Powered By Blogger

24 Ekim 2009 Cumartesi

ARVASÎ HOCA'NIN "MAMAK GÜNLERİ-114 Günlük Maceram"(*)



ARVASÎ HOCA'NIN "MAMAK GÜNLERİ-114 GÜNLÜK MACERAM(*)"
Son iki yılda rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ HOCA ile ilgili üç yazı yazdım. Bunlardan ilki, "TRT-2'DEKİ ARVASÎ HOCA PORTRESİ" başlıklı yazım; diğer ikisi de bir eserinin de ismi olan"DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ" ile "ARVASÎ HOCA'NIN 'KÜRTÇE'YE BAKIŞI" başlıklı yazılarımdı.
Her iki yazımı da "milliyetçi camia"nın önemli dergilerine "e-mail" ile göndermeme rağmen, nedense yayınlanmadı. "TRT-2'DEKİ ARVASÎ HOCA PORTRESİ" başlıklı yazımda-ki bütün yazılarımı kendime ait blog'larımda yayınlamaktayım-,"Ah! Keşke bunlar yapılabilse, dediğim iki husus: Günümüzün tartışılan 'mes'elesi','Kürt Mes'elesi/Kürtçülük/Kürtçe' konularında, ARVASÎ HOCA'mızın -sonradan en son Bilgeoğuz Yayınlarınca da yayınlandı-Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanan "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eseri odaklı "Bütün Eserleri"nin taranması ile "serdettiği" düşüncelerinin "efkar-ı umumiyeye"(fikirler camiasına) yeniden mal edilebilinmesi...Ve rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ HOCA'mızın "12 Eylül Zindanları"ndaki "günleri"nin daha da "müstakil" bir şekilde genişletilebilinmesi..."diye yazmıştım.
Rabb'ül-âlemine hamdu senalar olsun ki, bu "niyet" ve "düşünceler"iminden ikisini de gerçekleştirebilmek nasip oldu. Son yıllarda rahmetli ARVASÎ HOCA'nın da eserlerini yayınlayan "Bilgeoğuz Yayınları"ndan, "Mamak Günleri-114 Günlük Maceram" isimli "eser"in çıktığını "internet ortamı"nda öğrenince; "Tamam dedim; rahmetli ARVASÎ HOCA'mızın "12 Eylül Zindan Günleri"ni "müstakilen" ele alınabilinir artık, dedim ve ortaya bu yazım çıktı.
Çok zarif bir şekilde yayınlanmış olan "MAMAK GÜNLERİ-114 Günlük Maceram-"ı hararetle okudum."Bilgeoğuz Yayınları "adına "Oğuzhan Cengiz"in yazdığı "Takdim"de; rahmetli ARVASÎ HOCA'mızın birkaç hususiyeti vurgulanmış:"...İnsanlığın ideolojik bataklıklar içerisinde çırpındığı bir dönemde kendini yetiştirerek insanları, özellikle de Ülkücü Gençleri aydınlatma yolunda durmadan çalışmış, fikir üretmiş, hep onların saadetleri için çırpınıp durmuştur..."
"Her hamle ve hareket adamı gibi ARVASÎ HOCA'nın perspektifinde, herşeyden evvel Allah(c.c.)'ın hoşnutluğu olmuş, bunu gerçekleştirmek içinde, Resulullah(s.a.v.)'i örnek alan bir hayat yaşamaya çalışmıştır."
"...Yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan, inandığını söyleyen, söylediğine inanan ve savunduğu fikirleri her zaman ve zeminde savunmasını bilen biri olmasıdır. Bir örnek Alp-Eren, bir Peygamber Âşığı ve mirasçısı saymak asla mübalağa olmaz..."
"...ARVASÎ HOCA'yı yakından tanıyanlar, bu çabanın asla normal bir çaba olmadığını da müşahede etmişlerdir.."
"...ARVASÎ HOCA'nın milliyetçilik anlayışı, asla kana, ırka , soya dayanmaz..."
"...Kendini muhafaza etmek ve gayeden sapmak istemiyorsak, çölde kalan insanın suya duyduğu hasret kadar bu eserlere de ihtiyacı olduğunu bilmelidir. Çünkü bu eserler okuyanları gerçek ve tek çıkar yol olan Allah(c.c.)'a ve Resulu'na çağırmaktadır.
İstifade edebilenlere ne mutlu."(s.7,8)
"MAMAK GÜNLERİ"
Böyle bir "Takdim" ile güzide okurlarına sunulmakta ve rahmetli ARVASÎ HOCA'mızın tuttuğu notlardan oluşmakta. "114 gün" yani 4(dört) ay da diyebileceğimiz "Mamak Günleri"
Rahmetli ARVASÎ HOCA, "tuttuğu bu notlar"da,gözaltına alınışını, Mamak'a götürülüşünü, "Kafes" ve "Kafes Arkası" ile "Hücre"ye konuluşunu, "İstihbarat Dil Okulu"nda ve en sonda "Askerî Mevkî Hastanesi"nde geçen "günleri"ni yazmış. Eserinin 60. ve 61. sayfalarında belirttiği üzre;"Tuttuğu notların akıbetinden korkmakta", kaldı ki "İstihbarat Dil Okulu'nda iken tuttuğum kısa notları bile Mamak'ta benden aldılar, bir daha da vermediler" demekte.Demek ki o "verilmeyen notlar" ile rahmetli ARVASÎ HOCA'mızın "12 Eylül Zindan Günleri", daha da kapsamlı bir şekilde öğrenecekmişiz!Kimbilir,"İstihbarat Dil Okulu'nda tuttuğu notlar "da, neler yazılı idi?
"18 Eylül 1980,Perşembe günü, saat 17.00'de, "Samandra'ya götürülüşü"ile başlayan "Gözaltı Süreci..."21 Eylül 1980, Pazar günü, Ankara'ya, "İstihbarat Dil Okulu"na götürülüşü...
Rahmetli ARVASÎ HOCA, "Mamak Günleri"nde, en fazla Said BİLGİÇ ile "dostluk" kurabilmiş. "Gözaltındaki Hayat", "korkunç bir monotoni."(s.21), diye tanımlayan ARVASÎ HOCA; "Bu İhitilâl'in hedefi 'biz olamayız....Biz nasıl olsa bir aya çıkarılan gözetim altı süresi bitince çıkarız', beklentisine girmesi. Fakat ziyaretine gelen eşinin dilinden dökülen cümleler:" Yo, yo, biz seni dört ay önceden beklemiyoruz..."(s.22) Ve yine "notlar"ında, rahmetli ARVASÎ HOCA, sık sık "Kalp Hastası" olduğunu hatırlatıyor...
Geçen sürelerde "İhtilâl'in rengi"nin belirginleşmesi ve 28 gün sonra, 10 Ekim 1980'de, "muhteşem tahliyeler"in yaşanması:" Bütün AP'liler, Deniz Baykal,
Süleyman Genç dahil hemen hemen bütün CHP'liler, Gültekin Gazioğlu dahil bütün TÖB-DER'liler, DİSK'liler tahliye ediliyor. İçerde biz, bütün MHP'liler, Erbakan dahil birkaç MSP'li ile iki CHP'li milletvekili ile Ahmet Yıldız kalıyor."(s.23) dediği satırlar. Ve "Bazı AP'liler gelip boynumuza sarılıyorlar, ağlayarak vedalaşıyorlar...."(s.23) Ve neredeyse bir ay sonra, 11.Ekim 1980'de, "İstihbarat Dil Okulu"ndan "Mamak Sıkıyönetim 1 Numaralı Askerî Mahkemesi"ne götürülüşleri...Ve "teker teker Hakim huzuruna" çıkarılışları, ifade verişleri:Rahmetli ARVASÎ HOCA, "Sıra bana geliyor, gidiyorum. Hakim soruyor ve zabıt katibi yazıyor:"Siz çete kurmak, Türkiye ahalisini ikiye bölmek ve silahlı mukateleye teşvik etmek suçundan mahkememize getirilmiş bulunmaktasınız. Savcı tutuklanmanızı istiyor, bir diyeceğiniz var mı? Bu cümle karşısında âdeta şoka uğruyorum. Bu çete lafı neredeen çıktı, Türkiye ahalisni ikiye bölmek de ne imiş, sonra silahlı mukatele ne demek? Hayret ki ne hayret....Hepsi şaşkın, hepsi hayretler içinde..."(s.24)
"Nihayet hâkim geldi. tutuklandığımızı haber verdi. Bizde yeni bir şaşkınlık devresi başlamıştı."(s.24)
Ve "Erbakan ve arkadaşlarının da 'serbest' bırakılışı...Böylece içerde daha ziyade MHP kalmıştı. Tam kadro hâlinde tutuklu idi...Bütün siyasî kadroların serbest bırakılıp-CHP'liler, AP'Liler,MSP'liler-MHP'nin tam kadro tutuklanması."(s.25)
".....Süleyman Gençler, Deniz Baykallar ve daha niceleri ellerini kollarını sallayarak gezerken bizim içeride olmamız yadırganmıyor muydu? İhitlâl'in hedef aldığı Erbakan ve arkadaşları serbest bırakılıp bizim tutuklanmamız acaba nasıl hazmedilecekti? Bütün suç ve vebal MHP de mi idi?
