde “cemaat lideri”, “Türkiye dar’ül-harp”tir diyor. Yazarlarımızı, düşünce adamlarımızı “desinformation”laştırıyorlar, “yanıltıyorlar…”
Dönemin her türlü “totaliter fikir sistemlerine/ideolojilerine” fikir kuvveti ile karşı koyan rahmetli Prof. Dr. Aydın YALÇIN’ın “lider”liğindeki “Yeni FORUM” dergisinde yazan YÜCEALTAYLI; “Ülkemizdeki mevcut İslâmî akımlar içinde, ağırlığını gittikçe arttıran sinsî bir fitne hareketi” olarak “teşhis” ettiği “İran kökenli devrimci Şiî İslâmî Hareket”, gerçekten de Türkiye’mizde kök mü salıyor? 12 Eylül 1980 öncesinde , kendi kendini Bedir Muharebesi Başkumandanlığı’na tâyin eden düzenbazlar ile propagandasını yapmayanlara, kendi partilerine oy vermeyenlere mü’minlik yolunun kapanacağını ilân eden sapıklar türemişti. “(1)
“Türedi Komünistler” gibi, şimdi de “tatlı su kahramanı”, “İslâm Mücahidleri” türemeye devam etmiş olmalı ki, kimileri 2008’ler Türkiyesi’nde, “Ulusalcı gemilere binen İslâmcılar kataloğu”na dahil olurken; hâlâ da “cihadını, gâzâsını küfür dediği sol’a/solculara karşı değil; kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslüman cemaatlere, Müslümanlara yapanlar da görülüyor.Bu “tip”leri, hatırlayanlar hatırlar, “12 Eylül Nesilleri” de olsalar, 1989’da, komünistlerden daha fazla “Ülkücüler”e taarruz etmeleri, “Ülkücülerin “kâfir”, “kanlarının akıtılmasının helâl” olduğunu yazmaları, daha da türediklerini göstermiyor mu? Dış görünüşleri itibari ile, kimileri çarşaflı, şalvarlı, sakallı, kimileri ise “Vakko eşarplı”, kıravatlı, lacivet takım elbiseli, sakalsız, şeklen de olsa tam bir “Batılı…” Hadi diyelim “takvâ”ları “derecesi”nde olabiliyor mu “kafa yapıları”, “zihniyetleri” de?
2008’ler Türkiyesi’nde, “Cumhuriyet Tarihi’nde de bir ilk” olan “Ergenekon Ahtabotu”na yönelik “operasyonlar” sonrası, benim “hastalıklı zihniyetler” diye târif ettiğim böyle “malum zihniyet”lere de ne eklemeler yapıldı, biliyorsunuzdur. “Türkiye Cumhuriyeti kâfir devlettir. Bununla yaşanmaz. Diğer Müslüman grup ve cemaatler, Müslümanları sisteme entegre ediyorlar…”(2)diye “zihniyet”ini ortaya döken “Hizbullahî Müslümanlar”, “Hizb-ul Ergenekon” “olgu” ve “vakıası”nı nasıl izah ediyorlar ki? Ve “Ulusalcı-Kemalist taife”nin bazı Müslümanlara “el atması” sonucu oluşan “olgular”, “vakıalar”: “Millî Çözüm Dergisi” ve “Baran” dergisi “olgu” ve “vakıa”ları… “Hem Erbakan yanlısı olacaksın, hem de Atatürk yanlısı olacaksın ve de hakk tarikatlara karşı çıkacaksın” dedirten “ucube”likler… “Ulusalcı-Kemalist Türedi İslâmcılar…”(3)”Millî Görüş/Erbakan Hareketi” mensubu “teşkilatçılar”, ne derlerse desin, “kendi fikir sistemleri/ideolojilerinden” türetilmiş, oluş(turul)muş olgular, vakıalar bunlar…
İşte biz de bu “yazı dizi”mizde, “seri yazı”mızda, “Sünnî” ve “Şiâ” “dışında kalan, Harîcîleri ve Harîcî zihniyeti ile bu zihniyetin tezahürleri olan tipik hâdiseleri izah ederken; 2008’ler Türkiyesi’ndeki, neredeyse “Soros’un Çocukları” dedirtecek kertede “türeyen” Yeni Harîcîler”e “çağrışım”lar yapmaya gayret edeceğiz…
(Devamı Var)

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER-3

YAZI DİZİSİ:


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(3)/(SON)



TÜRK MİLLİYETÇİLERİ NİYE “TERÖRE BULAŞ(TIRIL)MIŞ”TI?