Nitekim bu reaksiyonların bir neticesi olarak, birkaç gün sonra Erbakan ve bütün MSP Genel İdare Kurulu vs. tutuklandı....her ne ise biz yine tam kadro içeride kalmıştık. Ve asıl suçlu bizdik ve diğerleri birer 'denge unsuru' olarak içeride bulunuyordu. Bu kanaat gittikçe gelişiyordu."(s.26)
Bizler de yakın "siyasî tarihimiz"in "29. yılında bile "bu gerçekleri" hiç mi hiç hatırlatmıyoruz bile!!Halbuki, rahmetli ARVASÎ HOCA'mızın da vurguladığı üzre; 12 Eylül 1980'den 19 gün sonra, "bütün CHP'liler, bütün AP'liler serbest bırakılmış", 'denge unsuru' olarak da "Millî Görüş/Erbakan Hareketi Lideri ve bazı yöneticiler "içerde" tutulmuş!!!!
Rahmetli ARVASÎ HOCA, "MSP'lileri", yani "Millî Görüş/Erbakan Hareketi" mensupları için; "İstihbarat Dil Okulu'nda yaptığı müşahedeleri de yazıyor:
"....MSP'liler imam olmak için can atıyorlar.Bizler umumiyetle cemaat veya müezzin oluyoruz...Münasebetimiz birçoğu ile selamdan öteye geçmiyor. Onlar, âdeta bizden kaçıyorlar. Daha çok solcularla ahbaplar. Bol bol yemek yiyorlar, kral sofrası hazırlıyorlar, paraları pek çok, pek de müreffehler, kilo alıyorlar, onun için bol bol idman yapıyor ve hapishaneye getirdikleri 'baskül' de tartılıyorlar. Bilmem bunlardan önce hapishaneye baskül getiren başka birileri var mı? Hapishane tarihinde bu ilk olsa gerek."(s.28)
Ve yine rahmetli ARVASÎ HOCA, "MSP Zihniyeti"ni yahut "Millî Görüş/Erbakan Hareketi" zihniyeti ile ilgili olarak, eserinin 59.sayfasında, "Askerî Mevkî Hastanesi"nde iken, ziyaretleştikleri 'Korkut ÖZAL'la ilgili kısımda ise "Dil Okulu'nda iken MSP'liler bizden kaçarlardı" demekte ve "Ben onu tanımak için Erbakan'a, Humeyni'ye
biraz taş atıyorum, o ne yapıyor yapıyor, mevzuu değiştiriyor."(s.60) diyor.Ve kardeşi "Turgut ÖZAL" ziyarete geldiğinde, aralarında geçen sohbeti de zikrediyor; "ekonomi politikalarının liberal politikalar olduğunu söylediğini fakat ÖZAL'ın bunu kabul etmediğini, milliyetçi kadroların ıstırablarına çare bulması gerektiğini hatırlattığını"(s.64,65) ifade ediyor...
"Hapishaneyi ne yapsan hapishane olmaktan kurtaramıyorsun. Namaz, Kur'an, sohbet hepsi var. Fakat hapishane var."(s.27)diyen rahmetli RAVASÎ HOCA'nın "avukatlığı"nı da, geçenlerde vefat eden "milliyetçi camia"nın mümtaz kalemlerinden Ergun GÖZE'nin de yaptığını öğreniyoruz.(s.27)
Bu satırlarda, dönemin "Hergün Gazetesi"nin 'vefasızlık" yaptığını, "12 Eylül'e kadar çıkan yazılarının ücretini çocuklarına ödediklerini, fakat "bir daha da uğramadıkları"nı hatırlatıyor.(s.27) ARVASÎ HOCA, "Ben hapiste bulunduğum müddetçe beni ve çoluk çocuğumu asla arayıp sormuyorlar. Eğer birkaç dostum ve damatlarım olmasaydı ailem perişan olacaktı."(s.27) diyor.
Rahmetli ARVASÎ HOCA'nın "Mamak Günleri"ni üç bölüme de ayırabiliriz. Bir, "İstihbarat Dil Okulu Günleri", iki, "Mamak Askerî Cezaevi Günleri ve üçüncüsü "Askerî Mevkî Hastanesi Günleri...."
"Mamak Askerî Cezaevi"ne götürülürken; "herkes şok yemiş gibi idi"(s.28) dediği cümleler...
"12 MHP'li, 7 MSP'li idik. Allah'a tevekkül ederek ve pencerelerde biriken arkadaşlara el sallayarak ayrıldık. Yanımda MSP'den Mustafa YAZGAN vardı..."(s.28)
Ve "Mamak'la ilk teması:"At ağzından sigarayı" sertçe ikazı ile karşılaşması...Şahsen, ben, rahmetli ARVASÎ HOCA'nın "sigara içtiği"ni, "Mamak Günleri"nden öğrendim...Hâlâ gözlerimin önüne geliyor..."Mamak Günleri" sonrası tabii. Yıl:1983..İstanbul Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı...Türkmen Yayınevi'ndeki kitap imzalama günü...Fakülte birde, 17 yaşındaki bir "Anadolu Çocuğu" olarak, bana ismimi sorması ve "Allah(c.c.) seni muhafaza etsin(Âmin)" diye dua etmesi...Ve içtiğim ayran....
Ve "Mamak Zulüm Kalesi"ndeki, "Kafes", "Kafes Arkası", "Hücre" hayatı...
Ve "kafes"in ne olduğunu gözlerimizle gördük" dediği satırları..."....Artık uyku zamanı geldi, uyuyun bakalım", dediler. Nerede uyuyacaktık? Betonda uyunur mu idi? Peki biz ne yapacaktık? Pardosülerimizi, seccadelerimizi, havlularımızı falan çıkararak, uyumaya çalıştık. Dış kapı açıktı ve biz ön kafeste idik.Soğuk doğrudan doğruya bize çarpıyordu.Benim bir tarafımda Süleyman Sürmen, diğer tarafımda Taha AKYOL, birbirine yakın uyuyarak ısınmaya çalışıyorduk. Fakat nafile, hepimiz hasta olacaktık..Hele benim gibi kalp hastaları için soğuk bir felaket olabilirdi...Harp Okulu eski tarih öğretmeni Dr. Tahsin ÜNAL da bizimle birlikte idi."(s.30,31)
VE "MAMAK'TAKİ HÜCRELER"
Rahmetli ARVASÎ HOCA, iki ay "İstihbarat Dil Okulu"ndaki 'günleri'nden sonra konulduğu "Mamak Zulüm Kalesi" dedirten "Mamak Askerî Hapishanesi"ndeki "Kafes/Kafes Arkası Günleri"nden sonra "Hücre Günleri" de yaşamıştır.
"....Bizi 'hücreler'e koyacaklardı. Öğrendiğimize göre 'hücreler' iki kişilikti...Hücrelerimize doğru yürümeye başladık....Bizim konacağımız hücrelerin önüne geldik...40.hücreye ben ve Şerefattin DOĞAN kapatıldık..."(s.31,32)
"Hücre dedikleri yer, yedi ayak uzunluğunda ve bir o kadar da genişliğinde bir oda, çift kişilik tahta ranza da konulunca geriye üç ayak genişliğinde bir kısım kalmış...Hücreye kapatılır kapatılmaz, ilk işim sadece biz 'siyasî tutuklu"lara verilen çarşaf ve nevresimleri yataklarımıza geçirmek oldu. Yataklar korkunç derecede ıslak, mübalağasız söylüyorum taştan daha sertti...Hücrelerin penceresi yoktu..."(s.33)
"Hücrelerde radyo dinlemek yasaktı. Bunlar, buraya sokulamazdı. Ancak, istediğimiz gazeteyi alabilirdik....Eğitim teorik olarak "Atatürk İlke ve Devrimleri"ni öğrenmek, ezbere tekrarlamak ve "er eğitimi" tarzında cereyan ediyordu. Bize eğitim yaptırılmadı. Yalnız 7 lira karşılığında "Atatürk İlke ve devrimleri"ile ilgili bir kitap verildi. Bunu okumamız istendi. Onun dışında Atatürk'ü konu almayan başka bir kitap okumaya müsade edilmiyordu. "(s.33,34)
Bu kısımlar, aynı zamanda, belki de "müstakil" bir çalışmayı gerektiren; "12 Eylül Zindanlarında ATATÜRKÇÜLÜK DERSLERİ"ne eklenecek cümleler. Benzer cümlelere ve açıklamalara, 38.,40. ve 42. sayfalarda da rastlıyoruz...
"Hücrede ilk gecemiz..." ile başlayan cümle ile rahmetli ARVASÎ HOCA, "Üç battaniye koymama ve çarşafa rağmen yatağım hâlâ küf kokuyordu. Bu koku o kadar şiddetli idi ki, ağzımı ve burnumu atkım ile kapatmak zorunda kaldım.İki battaniye koymama rağmen, yatağım hâlâ taş gibi idi....Uyumak ne mümkün? Dualar ve niyazlarla geçen saatler ve bir türlü gelmeyen uyku...
Hücrede ve taş gibi yatakta evimi, çocuklarımı, onların yalnızlığını, İstanbul'daki hayat şartlarını ve onların çekmesi muhtemel olan sıkıntıları düşünüyorum...."(s.35)
"...Namaz kılmak serbest, bir seccade seriyoruz, küçücük hücre doluyor, onun için teker teker namaz kılıyoruz. Namazdan sonra, yataklarımız üstüne çekilip, Allah'a sığınıyor, dua ve tesbihlerimize devam ediyoruz. Bu, MHP ve MSP'lilerin bulunduğu her hücrede böyle...Hapishanede Allah'a her zamankinden daha yakın olmak ihtiyacı içindeyiz..."(s.37)
Ve 40-45 dakika süren "hücrelerde sayım" şartları, emirler-komutlar....Teyemmüm ile ibadetlere devam etmeler...
Ve "hücre hayatı" yaşarken, "doktora çıkmaları..." "Kafesin kapısı açıldı, ben gerçekten hasta ve alakaya muhtaçım. Kalbim perişan, üstelik gripten mustaribtim.Soğuk ve üzüntü, ıstırabımı iyice arttırıyordu...."(s.43)
Ve "Mamak Günleri-114 Günlük Maceram"da, "ayna"ya ilk defa bakışı:" Aynayı elime alıyorum. Mamak'a geleli beri kendimi ilk defa seyrediyorum. Ne acayip hâle gelmişim. Meğer saç ve bıyık biz erkeklerin süsü imiş, onlar sıfır numara ile traş edilince ne de fazla değişiyor ve çirkinleşiyoruz. Bilmem ben kendimi öyle gördüm..."(s.46)
"ÜLKÜDAŞLIKTAN ÖNCE KELEPÇEDAŞLIK"
Ve "hücre"den "hastane"ye götürülüşleri..."Bize 'kollarımızı uzatın' emrini verdi. Ben derhal uzattım. Süleyman Sürmen ıstırapla, 'Buna luzum yoktu', diyerek kolunu uzattı....Benim sağ, Süleyman Sürmen'in sol kolu kelepçe ile birbirine bağlanmıştı. Hayret ediyorum, bu kelepçe bağı benim gönlümde ve kalbimde Süleyman Sürmen'e büyük bir muhabbet bağı oldu. Sanki, bu arkadaşımı eskiden de severdim, fakat bu kelepçe takıldıktan sonra sevgim pek çok arttı. Hâlâ da öyledir. Bu kelepçedaşlık duygusu, bendeki Ülküdaşlığın ötesinde bir kardeşlik duygusu da geliştirmiş bulunuyor...."(s.47)
"ASKERÎ MEVKÎ HASTANESİ'NE YATIRILIŞI"
Ve rahmetli ARVASÎ HOCA'nın 1980 Kasım'ın sonlarında "Askerî Mevkî Hastanesi"ne yatırılışı."Erat Koğuşu" yazılı koğuşta tek başına kalışı..."Yatak yumuşak ve temizlik kokuyordu. hemen uyumuşum", dediği satırlar. Ve edindiği "yeni dostları....
"Askerî Mevkî Hastanesi'ndeki "komünist/devrimci hemşirenin(s.52) hıncı, husumeti neticesi yaptığı "iğnelerin hayrını" göremeyişi..."Hemen derimin altında bir kabarcık yapıyor, ben doğrulur doğrulmaz, bütün ilaçlar dışarı fışkırıyor. Böylece ilaç bünyeme dağılmıyor.Bu da bir taktik....Herhalde eline teslim edilen "Faşist"(!)in iyileşmesini istemiyor.Bir şeye aldırdığım yok. Ben şifahı Allah'tan bekliyorum. Zaten zar zor barındığım bu müessesede kime ne söyleyeceğim?..."(s.59)
Ziyaretine gelenler, sohbetler, vesaire amma yine de "Günler geçmek bilmiyor, bir koğuşta yapayalnızım, düşünüyorum, okuyorum, ibadet ediyorum, Kur'an-ı Kerim 'e devam ediyorum, dua ve niyaz hâlindeyim...."(s.57)
".....Yalnızlık, hem çok hoş, hem de çok sıkıntılı...İnsanın dostlara ihtiyacı var....Fakat bütün mes'ele dostu gönlünde bulmada...Allah bes, bâki heves..."(s.59)
Aralık 1980...."Ama Mamak, Mamak'tı ve ben orayı hiç mi hiç sevmemiştim. İnşaallah, beni bir daha oraya götürmezler, diye Allah'a yalvarıyordum...Zaten, benim ve bizim ondan başka kimimiz vardı?"(s.61)
Ve "Askerî Mevkî Hastanesi"nde Said BİLGİÇ ile "aynı koğuşta" kalışları...
"Said BİLGİÇ'i buraya yatıracağız. Artık yalnız kalmayacaksın? Yatağımda âdeta fırlıyorum. Bilmem günlerdir hiç bu kadar sevinmiş miydim? Said BİLGİÇ, 12 Eylül'den önce sadece merhabalaştığımız bir tanıdık idi. Ama, İstanbul'da birlikte gözaltına alınmış, birlikte polis nezaretinde Ankara'ya getirilmiş, birlikte aynı kata konmuş iki MHP'li idik. Birbirimize acı ve ağır şartlar altında ısınmıştık. Ben onu ağabey, o beni kardeş itibar etmiş...Istıraplarımızı, sıkıntılarımızı, dertlerimizi onunla paylaşmıştık. Şimdi o, hastaneye, hem de benim koğuşuma gelecekti. Kader bizi tekrar bir araya koyuyordu. Hayret, sevinç ve intizar bir arada. Artık odamda yalnız değilim.(Said Bey, kardeşi Saadettin BİLGİÇ, ağabeyi Prof.Emin BİLGİÇ)
"Said Bey de namaz kılıyor, bol bol 'Selatin-i tefriciye' okuyor ve elindeki kağıda işaret ediyor,'4444' defa okuyacakmış. Ben de Kur'an-ı Kerim'i hatmetmek üzereyim. Galiba 25.cüzü ben sesli okudum, Said dinledi."(s.62,63)
Ve aynı hastanede tedavi gören 'Korkut ÖZAL'ın da sohbetlere katılışı...
Ve Celal BAYAR'ın eski arkadaşı Said BİLGİÇ'i ziyarete gelişi...
Ve "Veli Çaylak" isimli "garip Anadolu Çocuğu" ile tanışmaları...Rahmetli ARVASÎ HOCA'nın ifadeleri ile;"Zavallı, günahsız, kusursuz Anadolu çocuğu, niçin 43 gün hapiste tutulduğunu anlamadan ve bunun hesabını sormayı asla düşünmeden, kinsiz, garezsiz, çıkıp buradan gidecekti. Giderken de bize acıyacak, bizim kurtuluşumuz için dua edecekti..."
Hey garip Anadolu....
Öz yurdunda garip yaşayanlar ülkesi."(s.68)
Ve 09.Ocak.1981'de tahliyesi...
"Mamak Günleri-114 Günlük Maceram"
Ben, şahsen "Mamak Günleri-114 Günlük Maceram"ın sonuna konan iki renksiz fotoğrafı değil de, TRT-2'deki "Portreler Galerisi"ndeki "Mamak'taki elleri bitişik resimini" hatırlayacağım....
Ve bir de "İstihbarat Dil Okulu"nda "tuttuğu" fakat "Mamak'ta elinden alınan notları"nın da bulunup, yayınlanmasını arzuluyorum...
Ve rahmetli ARVASÎ HOCA'nın "Mamak Günleri"nden sonra da "mücadelesi"ne Türkiye Gazetesi'nde devam etmesi..."Hasbihal" köşesi ve yayınlanan iki ciltlik "Size Sesleniyorum" eseri...
Ve "daktilo başında" vefatı.....
(*): S.AHMET ARVASÎ,"MAMAK GÜNLERİ-114 Günlük Maceram",Bütün eserleri XVII, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2009
25.Ekim.2009
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com

22 Ekim 2009 Perşembe

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE ANLAMAK

BİR ESERİNE GÖRE
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE'Yİ ANLAMAK
("Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil:68 KUŞAĞI"(*))
Mümtaz'er TÜRKÖNE'nin "Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil:68 KUŞAĞI"nı okuyup bitirdiğimde, "Milliyetçiliğini, Ülkücülüğünü çağrıştırıcı", hiçbir cümlesi ile hiçbir paragrafı ile karşılaşmadım, diyebilirim. Bilakis, "illegal, anti-demokratik, çeteci, "üniformalı çeteciler" diye tanımladığı "cuntacılar" yani başarılı darbeciler arasında mücadele verdiğini çağrıştırıcı" çok sayıda "ifadeleri" var.
TÜRKÖNE, eserinin adını ya "Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil.68 Nesli" ya da "Darbe Peşinde Koşan Bir Kuşak:68 Kuşağı" şeklinde vermeli idi."Kadim Dostum Erol DOK' 'ithaf'ı" ile birazcık "Milliyetçi-Ülkücü mazisi"ni "çağrıştırıyor" diye düşünüyorsunuz, ancak "bu eseri boyunca", böyle bir "çağrıştırıcı" cümlelere rastlıyamıyorsunuz.
TÜRKÖNE, eserinin "Takdim"inde, "68 Neydi?" suâline anlaşılır cevaplar vermekte.
"68 Kuşağı"nın 'türeyişi'nin 03. Mayıs.1968 yılında, Fransa/Paris Sorbonne Üniversitesi'nin işgali işle başlayan 'gençlik olayları'na dayandırmakta ve "...İçinde muhalif bütün meşreplerin bulunduğu heterojen bir başkaldırıdır...Statükoya muhalif her eğilim, 68'in rengarenk dünyası içinde yer almıştır. İlk defa savaş görmemiş bir nesil, kendi sesini ve kimliğini aramaktadır"(s.11) demekte ve "hepsinin ortak paydası"nın ise "daha fazla özgürlük" talebi olduğunu vurgulamaktadır.
TÜRKÖNE, "Türkiye'nin 68 kuşağı, bu evrensel başkaldırının neresindedir?"(s.12) suâline ise "Hiçbir yerinde değildir. Türkiye'nin 68 kuşağı ile bu 'Evrensel Dalga' arasında bir bağ kurulamaz. Kurulabilecek 'tek bağ', gençliğin bir siyasî aktör olarak ilgi odağı hâline gelmesidir...Gençler, Avrupa'daki akranlarından çok farklı yöne ilerlemişlerdir. Bu yönü belirleyen ise ordu içindeki cuntalar ve bu cuntaların operasyonlarıdır. Avrupa'daki gençlik 'özgürlük' peşinde koşarken; bizdekiler 'darbe şartlarını olgunlaştırmak için' sokağa dökülmüşlerdir."(s12) demektedir.