“Hangi taraftan gelirse gelsin silahlı eylemlerin tek amacı; korku, panik yaratarak üstünlük sağlama ve toplumsal hayatı felç ederek düşüncelerini zorla ikame etmeyi içerir. Niyetler ne olursa olsun, sonuç budur! Ve literatürde bu tür eylemlerin ismi “TERÖRİZM”dir…Kahvelerin basılması, öğrenci topluluğunun üzerine bomba atılması ve daha nice eylemler sonucu insanların katledildiği hatırlardan çıkarılmamalıdır. Bu tür eylemlere silahlı aşırı sağın da katıldığı hepimizin bildiği bir husustur” ifâdeleri ile “hatırlardan çıkarılmaması” gerekli hususlardan bahseden dönemin “İtirafçılar Olgusu Kervanı”ndan ATILGAN’ın bu ifâdeleri ile birtakım “sosyal it”lerin, “marks-fosil zihniyetliler” örtüşen “zihniyet formatı”na sahip olduğunu belirtmeliyiz, belki de…
“Sağ” ve “Sol” veya “Milliyetçi-Ülkücü ve Marksist-Leninist(Komünist) kesimin “terör eylem”ine katılmalarındaki sebep nedir ve her iki kesimin “terör eylemi”ne katılmalarındaki “sebep”, “motiv” farklı değil midir? “Sağcıları” bu “eylemler” içerisine ya “memlekete hizmet düşüncesi” veya “farkında olmadan başkaları tarafından kullanılmaları”dır.Gerçektende, “sağ kesim” çok zaman “Devlet’e yardımcı olmak fikrinden” yola çıkmış, bir “metod hatası” veya “kandırılması” sonucu “terörist eylemlere” katılmışlardır. Buna mukabil “sol kesim” bu düşünce tarzının temel unsurlarından olan ve psikiyatri de “ambivalans” dediğimiz “zıt fikirler” hemen dikkati çeker. Adam öldürmektedirler, “halkın mutluluğu için”; cinayet işlemektedirler, “dostluk uğruna”; yakıp, yıkmaktadırlar, adını “idealizm”e çıkararak(!)…(7)
Bir araştırmada, bu hususta şu değerlendirmeler yapılmaktadır: “Türkiye’deki terör örgütleri, Avrupa’dakilere nazaran daha geniş ve radikal hedeflere yönelmişlerdir. Marksist-Leninist ideolojinin değişik versiyonlarını benimseyen iki düzineye yakın “sol terör örgütü” , “silahlı mücadeleye dayanan bir strateji” izleyerek; demokratik rejimi yıkmak ve yerine Marksist-Leninist bir rejim kurmak peşindeydiler…(Hatırlatma:‘Bozuk düzen, “Yıkılsın düzen”, “Âdil Düzen”, “Düzene karşıyız” lakırdılarındaki “Düzen” ifâdesi bile aslında Marksist-Leninist(Komünist) bir jargondur. Niye “Nizam’a karşıyız” diyemiyorlar da, “Düzen’e karşıyız diyorlar?! Niye “Nizam Partisi” demişlerdi de “Düzen Partisi” dememişlerdi? Ve dangalaklık(!), “siyasî ümmetçi fırlatmalık”(!) yaparcasına, nie “Adil Nizam” dememişlerdi de, “Adil Düzen” demişlerdi? Ülkücü Hareket’in “Birikim”i, kapanan “Millî Eğitim ve Kültür” Dergisi de hatırlanmalı…İ.G.)
“Sağ/Milliyetçi-Ülkücü teröristler(!)” ise hemen hemen tamamıyla bir tek örgütte toplanmışlardır. Bunlar ideolojik bakımdan “eklektik bir felsefe” izledikleri gibi, amaçları bakımından da “net bir görünüme” sahip değildir. Kendi ifâdelerine göre “Devlet’i kurtarmak”, “Devlet’e yardımcı olmak” amacındadırlar. Genel olarak “otoriter” eğilimlere sahip oldukları ve “tepkici”niteliklerinin ağır bastığı görülmektedir.
“12 Eylül 1980 öncesi”, “silahlı aşırı sağcı”, “ırkçı yasadışı örgütler”den, kısa ismi ETKO, TİT, MİK ve TİBO (9)(Hatırlatma: Abdullah ÇATLI, Haluk KIRCI, Oral ÇELİK, Mehmet Ali AĞCA ve Ercüment GEDİKLİ’nin kadrosunda olduğu “Türk İntikam Tugayı”(T.İ.T.); 12Eylül 1980 sonrası “ikinci T.İ.T.” olduğunda ise “PKK’ya karşı Türkçü bir örgüt”e yani çok başka yazılımlara da dönüşmüştü.Radikal Gazetesi, 22.Temmuz.2008-Manşet);Ak Parti gibi “tanımsız/tarif edilemeyen” ve altı yıldır “tek başına gayr-ı millî iktidar” olan, İS’in bile yazamadığı üzre “milliyetçi iktidar olamayan” ve neredeyse “Amerikan Milliyetçiliği’nin Türkiye versiyonu” olan; 13 ay önce başlatılan “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonlar”ın bile neresindeler, neredeler Allah(c.c.) aşkına? “Doğan Öz Olgusu” nu “U.S.A Yazılımı Taraf” gibi gazetelerinde “hatırlatanlar; son 28 yıldır “Türk Milliyetçilerini, Ülkücü Alperenleri”, “Ergenekon Ahtapot”unda göremeyince, bu “göremeyişleri”ni, “efkâr-ı umumiye” ile paylaşmalarını beklemek da, böyle bir “Türkiye Olgusu”nda, “gayet saftoriklik” olsa gerek! “Müslümanlığı bile kimseye bırakamayan”, meşhur tanımlamamızla “siyasî ümmetçiler”in bütün mevkûteleri bile Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin, Ülkücü Alperenlerin bu “haklılığını” “bir cümle ile de olsa “olguları” itibariyle “yazamamaktadırlar…
Hani nerede “MHP/Milliyetçi-Ülkücü-Alperen Ergenekon”? Hani nerede???
AK PARTİ gibi “tanımsız/tarif edilemeyen” “U.S.A. Milliyetçiliğinin Şampiyonu” bir “siyasî irade”nin, “ayırımcılık/kayırmacılık” yaptığı gibi bir “saçmalıklar batağına” düşmeyin sakın..Eğer böyle bir “olgu-vakıa” olsa idi, AKP asla affetmezdi, ezer geçerdi…
Türkiye’mizde sağduyu ve akli selim sahibi “vatan kardeşlerimiz”, ilim ve fikir adamlarımız ve yazar olan kalem sahiplerimizin bir çoğu da, 12 Eylül 1980 öncesi Milliyetçi-Ülkücü Türk gençlerinin “nefsî/meşrû müdafaa” hâlinde kalarak “teröre çekildikleri”ni, “teröre bulaş(tırıl)mışlar” olduğunu, işledikleri “suç”ların farklı “saik”, “motiv”lerle meydana geldiğini, bu sebeple de “tarafsızlık, dengecilik, Batı’ya şirin gözükme adına” bu gençleri de “kurunun yanında yaş da yansın” mentalitesi ile “aynı kefeye” koymanın çok “yanlış” olduğu görüşündedirler.(10)