TÜRKÖNE, bu sayfalarda âdeta şunları demek istemekte:Fransa/Paris Sorbonne Üniversitesi'nde, 03.Mayıs 1968'de başlayan 'gençlik olayları' yani Avrupa'nın "68 Kuşağı"nın 'Türkiye versiyonları', 'tam bir özgürlük düşmanı', çeteci, cuntacı, darbeci, illegalite ve anti-demokratik 'zihniyet' olarak belirginleşmiştir. Batı'da "herkese özgürlük" 'ortak paydası' ile "başkaldıran bütün muhalifler"in "Türkiye versiyonu" ise tam ters istikamette gelişmiştir:Anti-demokratlık, illegalite, çetecilik, cuntacılık ve darbecilik....(s.13)
TÜRKÖNE "68 KUŞAĞI"NDAN MI?!
Yeri gelmişken, ilk başta da vurguladığımız üzre, Mümtaz'er TÜRKÖNE, bu eseri boyunca, hepimizin bildiği "Milliyetçi-Ülkücü mazisi"ni "net" bir şekilde "hatırlatıcı", 'çağrıştırıcı' ifadelere, cümlelere, âdeta yer vermemekte; neredeyse kendisinin de "68 Kuşağı'ndan olduğu" 'imaj' ve 'algılamalarına' sebep olmakta...
Bakınız, bu eserini baştan sona okuyan biri olarak; böyle bir 'hükme' veya 'kanaate' sebep olan ifadelerini nakledelim:
1)"Ben 68 Kuşağının açtığı kapıdan yola devam eden 'ikinci neslin' yani 1970'lerin ikinci yarısında kavgayı tırmandıran neslin bir mensubuyum."(s.14)
Yani ne demek, "68 Kuşağı'nın açtığı kapıdan yola devam etmek?!"
2)"1968 yılında 12 yaşında ergenlik çağına adım atmaya hazırlanan bir çocuktum....1968 bugün bana dün kadar yakın.Çünkü ben ve benim neslim 68'inin açtığı kapıdan hayata giriş yaptık ve hâlâ aynı yolda yürüyoruz. Benim neslimin kaderi de 1968'de çizildi."(s.17)
Ne demek istiyor ki?!"68 Kuşağı, anti-demokratik, illegalite, şiddet, çetecilik, cuntacılık, askerî cuntacılık ve darbecilik "kapı"sını açmamış mıydı?O yıllarda 'böyle bir kapı'da ne arıyordu ki?!
3)"Bizler yani 68'in ikinci evresini yaşayanlar, tıpkı sabana sürülmüş öküzler gibi at gözlükleri ile bu 'izi' takip etmekten başka bir şey yapmadık. Sadece kıyıcı, daha nefret dolu ve daha çok acı çeken ve çektiren bir nesil olduk."(s.18)
4)Eserinin 18. ve 19. sayfalarında zikrettiği "anekdot": "Rus Ruleti" oynaması..."Elinden silahı aldım.İnanmıştı. Onu inandırabilmek için ben de bir defa tetik düşürdüm. Ben ölebilirdim...O gece sağ kalmam bir tesadüftü.."(s.19)
Yani "Rus Ruleti" oynayan Mümtaz'er...19. sayfaya şu cümleyi yazmışım:Böyle bir kökenden dolayı olsa gerek,"Türklüğün Sembolü Bozkurt"a, "Kangal Köpeği" demişti?!!
5)"1968 yılında 12 yaşındaydım....Lüleburgaz Lisesi'nin orta kısmında okuyordum...Benim gibi o şehre yabancı iki arkadaşımla bir çete kurmuştuk. Çetenin adı "anarşist" kelimesinin tersten okunuşu olan "tsişrana" idi. Bu ismi seçmemizin sebebi gazete manşetlerinden hiç inmeyen ve o gün eylem hâlinde olan gençlerdi. Boykot yapan, banka soyan, adam kaçıran gençlere büyük hayranlık duyuyorduk. Onlar anarşist olduğuna göre anarşizm mutlaka iyi bir şey olmalıyıdı. O yıllarda vizyona giren Dr. Jivako filminin romantik müziğini, çetemizin parolası olarak kullanıyorduk."(s.24)
Yani, 12 yaşlarında, özendiği gençlere bak!!!Kurduğu çeteye bak!!!"Yılmaz Güney'in cool tavırlarla bir düzine adamı dövdüğü kabadayı filmlerini davranış dersi olarak izlerdik."(s.24)
Buyurun, "burdan yak!" 12 yaşında hangi "sinemacılara" özeniyor?!
6) "Ve Lise'nin tam karşısındaki bir büfe"den; "Molotof Kokteyi Nasıl Yapılır?"ı , ayrıntılı olarak "Hürriyet Gazetesi"nden "yutar gibi okuyarak "öğrenmesi...
Ve "ertesi gün, çete elemanları ile birlikte küçük bir ilaç şisesi ile deneme yaptığımız ve başarılı olduğumuzu hatırlıyorum."(s.24)
Ve "Bu satırları yazarken, Hürriyet Gazetesi'nin o nüshasını koleksiyonlarda buldum...29.Ocak.1971 tarihli...."(s.24)
Yani çete kuran, Yılmaz GÜNEY filmlerine ile "davranış "geliştiren, molotof koktey yapan bir Mümtaz'er çocukluğu...
Ve "milliyetçi olarak da 'anarşit' olmak mümkündür"(s.26) 'saçmalıkları....'
7)"Fakülte'ye(Mülkiyeye) ilk adım attığımda(yani yukarıda, kendi cümleleri ile öyle bir 'çocukluk hayatı' sonrası), 17 yaşındaydım..." Ve "74 affı ile 68'lilerin Mülkiye'ye yeniden dönmeleri..."
"Benden asgarî beş yaş büyük 68'lileri o vesile ile yakından tanıdım."(s.28)"...Saygı....Takdir....Ve yaşanılan hayal kırıklıkları..."(s.28)
"Ben 1968'in ikinci evresinin başında(1974-1980), gözlerimi ideolojiler ve örgütler dünyasında açtım."(s.28)
Yani kendinden beş yaş büyük "68'lilere, saygı, takdir" duymak ve "yaşadığım hayal kırıklığını tarif edemem"(s.28) demek?!
Sizce nasıl bir "köken"i, "maziyi", "geçmişi" çağrıştırır ki?!
8)"Talebelik yıllarımda, nezarethane gibi istisnai durumlarda Che hayranı devrimcilerle muhabbet fırsatı bulmuşluğum oldu. Huşu içinde anlattıkları Che'yi, Gazavât kitaplarındaki kahramanlarla karıştırdıklarını düşünürdüm....Hacettepe'li bir Kurtuluşçu'nun"biliyor musun astım hastalığını iradesiyle yenmiştir" diye heyecanla anlatırken, olağanüstü kişiliğine ve devrimci fedakarlığına dair verdiği bir örnek hiç hoşuma gitmemişti."(s.40)
Yani Mümtaz'er TÜRKÖNE, bu eseri boyunca, hepimizin bildiği şekli ile "Milliyetçi-Ülkücü kökenden geldiğine dair" hiçbir açıklama yapmıyor, hiçbir detay da vermiyor.
Bu eserini okuduğunuzda ve bitirdiğinizde,TÜRKÖNE'nin "dünya görüşü, fikriyatı" olarak aklımızda hangi algılamalar kalır ki?!
9)Ve TÜRKÖNE'nin "Deniz Gezmiş" üzerinden "gerilla özentiliği..."Karizması olan gençlik lideri, gerillacı Deniz Gezmiş"e özenmeleri...."(s.48)
Yani "şehir gerillacısı, karizmatik gençlik lideri Deniz Geçmiş'e uzanan bir TÜRKÖNE hakkında neler düşünürsünüz ki?!
10) Ve TÜRKÖNE'nin kendi kaleminden "kitap hırsızlığı..." "Hele gençliğinde benim gibi kitap alacak parası olmayanlar için...Zafer Çarşısı'na gitmek, bizim için ayının inine girmek demekti. Bunun için 'deli' olmak gerekirdi. İki deli arkadaş düzenli olarak Zafer Çarşısı'na gider ve her seferinde parkalarımızın astarları arasına attığımız bir torba dolusu kitapla dönerdik. Kitaplar bir tür ganimetti. Yakalandığımızda "hırsızlık" hafif bir suç olarak kalacaktı. Belimizdeki soğuk nesnelerle(tabancalar demek istiyor İ.G.) daha fazlasına cüret edecek durumdaydık....Sosyalist literatürü, Zafer Çarşısı'ndan hayatımızı tehlikeye atarak edindiğimiz kitaplardan aşağı yukarı öğrenmiştim."(s.67, 68)
Yani "şehir gerillacılar"ına 'özentili' TÜRKÖNE, "torba dolusu kitaplar" aşırmış!!!
11)"Sağ'ın 68'i" kısmında ise daima kendini "Milliyetçi-Ülkücü Cenah"tan âdeta uzak gösterici ifadeleri, cümleleri...
Ötüken Neşriyat ile ismi özdeşleşmiş Erol KILINÇ'ın 40 yıl sonra "İhtilal, İhtiras ve İdeal 1968 Kuşağı Hakkında" isimli (İst.2008) eseri üzerinden, "Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'ni, 'gayr-i millî, "totaliter", "İtalyanvâri" gösterme hattâ "Benito Mussolini'nin eseri olan İtalyan Faşizmi'nin kırık-dökük, yalan-yanlış özentisinden başka bir şey yok bu ruhta. Fikir mi? Hak getire...."(s.74) dediği kısımlar...