TOTALİTER İDEOLOJİLER ve TERÖR

Bu konuda “titrisiz münevver/mütefekkir” Taha AKYOL’un “terör” üzerine yaptığı tesbitleri de hatırlatmak istiyorum:
1-Terör, cemiyet yapısında köklü değişikliklerin vuku bulduğu, eski değerler sistemi sarsılıp, yeni değerlerin henüz teşekkül etmediği veya yaygın olarak kabulleneilmediği çağlarda ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla terör, “gelişmeci” değil “ihtilâlci-devrimci” geçişlerin ürünüdür. Bu yüzden “yabancılaşma” veya aynı vakıânın başka kelimelerle ifâdesi olan “değerler buhranı”, terörün temel âmilidir.
2- Robespierre, Lenin, Stalin, Hitler gibi câni teröristler çağlarında ve ülkelerindeki şiddetin baş aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fakat “bu şahıslar olmasaydı, temsil ettikleri ideolojileri teröre tevessül etmezlerdi” düşüncesi ise kökten hâtâlıdır. Terör, komünizm ve nazizim gibi “bütün izm’lerde”ki, dünyayı iki renkli gören “devrimci ideolojiler”in, “totaliter sistemler”in tabiatında vardır. Fransız İhtilâli’nin, Bolşevizm’in ve Nazizm’in bu liderleri olmasaydı, bu hareketler kendilerine isimleri farklı fakat mizaçları aynı kaatilleri mutlaka bulacaklardır. “Terör” ve “totaliter düşünce” bir madalyonun iki ayrı yüzünden ibarettir.
3- Türkiye’ye yönelen, 2008’lerde bile “sonlanamayan” terörün üçüncü temel özelliği de “emperyalizm’in silahı” olma vasfını muhafaza etmesidir. (11) Fransa’da “Jakoben”; Almanya’da “Nazi”; Rusya’da “Bolşevik terörü” üzerinde “Politikada Şiddet” isimli eserinde “ayrıntılı” bir şekilde duran AKYOL; dönemin Tercüman Gazetesi’ndeki yazıları ile “teröre kaynaklık eden” düşüncelerin yer aldığı, “İslâmî markalı”, “yeni haricîler”de dediği “radikal devrimci İslâmcılık”tan ve aynı zamanda “totaliter bir ideoloji”den de bahsetmektedir. Bugün de “Jakobenizm’i savunan”, bütün eylemleriyle “Robespierre’i öven” hattâ övgüsünü “İmparator Napolyan’a kadar” götüren , bazılarınca Türkiyemizin “Uçukistan Serisi”ne dahil edilen Yalçın KÜÇÜK gibilerin mevcudiyetine rağmen;(12) günümüzde, 2008’ler Türkiyesi’nde, sahici bir şekilde “teröre kimlerin lânetler yağdırdığını düşünmelidirler. Bu hususu ve hele de “Cumhuriyet Tarihi’nde bir ilk” olan “darbecilere darbe”yi, yani “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonu”nu hatırlayarak düşünenler; Türklük sevgisi, Türk kültüründen, İslâmiyet’ten ve Türk tarihinden beslenen, şuurlanan ve “teori”sini bu “beslenme kaynakları” üzerine kuran; Türk Milleti’nin ebedî bekâsını, ilmî zihniyet/analitik düşünce metodu ile sağlamayı gaye edinen “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”nin(TMFS), ne Marksizm-Leninizm(Komünizm), Faşizm, ne de “dinî etiketli” “yeni Haricîlik” denilen “totaliter ideolojiler”le , uzaktan-yakından alakası olmadığını, olamayacağını, daha net ve bariz olarak görecekler ve “Milliyetçi Terör”, “Ülkücü Terör” tanımlamalarının ne kadar da “gerçek dışı” olduğunu da fark edeceklerdir.

FORUMLAR-HÜR TARTIŞMA MEYDANLARI ve SUÂLLERİM

2008’ler Türkiyesi’ndeki “teknoloji”nin getirdiği muazzam imkânlardan olan “internet/web siteleri”ndeki “forum”ların, gerçek bir “hür tartışma meydanları” olmaları ve “fikirlerden korkmadan”, “tenkitçi düşünceye/eleştirel bakışa” sahip olarak, “siyasî günahlar işlemeyi de göze alarak”, her türlü “kapalılık”tan kurtulunmalıdır. Kimilerinin öve öve bitiremediği ve hayranlıklarını gizleyemediği “İran İslâm İnkılabı”, “Humeyni Devrimi”nin hararetli bir şekilde tartışıldığı 1980’lar “Türkiye Gerçeği”nde, maalesef bazı “Radikal-Devrimci-İslâmcı Humeyni Devrimi Âşığı” “Türk Gençleri”, âdeta “sığlık”larını, “cahillikleri”ni “saklarcasına”, EYGİ HOCA gibi,”İslâm Mütefekkirleri”nin “yazılı tartışma teklifini” bile kabul edemiyorlardı.
Suâllerim: 1- “Siyasî şiddet” de denilen ve “yeni bir harp” şekli de olan “terör”, hangi ideolojilerin, “fkir sistemleri”nin bünye, tabiat veya teorisinde mevcuttur?
2- “Yeni Türk Devleti’nin/Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fikrî temelleri”nden olan ve “Milliyetçi-Ülkücü Cenaha” göre de, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu ideolojisi” olan “Türk Milliyetçiliği Fikir Sisteminin/İdeolojisinin” bünye, tabiat veya teorisinde, “terör”, “şiddet”, “siyasî şiddet” , “siyasî tedhiş” meydana getirecek bir “düşünce”, bir “fikrin “olmadığı, 2008’ler Türkiyesi’ndeki “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları” sonrası da alenen bir kez daha belli olmadı mı?
3- “Kavgam” gibi “totaliter ideolojileri” hatırlatan eserler ile adetâ “Türk Milliyetçiliği= Nazizim”, “Türk Milliyetçiliği= Totaliterizm” gibi “zorlama yakıştırma gayretlerinin sebepleri ve beklenilen gayeler neler olmuştur?
4- Türkiye’mizde “anarşi ve terör”ün gaye ve hedefleri neler olmuş, kimler “gaye ve hedeflere”varmayı kolaylaştırıcı, doğrudan veya dolaylı roller oynamıştır?
5- Türkiye’mizde “anarşi ve terör”, kimleri “hedef” seçmiştir?
6- 12 Eylül 1980 öncesi Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, hangi şartlarda ve ne gibi sebeplerle “teröre bulaş(tırıl)mışlar”dır? Ve 12 Eylül 1980’den 18 Temmuz 2008’e, yirmisekiz yıl sonra, niye “bulaş(tırıl)mamışlar”dır?
7- 2008’ler Türkiyesi’nde “Şiddet Yanlısı”, “Darbeci Terörist Paşaları”, kimler “kahramanlaştırıyor”, “kahramanlaştırılan teröristler kataloğunda”, sürekli “çamurlar atılan”, “Ülkücü Hareket Mensupları” da yer alıyor mu?
“Tarihin yargılaması” ve neticede “Tarih böyle diyor” söylemi ile ortaya çıkan “hakikatleri” kabul edebilmeye hazır “mangal gibi yürekliler” de kaldı mı?
Bir yıldan fazla süredir, belki de 2003’den beri başlayan bir “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları”nın “sonlandırılmaya” doğru gidildiği bir “gidişat”ta, bari “Her şey Hakk için” zihniyetinde olan “cenahlar” da bu “hakikatleri” ne zaman “Türk Efkar-ı Umumiyesi” ile paylaşacaklardır ki?
Ve affedersiniz, “kazık gibi” bir suâl: İspanya, İtalya ve Yunanistan’daki,(Avrupa’daki) darbe(ci)lerin âkıbetleri malûm. “En azından dürüst” olacaksak; “Ergenekon Terör Örgütü Operasyonları” bitimi, “Türk Demokrasisi”, “Avrupa Demokrasisi” ayarına, kıvamına sahiden gelebilecek mi???
18. Temmuz. 2008
İsmet GÜLTEKİN
İsmet_gultekin@mynet.com/ metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:
(1): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “Öyle Diyecekler”, Başyazı, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Yıl.:1, Sayı.:23, 11.Mayıs. 1981, s.3
(2): Tokay GÖZÜTOK, “Bir Gazetecinin Cezaevleri ve Mazlumlar Arasındaki Tesbitleri”, “Ülkemizi 12 Eylül’e Getiren Sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar”, 14-15 Eylül 1984, İstanbul, Tebliğler, Tahliller ve Sonuç Bildirisi, Aydınlar Ocağı Yayınları, s.276, 277
(3) Tokay GÖZÜTOK, a.g. tebliği, s.257
(4): “Devlet’in Yokluğunda Komünistlere Karşı Millet”, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Yıl.:1, Sayı.:18, Baskı Tarihi 05. Nisan. 1981, Ankara, s.4
(5): Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, “Cemiyetin Refleksleri”, Başyazı, Yeni SÖZCÜ Dergisi, Baskı Tarihi 03. Nisan. 1981, Yıl.:1, Sayı.:19, s.3
(6): Prof.Dr. Fahir ARMAOĞLU, “Türkiye Cumhuriyeti’ni Yıkmaya Matuf Siyasî ve İdeolojik Oyunlar”, TKAE Yayınları, Ankara 1986, s.25
(7): Prof.Dr.Ayhan SONGAR, “Türkiye’de Terör Olaylarının Arkasında Yatan Gerçekler Sosyo-Psikolojik Araştırma ve Değerlendirme”, “Ülkemizi 12 Eylül ‘e Getiren Sebepler ve Türkiye Üzerindeki Oyunlar”, s.323
(8): Dr. Attila YAYLA, “Türk Terörü ile Avrupa terörü Arasında Bir Karşılaştırma”, Yeni FORUM Dergisi, Cilt.:8, Sayı.:179, 15.02.1987, s.39
(9): Salih ŞAHİN, “Gençlik ve Yıkıcı Faaliyetlerin Stratejileri”, Yeni FORUM Dergisi, Cilt.:7, Sayı.:164, 01.Temmuz.1986, s.26
(10): Meselâ: Ergun GÖZE, “TRT’de Silahlı Sağ Eylem”, Tercüman Gazetesi, Köşebaşı Sutünu, 20. Mart. 1981(Cuma), s.6; Yılmaz ÖZTUNA, “Türk Olmak”, Tercüman Gazetesi, Tar. Göz. Sütunu, 1987
(11): Taha AKYOL, “Politikada Şiddet”, Töre-Devlet Yayınları, Nu.:49, 1. Baskı, Ankara 1980 ve Bakınız Atilla YAYLA, “Devlet Terörü Sovyetler Birliği ve Nazi Almanya’sında Terör-1”, Yeni FORUM Dergisi, “Terörizm Üzerine Yazılar-1”, Sayı.:165, Cilt.:7 s.24….. ve 31
(12): Taha AKYOL, “Terör Demokrasisi” “Sivil Toplum Cevapları-2”, Tercüman Gazetesi, 11. Nisan. 1986, s.1, 12