"...TÜRKEŞ'in sözleri ile bu kitaptaki cümleler(Kara Kitap) arasındaki benzerliği kimse fark edemedi...Lider-Teşkilat-Doktrin üçlemesi, Hıristiyan teslis(trinity)inancına gönderme yapan tipik bir Duçe(yani Mussolini) saçmalığıdır. Lider(baba), teşkilat(oğul), doktrin de(Ruhu'l Kudüs'tür..."(s.74,75)
Yani daha geçenlerde, "Radikal" deki köşesinde, Namık Kemal ZEYBEK'in de yaptığı "düşünce tarzı" açıklamaları...(**) Yani Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'ni gayr-i millî, totaliter gösterme çabaları....
Hele de bu kısımdaki sayfalarda, "Gençliğimde bana 'faşist' denmesinden nefret ederdim.Bu sözü hakaret olarak anladım. Zaten kullananlar da bu amaçla kullanırdı...."(s.76) dediği satırlar..Ve yine eserinin 77. sayfasında "1969 yılı Milliyetçi-Ülkücü başlangıcının bütünüyle faşist bir terminolojiye dayandığını teslim etmek lazım"(s.77) dediği paragraf...
Yahu bu TÜRKÖNE, 1969'da, nasıl bir 'zihniyet dünyası'na sahipti ki?! Buraya kadar, kendi kaleminden belirttiği üzre, çetecilik, gerilla özentiliği ile mi dolu bir "zihniyet"e sahipti?!"Komando Kampları" başlıklı kısımlarda da, "bu kamplarda bulunanlarla konuştum"(s.78) da demekte...Ve "Komando Kampları"nı bir "Özel Harp(Gladio/Ergenekon )Projesi" olarak tanımlamakta...(s.79)
12)Mümtaz'er TÜRKÖNE, eserinin "12 Eylül" bölümünde ise "Milliyetçi-Ülkücü Gönüldaşları"nı hiç mi hiç zikretmeden; "Mamak'taki Günleri"nden dem vurmakta ve âdeta "12 Eylül Zindanlarındaki Atatürkçülük Dersleri"ne eklenecek "uygulamaları" anlatmakta...(s.141,142)
Ve eserinin 142. sayfasında, "bu satırların yazarı da bir asker çocuğu olmanın bütün zorluklarını yaşamıştır"(s.142,143) diyerek, "asker çocuğu" olduğunu vurgulamakta. Ancak bu eseri boyunca "Milliyetçi-Ülkücü Mazisi"nden hiç bahsetmeyerek, âdeta "saklamakta" veya "yaşanmış" kabul etmemekte!!!
13)Ve TÜRKÖNE'nin, Cemil MERİÇ'ten, Erol GÜNGÖR'den ve Şerif MARDİN'den etkilenmeleri...
Mazisinde "Marksizm" de olan rahmetli MERİÇ için; "Cemil MERİÇ, içinde nefes alıp verdiğimiz dünyayı yerle bir etti, derme çatma bir kulübe olduğunu göstere göstere...Onunla aydınlandık ve hepimiz onun üslubunu taklide giriştik..."(s.164)
"...Karşımda düşman bellediğim ve öldüresiye kavga ettiğim 'Komünistler' hakkında bütün kanaatlerim değişti. "Anlamaya çalışmak" gibi bir dert edindim."(s.168)
Bu satırları da okuyunca, "Allah(c.c.) Allah(c.c.)" diye şaşırıyorsunuz...Hele de "Meslek hayatına 'Erol GÜNGÖR'ün asistanı sıfatiyle başlamış, benim gibi biri için...."(s.172) cümleleri, TÜRKÖNE'nin "dünya görüşü, fikriyatı" veya "sahip olduğu ideolojisi" hakkında âdeta "gel-git"ler yaşatıyor...Ve ister istemez, yahu bu TÜRKÖNE, "68 Kuşağı'ndan mı yoksa Ülkücü Hareket'in bir mensubu mu?", dedirtiyor....Ve "Bizim 68'imiz aslında 12 Eylül'de resmen sona erdi, fiilen Soğuk Savaş'ın bitimine kadar devam etti..."(s.207)
Buraya kadar, TÜRKÖNE "Hangi Kuşak'tan?" suâline cevap ararken; bu eserini okurken yaşadığımız "sancı"ları ve "hafakanlar"ı dile getirdik...
İNTERNET ARAMA MOTORLARINA GÖRE MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE KİMDİR?
Günümüzde "Kürt Açılımı" ile ilgili olarak "görüş"lerini serdeterken; "APO'ya AF" isteyecek kerteye gelmiş olan TÜRKÖNE'nin "kim" olduğunu, "İnternet Arama Motorlarına sordum ve şu bilgilerle karşılaştım:
1)Ülkü Ocakları Derneği'nin 1978 yılında yapılan Kongresinden Mümtaz'er TÜRKÖNE ile Abdullah ÇATLI, aynı listeden seçime girmişler. Yani ÇATLI ile Mümtaz'er arkadaş...(Fikri AKYÜZ, Yeni ŞAFAK Gazetesi, 10.09.07)
"Akşam Gazetesi'ne verdiği röportajda(21.10.09), "Osmanlı,ÖCALAN'ı Paşa yapar(Başıbozuk Paşa), maaşa bağlardı" diyen TÜRKÖNE "Abdullah ÇATLI ile 12 Eylül 1980 öncesi, Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde çalıştık" diyor ve kendini akademik çalışmalara verdiğini yazıyor...
"Bebek kaatili Abdullah ÖCALAN'ı "Başıbozuk Paşa "tanımı ile "Bodrum'a gönderen "TÜRKÖNE, "senorya yazarlığı" da yapıyor..."Türklük ve Kürtlük" isimli eserinde "PKK'nın siyasallaşmasını desteklediğini 'kabul' ediyor TÜRKÖNE. Ancak böyle bir eserini, "68 Kuşağı" kitabındaki "Yayınlanmış Eserler" arasında zikretmiyor...
"Tansu ÇİLLER'in Danışmanlığı"nı yapmış; "ÇİLLER'in Danışmanı TÜRKÖNE olmasına rağmen; "Resmî danışmanı hiç olmadım" deyiveriyormuş...(Ahmet HAKAN, www.hurriyet.com.tr, 19.Ocak.2003)
Eşi hâlen AKP Milletvekili....
"Eski Ülkücü" demek yanlış olur.Kendisinin Ahmet ALTAN ve Cengiz ÇANDAR'dan farkı yok.'Savaş biterse, Kürt sorunu çözülürse MHP biter'diyen TÜRKÖNE..."(Neval KAVCAR, "MHP'ye Antitez Diyen Prototipler",29.Eylül.2009,www.turkfederasyon.com)
Sahiden de "Taraf'taki röportajında, "MHP politika yapıyor" diyen TÜRKÖNE, "AKP de politika yapıyor" diyemiyor....
Suâl: Mümtaz'er TÜRKÖN'e Ülkücü müdür?
Cevap: Evet, hem de 12 Eylül öncesi dönemin "'hızlı Ülkücüler'inden...
MHP-Ülkücü Kuruluşlar Davası İddianamesi ve Savcı'nın Esas Hakkındaki Mütalaasından TÜRKÖNE hakkında denilenler:
"Sanık ÜGD Yönetim Kurulu Üyeliği'ne seçildikten sonra illegal çalışma yaparak....Genç Arkadaş Dergisi'nin sorumlusu..."(gazeteport, zikreden www.haber7.com, 05.Eylül.2007
"Eski Ülkücü" diye pazarlananlar ne kadar "Ülkücü" ise Sibel de o kadar bakire...
TÜRKEŞ yaşasaydı, "Ulan, şerefsizlik yapmayın, Türk düşmanlarına destek olmak, ne zamandan beri Ülkücülük oldu?"(Eski Ülkücü=Pornocu Sibel, www.yildiraycicek.com, 21.10.09)
"Her devrin adamı...AKP'nin, bölücülerin, Kürtçülerin yeni gözdesi...Akademisyen-yazar...Eski Ülkücü-Milliyetçi bozması, yani Washington-Brüksel-Erbil papağanı...TÜRKÖNE'nin yeni ev ödevi;"Kürdistan kurulsun, Diyarbakır'a Amed densin, Öcalan affedilsin...Ülkücü şehid kardeşi...Eski MHP'li-Ülkücü..."(Yıldıray ÇİCEK, Mümtaz'er TÜRKÖNE Delirdi mi? , www.yildiraycicek.com, 21.10.09)
"Şimdilerde "AKP Politikalarının Mimarı", www.etikhaber.com, 21.10.09)
TÜRKİYE'DEKİ "68 KUŞAĞI..."
Yaşları kırkı aşmış nesillerin sıkca duyduğu ve okuduğu "68 Kuşağı Nedir*" "68 Kuşağı"nın Türkiye'deki "zihniyet dünyası" nasıl şekillenmiştir? Türkiye'deki "68 Kuşağı"nın 'mücadelesi'nde kimler "model" alınmış ve neler yapmışlardır? Türkiye'deki "68 Kuşağı"nın 'zihniyeti'nin başlangıcı, hangi "darbe"ye dayanmaktadır?
TÜRKÖNE'nin bahse konu bu eseri, "hülaseten/özetle", "mufassal" bir şekilde de olsa "Türkiye'deki 68 Kuşağı, Nasıl Bir Kuşaktı*" suâlini cevaplandırmakta olan bir eserdir.