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM ve İZM'LER-2

YAZI DİZİSİ:

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(2)



MİLLİYETÇİLER-ÜLKÜCÜLER 12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ NİYE “SİLAHA SARILMIŞLAR”DI?


“Biz onları 12 Eylül öncesinden de biliriz” diyen “zihniyet sahipleri”, 12 Eylül 1980 öncesi, hangi Milliyetçi-Ülkücü Türk genci, “Ülke elden gidiyor” gerekçesine dayanarak “silahlı eylemler”e girişmiştir?Milliyetçi-Ülkücü Türk gençleri, sözüm ona , “sözde silahlı eylemler”e nasıl “girişmiş” ve eline, yeri geldiğinde, izolabantlarla yapıştırdığı, “süper silahlar”ı hangi şartlar altında almış veya almaya mecbur bırakılmışlardır? Hiç düşünmüş müydüler?
Hatırlanacağı üzre, TRT ‘de, 30. Mart. 1981 tarihinde, akşam yayınlanan “P.K.K. ve Güneydoğu Olayları” programında, “Biz teslim olamayız. Biz Türk Bayrağı altında yaşıyoruz, dedik. Biz altınlarımızı sattık. Koyunlarımızı sattık. Onlara karşı gelebilmek için silah aldık, silah almak zorundaydık. Karım, kızım, çocuğum jarjur dolduruyor, ben de ateş ediyordum. Bu hesapla canımızı muhafaza ettik. O zamanlar “Devlet” bize sahip çıkmıyordu. “, feryadları, “Devlet Yokluğunda Komünistlere Karşı Millet”in, yaşama, mücadele ve azminin de ispatı olmuyor muydu? Bu şekilde bir “meşru müdafaa” hâlinde kalan ve “Devlet’in yokluğunda”, kendi silahını kendi parası ile alan ve Devlet-Millet düşmanlarına karşı, mukavemet edenler de “terörist” mi idiler? Bunlar da “silahlı eylem” mi yapmaktaydılar?
Hâlen Güney-Doğu Anadolu’muzdaki “vatan kardeşleri”mizden “köy korucuları” denilen insanlarımız, Devlet’in kendilerine temin ettiği , sağladığı silahlarla, Kürtçü komünistlere karşı “silahlı mücadele” etmektedirler. 12 Eylül 1980 öncesi ise “Hilvanlılar, kadın-erkek silaha sarılarak mücadele etmişler; etmeseler ne olacaktı?Onlar ölmekle kalmaz, milletimizdeki ümit ve mücadele azmi de “ölmez miydi?” Zaten terörün maksadı insanları ortadan kaldırmak değil, onları sindirerek köle hâline getirmek değil mi? Bir cemiyette sivil insanların bizzat emniyet sağlayıcı güçler hâline gelmesi, nasıl bir değişmenin eseriydi? Ve sosyal bünye açısından ne ifâde ediyordu? “Bozuk gidişe karşı mukavemet gücünü bir milletin hayatiyetini ve yaşama, başarma azmini gösteren başlıca işaret olması” bakımından, hiç mi ehemmiyeti yoktur? Meşhur İngiliz yazarı George Orwel’ın “Bir Fil’i Öldürmek” hikâyesinde anlatılmak istenildiği gibi, “Bir cemiyet, bu hâle geldiği zaman artık canını ve malını, kendisini sömürenlerin himayesine terk ediyor demektir. İşte Hilvan’lıların, Siverek’lilerin, Artvin’lilerin, Fatsa’lıların, Kars’lıların ve daha nicelerinin üzerinde estirilen “terör” bu hedefi elde etmek istiyordu. Bunun için de “terörcülerin” en büyük düşmanları, halk içinde mukavemet mihrakı oluşturabilecek insanlardı.”(5) Yani Türk Polisi, Türk Jandarması, T.S.K.’lılar (Hatırlatma: 1960-1980 arası TSK Şehidlerinin sayısı ile 1980-2008 tarihleri arası TSK Şehidlerinin sayısını da gönüldaşlarımızdan biri öğrenip, yazsın bari.İ.G.)ve tabii MHP’liler, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, “terörcülerin en büyük düşmanları” idiler değil mi? Millet içinde “mukavemet mihrakı” oluşturanlardan , MHP’liler( hani kimileri sanki alay edercesine MEHAPE diyor ya! CHP’ye ise niye CEHAPE demezler ki?)Milliyetçi- Ülkücü Türk Gençleri, bu sebeple değil midir ki, Marksist-Leninist-Devrimci terörcüler tarafından, “engel görüldükleri” için “hedef” seçildiler ve neticede 2008’ler Türkiyesi’nde bile “hiçbir cenah”ın geçemeyeceği, çoğu “asaletsizler”den oluşan, 15 ciltlik “Ülkücü Şehidler Serisi”ni oluşturdular. Ve tabii onbinlerce sakat, yaralı…MHP’li, Milliyetçi-Ülkücü olmak, “öldürülmek için yeterli ve gerekli sebep” değil miydi?