1968'i 2 evre'ye ayıran TÜRKÖNE, "1.evrenin 1968'te başladığı ve 1974'de bittiği; ikinci evrenin ise 1974-1980 yılları arası olduğunu vurgulamakta.(s.18)
TÜRKÖNE, "siyasî tarihimize" 'Mustafa Kuseyri Olayı' diye geçen;'devrimcilerin kendi arkadaşlarını öldürüp, suçu Ülkücülere attıkları' bu olayı ise "1968'in özetidir'(s.19) şeklinde belirtmekte. Ve Hasan CEMAL'i zikrederek;"Kuseyri tabancayla 'Rus Ruleti' oynarken, yakın arkadaşı Nejat ARUN tarafından kaza kurşunu ile vurulmuştu.'(s.20) 'ayrıntısı'na da yer vermekte. Ve bu 'Mustafa Kuseyri Olayı'nı '1968'in özeti' olarak değerlendirmekte.TÜRKÖNE, "....bu trajik oyunu bir masal sahtekârlığına dönüştüren ve 68'e damgasını vuran şey, bu oyunda siyasî sonuçlar devşirmek...Lazım olan sadece kan: Kimin döktüğü ise sadece teferruat...68 oyun oynarken adam öldüren bir neslin dramı"(s.20) tanımlamasını da yapmakta.
TÜRKÖNE, "68'in Fikirleri" başlığı altında ise 'vuruşan gençleri konuşturan ve tartıştıran gazeteci Beyhan CENKCİ'nin "Bayram Gazetesi"nde de yer verilen "tartışmalar"a atıfta bulunmakta.Dev-Genç Genel Başkanı'nın;Ülkü Ocakları Birliği Genel Başkanının(ÜOB'mi idi, ÜO Derneği mi? İ.G.) ve Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu Başkanı arasındaki "tartışmayı" hatırlatırken; -ki bu tartışma TRT ekranlarına da taşınmıştır- Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu Başkanı'nın, ta o yıllarda, "Gladio'yu, Özel Harbi, Ergenekon'u" "tesbit" ettiğini de âdeta vurgulamak istemekte. "Onları sahaya sürenlerin aynı şekilde, bir gecede hepsini toplayacağını, tezgahın başka yerlerde planlandığını...."(s.32) ve "iki renkli dünyalı bakışları" ile "Nefs-i Müdafaa" vurgularını dillendirmekte...
"MODEL ŞAHSİYETLERİ"-"FİKRÎ TEMELLERİ..."
TÜRKÖNE, eserinin "68'in Pop Yıldızı:CHE" bölümünde ise Türkiye'deki '68 Kuşağı'nın 'örnek' aldığı, 'model şahsiyet' olarak gördükleri "'Che Guevera' ile '68'in bir tek insandaki hülasası/özeti' dediği 'İlhan Selçuk'u zikretmekte. "Deniz Gezmiş"i de hatırlatan TÜRKÖNE, "fikrî temelleri" olarak da, "Türk Baascılığı"nı göstermekte..Yine "uyduruk Bursa Nutku"nun aslında, nasılda "68 Kuşağı'nın referansı hâline geldiğine de vurgu yapmakta...
"Che GUEVERA'nın 'künhü/iç yüzü' diyebileceğimiz hususiyetlerini ise şöyle özetlemek mümkün:
1)"...Epeyce kan dökmüş profesyonel bir gerillacı, yani devrimci..."(s.39)
2)"Sanayi Bakanlığı" yapmaktan sıkılmış!
3)"...Devrimci Şiddet'in, devrimci terör'ün teorisyeni, somut bir modeli..."
4) "Sosyalist Devrim'in silahlı dar bir öncü grubun eylemleri ile başarılacağını savunur.(s.40)
5) "Fokocu" yani silahlı, küçük bir gerilla grubunun uyguladığı şiddetin/terörün öncülüğünde halk ayaklanması gerçekleştirilecek ve iktidar devrilecektir."(s.40, 41)
6) Türkiye'de 1960 sonları ve 1970'ler boyunca devam eden "siyasî şiddetin/siyasî terör"ün ilham kaynağı..."(s.41)
7) Acımasız, kaatil, 'bir cani' ve gerilla önderi...
8) "...Yaşlı sayılması gereken bir kuşağın gençliği..."(s.41)
Ve "Türkiye'deki 68 Kuşağı'nın 'başucu kitabı':Carlos Marighella'nın 'Şehir Gerillası...'
Yani "solcular"ın "fikrî beslenme kaynakları"; hep 'yabanî", hep "ecnebî", hep "anti-Türk", hep "anti-İslam" ve hep "anti-insanî" kaynaklar....
TÜRKÖNE, "Neden 68'e, kaşarlanmış darbecilerin hevesleri cürümlerini aşan gençleri tezgaha düşürmeleri olarak bakmıyoruz?"(s.50) demekte! Yani demek istiyor ki, "kartaloz cuntacılar, darbeciler, genç 68'lileri tezgaha düşürüp yok ettiler...
Ve TÜRKÖNE, 16 Şubat 1969'daki 'Kanlı Pazar' olayları ile ilgili olarak; "mermiden çıkan kurşun gibi", "seri atış yapan bir makineli tüfek gibi", Bugün Gazetesi'nde yazıları çıkan Mehmed Şevket EYGİ Hoca'nın, "Derin Devlet Operasyonu" diyerek, "Kanlı Pazar Olayları"nda, bir bakıma "kullanıldığı"nı anlatmak istediğini hatırlatmakta.(s.86)Kaldı ki, 16.Şubat.1969, "Gerçekten bir 'derin devlet provokasyonu"dur.(s.89)
VE TÜRKÖNE'ye göre, "ordu içindeki cuntalar", "darbe ortamı oluşturmalar", yazılan "senaryolar" ve "onaylayanlar" ve "acemi bir Kontrgerilla Operasyonu" dediği bölümler...(s.83-99)
Yine TÜRKÖNE, "U.S.A.Arşivleri'nin açılan 1969-1972 yıllarına ait 'gizli rapor'lardaki, 1969 Mayıs'ndaki, "darbe teşebbüsü değil, darbe tehdidi" dediği kısımlarda, "Darbeci Demirel Vakıası ve olgusu"nu hatırlatmakta, "Mayıs 1969 darbesini planlayan adam aslında Süleyman Demirel'den başkası değil..İNÖNÜ ile Demirel arasındaki politik savaşı, askerleri devreye sokan Demirel kazanıyor"(s.104) demekte. Ve "son sözü askerlerin söylemediği, son sözün askerlere söyletildiği"ni vurgulamaktadır.(s.106)
TÜRKÖNE, aslında Türkiye'deki "68'in başlangıcı olarak', "27 Mayıs 1960 Darbesi'ne" de, eserinde genişçe yer vermekte. (119-136 sayfalar arası)ve önemli tesbitler yapmakta.Şöyle ki;
1)27 Mayıs 1960 Darbesi, 38 Subay'dan meydana gelen 'gizli bir örgüt' tarafından yapılmıştır.
2) Ve bu "gizli örgüt", 'Hükûmet Darbesi' yapmıştır...
3)"Darbe" ile yani "Darb" ederek, zor ve şiddet kullanarak, "İktidar"ı değiştirmişlerdir...
4) Sonuçta, "Hükûmet devrildi, parlemento kapandı ve özel mahkemelerde, birçok kurmaca davadan yargılamalar yapıldı...
5) 27 Mayıs 1960 Darbesi, 1980'e kadar , "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olarak kutlandı..(s.119)
6)27 Mayıs 1960 Darbesi, TSK'nın "kurumsal bir darbesi" değil; 38 Subay'ın oluşturduğu 'gizli örgüt'ün, "üniformalı çeteciler'in yani 'cunta'nın darbesidir.(s.112) Bir "sapma örneği..."
7)Artık, TSK, "yurdu koruma görevi" yanında "cuntalara engel olma görevi"nide üstlenmiştir.(s.123)
8) Bilinenin aksine, "Darağacındaki Menderes Resimleri, sadece siyasetçileri değil, aslında topyekûn millete gözdağı mesajı"nı ihtiva etmektedir...(s.225)
"Cunta'yı "üniformalı çeteler" diye tanımlayan TÜRKÖNE;".....arkasında devasa bir demokrasi tecrübesi olmasına rağmen; 1946'larda istemeye istemeye, zoraki, gönülsüz bir şekilde , dış konjonktürün zorlamaları ve yapılan "mutabakat"larla da "demokrasi"ye yeniden geçişimizdir ki; daha DP, tek başına iktidar olarak çıktığı seçimler sonrası; "üniformalı çeteler, cuntalar" tarafından "alaşağı" edilmeye "karar" verilmiş, ancak dönemin devlet başkanı İNÖNÜ'nün engellemesi ile, "darbe" 10 yıl geçiktirilmiştir...TÜRKÖNE'ye göre de "27 Mayıs 1960 Darbesini yapanlar da birer çetecidir.Darbe başarılı olduğu için, biz onlara "Cunta" diyoruz...27 Mayıs'la hesaplaşmak, çetelerle hesaplaşmaktır..."(s.127)
Sahiden de"1946'larda, 'demokrasiye geçiş serüvenimiz'in 'künhü/içyüzü' daha da ayrıntılaştırılmalıdır.
Ve TÜRKÖNE, yine "Türkiye'deki askerî müdahalelerin tamamı, ordu içindeki çeteleşmeler, aslında silahın siyaset için seferber edilmesinden ibarettir."(s.128)
"Ulusalcılık adı verilen Mussolini Faşizmi ile 3. Dünya Solculuğunun bir sentezi olan marjinal fikrin, daha ziyade "üniforma sahipleri" tarafından savunulmasının da tesadüf değildir.", diyen TÜRKÖNE; "Türkiye'deki 'Askerî Vesayet'in ideolojisinin de, böyle bir "Ulusalcı Zihniyet" vardır demekte(s.130) ve eserinin ileriki sayfalarında "28 Şubat Süreci" hakkında iki önemli 'tesbit' yapmakta:
1) "28 Şubat Süreci"nin ideolojisi ise 'Neo-Ulusalcılık....' Atatürkçülüğün faşizm yorumları...Önce eylem, sonra düşünce diyen, "Marksist Sınıf Analizleri" ile "Faşizm"dir"(s.156,157) demekte. Ve "28 Şubat Süreci'nin iki delilinden birinin "gazete kupürleri", diğerinin ise Faik BULUT'un "Yeşil Sermaye Nereye Gidiyor?" isimli kitabı olduğunu vurguluyor.(s.157)
TÜRKÖNE, "tam bir Stalinist İstihbarat Devleti"ni andıran "Batı Çalışma Grubu"(BÇG) ile ilgili olarak ise dönemin İçişleri Bakanı Meral AKŞENER'in;"BÇG belgeleri açıklaması, illegalite vurgulamalarına rağmen; BÇG-Genelkurmay ilişkilerine , herhangi bir 'yazılı cevap' verilmediğini hatırlatmakta.(s.152)
Ve TÜRKÖNE, "28 Şubat Süreci'ndeki 'Bankacılık Krizi'ni ise "Türkiye'nin tarihi boyunca yaşadığı en büyük ekonomik kriz"olarak değerlendirmekte.(s.162)
TÜRKÖNE, eserinin son bölümlerinde, Cemil MERİÇ, Erol GÜNGÖR vec Şerif MARDİN hakkında yaptığı değerlendirmelerden sonra; "Bizim 68'imiz aslında 12 Eylül'de resmen sona erdi. Fiilen Soğuk Savaş'ın bitimine kadar devam etti."(s.207) demekte ve "68, Soğuk Savaş'ın gölgesinde yaşanan bir toplumsal trawma idi. Bugün bu trawmaya hâlâ ideoljik kılıflar uydurmaya çalışanlar, ya ahmak, ya da sahtekârdır"(s.207) demekte ve "Ergenekon Davası"na ise,"40 yıl geçikmiş bir dava" olarak değerlendirmekte...
NETİCE:
Günümüzde,2009'lar Türkiye'sinde, AKP'nin "Açılımlar"ı ile daha da "açılan" TÜRKÖNE'nin, "Bozukpaşa olarak APO'ya Af" ve "Bodrum'a sürülmesini
isteyen" kerteye uzanan "zihin dünyası" ise elbetteki "tartışılacak"tır. Nitekim "tartışılmakta"dır da!!!
Bu yazımızda da hatırlatmaya ve vurgulamaya çalıştığımız üzre,TÜRKÖNE, her Milliyetçi-Ülkücü"nün yaşadığı "çocukluk dönemleri"nden çok farklı "çocukluk hayatı" yaşamıştır. "Ülkü Ocağı Derneği Genel Merkezi"ne uzanan ve ÇATLI ile yakınlığa varan "süreç"i ile ilgili olarak, tarafımızca da fazla bir şey bilinmemektedir.
"Türklüğün Sembolü Bozkurt"umuza âdeta Sivas'ın "Kangal Köpeği" ile "özdeşleştirme" yapması, şahsen, benim de "mesafeli "olmamı gerektirmiş, hatta böyle bir "görüş"ü serdettikten sonra, BBP'nin Merhum Genel Başkanı'nın akabinde Zaman'da kendisi ile "röportaj" yapması, beni de "kızdırmıştı", diyebilirim...
Elbetteki, "Gülen Hareketi" mensuplarının da çokca vurguladığı bir prensib:"Herkesi olduğu gibi, bulunduğu konumda 'kabul' etmek", şahsen bizlerin de "prensibi"dir...
TÜRKÖNE de böyle biri işte!!!
Dip Notlar:
(*):Mümtaz'er TÜRKÖNE, "Darbe Peşinde Koşan Bir Nesil:68 KUŞAĞI", Nesil Yayınları, 8.Baskı,Ocak 2009
(**): Namık Kemal ZEYBEK, "Milliyetçiliğe Bakışımız", Radikal Gazetesi, 10.10.09
22.10.09
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com

18 Ekim 2009 Pazar

MERHUM"BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ"İ ANLAMAK

MERHUM "BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ"İ ANLAMAK
 
Okumak isteyip de, -hem de hararetle- zamanında (2007 yılı) okuyamadığım, ancak iki yıl geçikmeli de olsa 2009'lu yılda okuyabildiğim kitaplardan:"Milliyetçi-Ülkücü Yazar ve Gazeteci Rasim EKŞİ"nin "Amerikan, İngiliz ve Fransız Belgelerinde ALPARSLAN TÜRKEŞ"
Her ne kadar, gazetelerdeki "tanıtım reklamları" ve yapılan "röportajları", TV'lerdeki programları , sıcağı sıcağına izlemek nasip olmasına rağmen...Prensip gereği "Bir eserin orijinalini okumadan karar"lara "varmamak" anlayışı...
Eserinin ilk başlarında, bilhassa "Takdim" ve "Önsöz" kısımlarında, serdettiği düşünceleri ile "dimağımı dikkatli" tutan EKŞİ; ileriki sayfalarda "sıkıcılığı" çağrıştırdı. Ancak, "iyi ki de baştan sona okudum" kertesine vardım. Sahiden de "siz siz olun, mutlaka bir eseri baştan sona, sindire sindire okuyun..." Gördüm ki ne kadar "az bilinen konular" dile getirilmiş! Ve "iyi ki de tamamını okumuşum", diyorsunuz...Eserinin "punto"larının "mini" olması da böyle bir "çağrışıma" sebep oluyor olsa gerek..
"Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ", EKŞİ'nin de eserinde belirttiği üzre"Ataları ve Özgeçmişi" itibariyle de "karizmatik ve teşkilatçı bir Lider" idi. Bugün yaşları 40'ları aşmış nesillerin, hele de Milliyetçi-Ülkücü nesillerin, kendisi ile "fizîken" de haberdar olmamaları düşünülemez. Şahsen, ben de, çok spontane/kendiliğinden bir şekilde, Beyazıd Meydanı'da elini öptüğümü, konferanslarını dinlediğimi hatırlıyorum.."12 Eylül Zindanlarına tıkılan bir neslin" yaşadığı "dram"lar var ise, şahsen benim gibi nesiller de, kendi zihniyetine ait "teşkilatların olmayışını", "Bozkurt Yüreki Teşkilatlarımız"ın yokluğunu yaşamışızdır...Demek istediğim, "12 Eylül Sonrası(1980) spontane yetişen Milliyetçi-Ülkücü Nesiller" olarak da, sadece "zindanlardaki fikirdaşları"mın, "gönüldaşları"mın değil; "dışarılarda" olan "nesiller"in de "dram"lar, "travmalar" yaşadıkları" gerçeği"nin de "bilinmesi"ni isterim.
EKŞİ'NİN "TAKDİM" ve "ÖNSÖZ" DE VURGULADIĞI GERÇEKLER
"Milliyetçi-Ülkücü Yazar ve Gazeteci" Rasim EKŞİ de, "Ülkücü Teşkilatlar da 'sorumluluk' alışına" uzanan "vetire"yi anlatırken; öncelikle, 1970'li yıllarda, Rize'de, "bir sempatizan" olarak başlayan "süreç"in, Eskişehir'deki "Üniversite" yıllarında tanıştığı" Ülkücü Ağabey" sayesinde, "Ülkücü Teşkilat'a girdiği"ni ve "giriş o giriş" deyip; "hülasaten/özetle" şunları ifade ediyor:"O dönemde Rize'deki en faal Ülkücü Kuruluşlardan birisi "Ülkücü Öğretmenleri" çatısı altında toplayan "Ülkü-Bir" idi. Savaş Bey adında, Gümüşhaneli, çok kaliteli bir "Başkan"ı olduğunu biliyorum. Daha sonra Ali TAŞPINAR "Başkan" oldu. Gençlik Derneği'nin en faal üyelerinden biri, hatta birincisi Seyfullah FIRAT arkadaşımızdı. Seyfullah'ın gayretiyle birkaç sayı "İki Mart"(Rize'nin Kurtuluş Günü'ne atfen) adlı bir gazete de çıkardık......."Ve (Maalesef "Cuntacılar"ın kapatması sebebiyle benim gibi nesillerin, bizzat bayiden alıp okuyamadığı, ancak bazı dostların evlerinde, eline alıp okuduğu) Hergün Gazetesi'nin Ankara Bürosu'na geçişi...1977 seçimleri öncesi...Merhum Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in seçim gezilerine ve toplantılarına katılışı...MHP Genel Merkezi Basın Bürosu'nda görevlendirilişi..MHP adına TBMM'de Parlamento Muhabiri oluşu...12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar devam eden görevleri...
Ve "darbe zamanı"nda, biriktirdiği "Milliyetçi-Ülkücü Hafıza"nın "yazılı bir çok belgeleri"nin "suç unsuru sayılır" diye "yok edilişi..." Yani Türkiye'mizin her yerindeki "Ülkücü Teşkilatlar"daki, "Paşa'ları, Subayları şaşırtır" derecedeki "o muazzam kütüphaneler"imizin de "ötekileştirilmesi/yok edilmesi..."EKŞİ'nin de belki "vurgulamak" istediği, "12 Eylül Askerî Darbe'nin Kütüphaneleri de vurma süreci..." Dağıtılan, yok edilen "Milliyetçi-Ülkücü Teşkilatlara ait Kütüphaneler...." Ve tabii 12 Eylül 1980 sonrası, 1990'lı yıllar sonrası, "hesabı sorulamayan temel mevzûlarımızdan biri" aslında...Ne "kitaplar"dı?!.Şahsım, zaman zaman bulunduğum yerdeki , 1980 sonrası "Ülkü Ocağı Teşkilatı"nın "Kütüphanesi"ni hatırlıyorum da; duvarlara monte edilmiş raflardaki kitapların çokluğundan; neredeyse "Çarşamba Seminerleri"ne iştirak eden "Ülküdaşları"ma yer kalmıyordu...Susanna LABİN'İN "KOMÜNİST PROPAGANDA TAKTİKLERİ" isimli eser, ben de kalan "tek hâtıra..." Demek istiyorum ki, bilhassa "12 Eylül Cuntacıları", "kitapları, kütüphaneleri de elimine ettiler, yok ettiler!!!"Sanki 20.Asrın "Moğolları" idiler...