“YANLIŞ İDEOLOJİ” TERCİH EDENLER VE….

“Türkiye’miz ve Türklük Âlemine yönelik tehdit, baskı ve tehlikelerin sebep ve mahiyetlerini, aslında “Ben Türk’üm diyenlerin Allah’(c.c.)tan başka dostları” olmadığını bilen; “millî tehlikeler karşısında, millî şuura sahip nesillerden; sapına kadar “traWmatize” edilmiş, “çileleri rütbeleri olan “nesillerden olmalıyız. “1968 Kuşağı” gibi değil; yahut günümüzde ekseriyeti itibari ile dedirtecek ölçüde “fiesta”cılık bataklığı”ndaki, “eğlence kültürü çamuru”ndaki “30 yaşındakiler”, “30 yaşın altındakiler” yani “12 Eylül Nesilleri” gibi değil; Türk Milleti’nin ebedî bekâsını, ilmî zihniyet metodu/analitik düşünce tarzı ile sağlamaya, millî tehdit, baskı ve tehlikelerin gerçek yüzünü anlamaya, düşman kapıya dayanmadan evvel, düşmanın kim olduğunu tanıtmaya çalışırken; “nefsi müdafaa” hâlinde kalarak “teröre çekilmiş” , “çile” de, “dram”da, “traWmatiklikte”, en önde olan ve hâlâ da “teşkilatları ile en önde olan” “Yusuf Yüzlü Nesiller”den olmalıyız.
“12 Eylül 1980 öncesi”, Türkiye’miz, “ilan edilmemiş, şiddet derecesi düşük harp” de denilen yeni bir harp şekli ile karşı karşıya olmasaydı yani böyle bir harp şeklinin taarruzuna mâruz kalmasaydı, “devrimci-komünist terör”ün etkisiyle, Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençleri, hem de “Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun leşe” denilen bir ortamda, “tepki gösterip”, evvelâ “fikrî mücadele” ile mukavemet ederek, sonra da “meşrû/nefsî müdafaa” hâlinde kalarak, “döküntü/çakaralmaz silahlara” sarılırlar ve bu arada sistemli olarak “teröre çekilmiş” de olabilirler miydi? “Türk âleminin en büyük düşmanı” olan ve “her görüldüğü yerde ezilmesi” gereken “komünizmi”, kendi yayılmacılık siyaseti icabı kullanan, içeriye karşı “milliyetçi”, dışarıya karşı “komünist”; 12 Eylül 1980 öncesi, Türkiye’mizin tarihinde “ilk defa” olarak, “bu kadar fazla derecede komünizm kıskacına” alınmasını sağlayan; Türkiye’mizdeki terörün arkasındaki “en büyük güçlerden olan”, “Rus Milliyetçiliği” bayrağını dalgalandıran Sovyet-Rusya’nın, tarihî emel ve ihtiraslarının günümüzde, 2008’ler Türkiyesi’nde bile “sonlandığını” söylemek ne mümkündür ki?(6) “Türkistanlı şâir”in dediği üzre; “Dünya, Urussuz, Emrikasız ne güzel olurdu…”(Devamı Var)

17 Temmuz 2008 Perşembe

Yazı Dizisi:TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM'LER(1)

YAZI DİZİSİ:


“CUMHURİYET TARİHİNDE İLK OLAN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ OPERASYONU “TARTIŞMALARININ HATIRLATTIKLARI…




TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, TERÖR, TOTALİTERİZM VE İZM’LER(1)


Kendime göre tesbit ettiğim öncelikli hususlar üzerinde , bir bir durmak ve kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Zaman zaman, “bir takım çevrelerce”, “faşist”, “ırkçı”, “Turancı”, “aşırı milliyetçi” ve “aşırı sağcı” itham ve suçlamalarına mâruz kalan Türk Milliyetçileri, bugün de aynı suçlamalarla karşılaşmaktan kurtulamamaktadırlar. Yukarıda yazdığımız itham ve suçlamalardan mutlaka biri veya ikisi ile her zaman itham edilmekte, suçlanmaktadırlar. Hâlen Türk Milliyetçilerine, bırakalım “bir takım çevreleri”, bu “mâlum çevreler”in korosuna katılmaktan, ne hikmetse çekinmeyen düşünce ve fikir adamlarının, “aşırı sağcı” , “terörcü”, “tedhişçi” , “Biz onları 12 Eylül öncesinden biliriz” itham ve suçlamalarına devam etmeleri, düşüncelerimizi teyid etmektedir. 12 Eylül 1980 sonrası bir “olgu” olarak ortaya çıkan “itirafçılar olgusu kervanı”ndan sayın Necdet ATILGAN’da, dönemin “Yeni FORUM” dergisindeki yazısından da anlaşılacağı üzere, bu “koro”ya dahil olmaktan rahatsızlık duymamış olmalı ki, kendisi de ve hatta 2008’ler Türkiyesinde bile, “Birikim”i ile Ömer LAÇİNER gibi “kartaloz”lar bile Türk Milliyetçileri, Milliyetçi-Ülkücü insanlar için, “aşırı sağ”, hattâ “silahlı aşırı sağ”, “ırkçı” ve “faşist” itham ve suçlamalarını günümüzde de sürdürmektedirler.
“Silahlı aşırı sağ” hususu gibi hususlara sonradan temas edeceğimden, “aşırı sağ” itham ve suçlaması üzerinde durmaya devam edelim. Bu hususa çok değişik açılardan bakan, rahmetli Prof. Dr. Erol GÜNGÖR Hoca, bir yazısında, meselenin püf noktasını şöyle izah ediyor: “Batılıların telkin etmeye çalıştıkları fikir, Türkiye’de sol’un bir tehlike teşkil etmediği, asıl kökü kurutulacak olanların milliyetçiler olduğudur. Ancak bu fikir çok değişik bir üslup içinde sunulmaktadır. “Solcular” yerine kaypak bir “aydınlar” terimi kullanılıyor, “milliyetçiler” için ise “aşırı sağcı” deniliyor. “Hangi gaye ve kimin menfaatleri , bu şekilde bir husumetle karşılaşıldığını belirten rahmetli, Erol GÜNGÖR HOCA; “Avrupa’lının kullandığı üslup gayet ustalıklıdır. Türkiye’de iktidarda bulunanların milliyetçi, yani millet varlığı uğruna her türlü fedakârlığı göze alan insanlar olduklarını onlarda bildikleri için, milliyetçilik düşmanlığı yaparken hep “aşırı sağcı”, “Turancı” vs. tabirlerini kullanılıyor” demektedir. Yine sözde “Türkiye Sağı” nı iki dönemdir “tek başına” oluşturan “siyasî irade”nin başı da, 2002’den bu yana, tamı tamına, altı yıldır, zaman zaman, “milliyetçilik, etnik kökene, dinsel ve bölgeselliğe dayanamaz” tekerlemelerini dillendirmektedir. Peki, milliyetçilik, Türk Milliyetçiliği, “millî bekâ”yı amaçlayan bir milliyetçilik ise neye dayanacağının cevabını ise hâlâ söylemedi…
Biz,şahsen bütün yakıştırmaları, “itham etme”, “suçlama” olarak görürken, rahmetli Erol GÜNGÖR HOCA, “milliyetçilik düşmanlığı yaparken” şeklinde değerlendirmektedir. Rahmetli Erol GÜNGÖR HOCA, bu hususla ilgili yazısını, şu cümlelerle noktalıyor: “Biz Türk Milliyetçileri, milliyetçiliğimize karşı yapılan suçlamaları şeref madalyası olarak taşımaya alışmış insanlarız. Ancak dost olmadığımız çevrelerin lehimizde bulunur ve bize yardımcı olmaya kalkarlarsa o takdirde tuttuğumuz yolun doğru olduğundan endişe edebiliriz. Allah’a şükür, şimdiye kadar böyle bir mantıksızlıkla karşılaşmadık.”(1) dese de, “Türkiye Gerçeği”nde, “Kızılelma Koaliyasyonları” gibi “ucube yakınlaşmalar”, “karıştırmalar- barıştırmalar” da yaşandığını hatırlamak elzemdir. Ancak, elbetteki, “30 yaşındaki gençler”imiz, “30 yaşın altındaki gençler”imiz, yani “12 Eylül Nesilleri”nden, “rağmenlere rağmen” Türk Milliyetçiliği Mefkûresine sahip olmaya çalışan gençlerimiz için de, bu zamana kadar duyulmamış veya bundan sonra da işitilmeyecek muhtemel “itham ve suçlamaları” da bir “şeref madalyası” olarak taşımaya da hazır olmalıdırlar…

“MİLLİYETÇİ –ÜLKÜCÜ TERÖR” VAR MIYDI Kİ?

“12 Eylül sonrası olgular”dan “itirafçı kervanı”ndan Sayın Necdet ATILGAN, dönemin “Yeni FORUM” dergisindeki yazısında şunları serdetmekteydi:” Terör eylemlerinin sağdan veya soldan gelmesi haklı olmayı gerektirmez. Umarım Sayın İsmet GÜLTEKİN, milliyetçi diye “terör” olaylarına karışmış insanlara sahip çıkmıyordu.”
Sonradan “Çılgınlıktan Sağduyuya” ismi ile kitaplaşan ve “Yeni FORUM Yayınları”ndan da çıkan bu “tartışma”da, “konuşmacı olarak yer aldığı ve 1970’li yıllarda düzenlenen bir çok seminer ve toplantılarda “, muhtemelen “Devrimci terör”ü ateşleyen, teşvik eden, “Devrim nutukları” atarken; ben daha henüz beş yaşında, çocukluğumu yaşamakta, o yaştaki çocukların dünyasında yer almakta idim. Zamanın “Darbeci Generali”, “Devlet Başkanı Orgeneral” Kenan EVREN’in Konya konuşmasında belirttiği gibi, şâyed T.S.K., idareye el koymamış, yani 12 Eylül Harekâtı /Darbesi yapılmamış olsa idi, “o konuşma kürsüsü”nden konuşacaklar arasında, belki de kendisi de olacaktı ve ben de, tıpkı beş yaşındaki Afgan çocuklarının, Rus Kızıl Ordusu işgali sonrası yaşadıkları şartlar altında olacaktım. Kezâ, bir eski “terörist”in dediği üzre, “Hazırlanan plan ve stratejiye göre, eğer 12 Eylül darbesi olmasaydı, yapılacak ilk seçimlerde Dev-Yol örgütünün desteklediği 13(on üç) milletvekili Meclis’te olacaktı.”(2)
Böyle bir “tesbit”i, “Temmuz Sıcağı”nı çok hararetle yaşayan “2008’lerin Türkiye Gerçeği”ni hatırlayınca, “Haçlı-Masonik Gül Amplemli”, “D.T.P.= P.K.K.” yazılarının, bir ara “Türkiye Medyası”nda çokca yazıldığı, ancak, “2. Olağan Kongresi”ni 20 Temmuz’da yapma hazırlığındaki “on yılları aşan siyasî çizgi” ise, 20 kişilik grubu ile bugün T.B.M.M.’de olduğunu “anlamlandırmayı” da elbette “orijinal” bir şekilde de yapabilmeliyiz…”Sistem olgusu”nun “dayatmacı/zorba” ve hattâ “terör” kokan muamelerine rağmen “siyasî çizgiler “”yok edilemiyor”, “elimine edilemiyor” ne yazık ki?
Bütün bu “acı gerçeklere”, ve “olgu”lara rağmen; Türk Milliyetçiliğinin fikir kaynaklarında, “külliyatları”nda, asla “şiddet”, “tedhiş”, “terör”, “silahlı mücadele” , “metot” olarak da tavsiye edilmemiş; her daim, daima, mücadele metodu olarak da, kanunlara riayet, meşruiyet, yani “demokratik kurallar içinde” olması vurgulanmıştır, vurgulanmaktadır.
“İtirafçılar Olgusu”nu oluşturanlara şöyle bir suâl de yöneltmiştik: “Sizler hiç Alparslan TÜRKEŞ’in “Temel Görüşler”, “Dokuz Işık” gibi eserlerini ve diğer milliyetçi ilim ve fikir adamlarımızın, meselâ Seyyid Ahmed ARVASÎ’nin, üç ciltlik “Türk-İslâm Ülküsü”nü, Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU’nun “Türk-İslâm Sentezi”ni, Taha AKYOL’un “Politikada Şiddet”ini okudunuz veya okuımak için elinize aldığınız oldu mu? Bırakalım bütün bunları, “MAYAŞ Yayınları”nca yayınlanan “Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası Sorgu”yu okumayı, hiç düşündünüz mü?
Herhalde çoğunuz “silahlı eylem”, insanı katledip “silahlı propaganda” yapmaktan , “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”ni bir “anti-tez” olarak da olsa öğrenmeyi bırak; Marksist-Leninist(Komünist) ideolojiyi bile ancak “zindanlar”da öğrendiniz elbet…Nitekim ATILGAN da bunu “itiraf” etmişti zaten.
Ancak 2008’ler Türkiye’sinde, hâlâ “fikirler mücadelesi”nin de “tam gaz” devam ettiği bir zaman diliminde, “yanlış ideoloji/yanlış fikir sistemi” tercih etmenin “pişmanlığı”nı duyanlar da o kadar az ki?
“Şemsi ÖZKAN”lar bile böyle bir “dramı”, “yanlış fikir sistemi”, “yanlış ideoloji “tercih etmenin “traWmatikliği”ni de yaşayanlardandı: ÖZKAN diyordu ki;“Sonuç olarak bugünkü tavrımızı şöyle izah edebiliriz: Bu tavır , komünist ihanete vurulan bir darbedir. Bu tavır, Türklük şuurunun yeni bir şahlanışıdır. Damarlarımızdaki soylu kanın ihanete isyanıdır. Bu tavır, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kocatepe’de vatan uğruna kanlarını akıtan şehidlerin ruhlarına okunan Fatiha’dır. Bu tavır, Türklüğün yeni zaferidir. Bizi lütfen dinleyin.. Sesimize kulak verin. Af değil, ilgi bekliyoruz. “(3)
(Devamı Var)