Günümüzde, AKP İKTİDARI ile yeniden "tartışılmaya" başlanılan" Açılımlar"dan, "Ermeni Açılımı...." Ve zaman zaman Başbakanı'mızın da atıfta bulunduğu rahmetli Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in "Ermeni Açılımı"nın belki de "içyüzü/künhü" ile ilgili görüşleri ile EKŞİ'nin bu eserini, daha da önemli kılıyor. EKŞİ, konu ile ilgili şunları ifade ediyor:" Rahmetli TÜRKEŞ, kelimenin tam anlamıyla bir Türk Milliyetçisi ve Türk Birlikçi(Turancı) idi; ama asla başka milletleri hor gören, küçük gören bir ırkçı değildi. Türk ırkına mensup olmayı Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu sayar ve şükrederdi. Fakat biliyoruz ki, başka milletlerle dostça ilişkiler kurulmasından yanaydı ve kendileri de böyle ilişkiler kurmaktan çekinmezdi. Irken Ermeni olan, ancak vatanseverliğini her zaman ortaya koyan Levon Panos Dabağyan'ı MHP'nin İstanbul listesinden Milletvekili Adayı koymakta hiç tereddüt etmemiştir.Sayın Dabağyan'a "Evladım" diye hitap ederdi. Sayın Dabağyan'ın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adının Milliyetçi Hareklet Partisi(MHP) olarak değiştirildiği Adana Kongresi'nde çıkan amplem tartışmasında, "Biz Osmanlı'yız, bize Üç Hilâl yakışır" şeklindeki çıkışı herkesin gözlerini yaşartmıştı. Yine Hıristiyan Türkler'den Dr. Turgut ve Selçuk Erenerol kardeşlerle dosttu. Selçuk Bey'in kızı Sevgi Erenerol manevî kızı olarak bilirdi. Musevî vatandaşlarımızın toplantılarına katılmakta da bir sakınca görmezdi."(s.8)
Ve AKP'nin "Ermeni Açılımı"nı "meşrulaştırırken" kullandığı "argüman"la ilgili olarak da EKŞİ; "Merhum TÜRKEŞ'in, zamanın Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan'la Paris'te yaptığı görüşmedeki vakar'ı, devlet adamlılığı kalitesi"nin "fikirlerine hiç de yakın olmayan", dönemin Türkiye Paris Büyükelçisi Tansuğ Bleda'yı bile "şaşkına çevirdiği"ni, BLEDA'nın "hatıraları"ndan şöyle zikretmekte: "...MHP Genel Başkanı Alparslan TÜRKEŞ'n 1993 yılı Mart ayında, Paris'te yaptığı ziyaret, benim için en ilginç olanlardan birisidir...Görüşmede ben de hazır bulundum...O görüşmede yalnız Yukarı Karabağ ile ilgili sorunlar değil, Türk Ermeni ilişkileri de ele alınmış ve Tuğrul TÜRKEŞ Başkanlığı'nda bazı Türk işadamları ile Fransa'da yaşayan kalburüstü Ermeni işadamları Büyükelçilik'te bir çalışma yemeği çercevesinde buluşarak; her iki ülke arasında gerçekleştirilebilecek 'İşbirliği Projesi'üzerinde durmuşlardı....Ancak bu buluşmanın yarattığı olumlu hava ve sürecin sonu gelmedi ve daha TÜRKEŞ Paris'ten henüz ayrılmıştı ki Petrosyan'nın kontrol edemediği Taşnak Güçleri, Laçin koridoruna saldırıya geçerek alınan tüm kararları geçersiz kıldılar..."(s.8, 9)
EKŞİ, "mes'eleyi" daha iyi bir şekilde kavramamızı kolaylaştırıcı olabilmek için; Can DÜNDAR'ın, Milliyet Gazetesi'ndeki "12 Yıl Gizlenen Görüşme" isimli "yazı dizisi"ni de zikretmekte, fakat "DÜNDAR'ın "taraflı" olduğunu vurgularcasına, şunları ifade etmekte:"..İlk günkü başlığı 'TÜRKEŞ'in ŞOKE EDEN SÖZLERİ" idi. Halbuki şoke olacak bir durum yoktu. Alparslan TÜRKEŞ'in görüşleri değişmemişti. Marksist karanlıktan çevreyi göremeyenler, TÜRKEŞ'i 'Irkçı ve Ermeni Düşmanı' zannediyorlardı. TÜRKEŞ'in Petrosyan'a söyledikleri, sadece Azerbaycan'ın değil, Ermenistan'ın da menfaatine idi. Eğer Ermeniler, Karabağ'daki işgalden ve Türkiye'den toprak ve tazminat talep etmek gibi saçma iddialardan vazgeçmiş olsalardı, 1990 yılında 3,5 milyon olan nüfusu, bugün iki milyonun altına düşmezdi.Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra nüfusu azalan tek devlet Ermenistan'dır.Açlık sınırında yaşayan Ermenistan vatandaşlarının, Batı ülkelerine, hatta Türkiye'ye kaçmak için elçiliklerin kapılarında sabahladıklarını herkes biliyor.Türkiye'de de bir 'Ermeni Düşmanlığı" olmadığını gördüklerinde şaşkınlıklarını ifade etmekten çekinmiyorlar..."(s.9,10)
Günümüzde bazı "İslamcı kalemler"in de, AKP İKTİDARI döneminde yaşadığımız "Ermeni Açılımı" nı ele alırken; "âdeta Türk Milliyetçileri ile alay edercesine",makalelerinde, "10 Ekim'de antlaşma imzalandı diye ağlamayın Ey Ermeni Milliyetçileri ve Türk Milliyetçileri!"düşünceleri, "şuur altlarındaki TÜRKEŞ DÜŞMANLIĞI'nı da ortaya koysa gerek!!!
"Eser"inin "Takdim"inde, "27 Mayıs 1960 Darbe"sinde, "Eğer TÜRKEŞ o hareketin içinde olmasaydı, neler olabileceğini hiç düşünmezler" diyerek" bazılarını düşünmeye davet etmekte" ve yine eserinde,"Merhum TÜRKEŞ'in Hayatının Üç Dönemi" yani "3 Mayıs 1944 Olayları"; "27 Mayıs 1960 Darbesi'nin İçinde Yer Alışı" ve "Siyasî Hayatı"nı ele aldığını vurgulamakta...
EKŞİ'nin eserinin "Takdim"in de dile getirdiği "tarihî gerçekler", "siyasî tarihimiz "açısından da aydınlatıcı olsa gerek!
"ÖNSÖZ"DE BELİRTİLEN GERÇEKLER
"Milliyetçi-Ülkücü Yazar ve Gazeteci" EKŞİ, eserinin (13-30) sayfalarındaki "ÖNSÖZ"de ise eserini âdeta "hülaseten/özetlemekte"dir. "Kızıl-Elma Koalisyonları", "Türk Milliyetçileri"ni "işbirlikçi" gösterme gayretleri de diyebileceğimiz, "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı"; -EKŞİ daima 27 Mayıs 1960 Hareketi dese de aslında 'Darbesi"dese daha doğru olurdu İ.G.- içinde bulunuşu ve "CIA ve KGB"nin -belkide, sahiden MI5'i de zikretmesi gerekirdi İ.G.-"yakın takipleri", "istihbarat raporları" ile "istihbarî rapor üstüne raporlar...""!2 Eylül Askerî Darbesi" sonrası da, "Her on yılda bir askerî müdahaleye yol açtınız, ama memleketi de Alparslan TÜRKEŞ'in eline teslim etmediniz" "USA mantalitesi"; "Glasnot(Açıklık) ve Perestiyorika(Yeniden Yapılandırma" ile "Sovyet-Rusya Pravda'sında, "TÜRKEŞ'E FAŞİST DİYEMEYİZ" şeklinde de "özetlenebilecek "tarihî röportaj";"27 Mayıscılar'ın USA fişlemesine maruz kalmaları"; yine Türkiye'de "Amerikan Marifetleri" diyebileceğimiz, "Küçük Gruplar'ın Amerikalılarca Eğitilmeleri";hâlen "Ergenekon Tartışmaları" ile daha da "deşifre" olmuş olan fakat çoğumuz az bildiği gerçeklerden; "Prof. Yalçın KÜÇÜK'ün Gerçeği";ve tabii rahmetli Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in, "27 Mayıs Darbesi"içinde yer almakla beraber "kurulmasına öncülük ettiği kurumlar:Devlet Planlama Teşkilatı,TÜBİTAK,OYAK ve belki de günümüzde hepten(Devletçe)unuttuğumuz "Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü..."
Şayed "yanlış algılamadıysam", eserinde EKŞİ, "Ergenekon Tartışmaları" ile "iç yüzü/künhü" daha da "anlaşılır olmuş olan" ve artık da hiçbir "Milliyetçi-Ülkücü'nün tasvip etmediği, edemeyeceği", 1980 sonrası "dönüşüm" yaşayan bazı "solcular"ın, "materyalist/maddeci milliyetçilik" diye de tanımlayabileceğimiz şekilde "Ulusalcı" çizgiye gelenleri ile Türk Milliyetçileri'nin bazı mes'eleler de "ortak tavır" alışları yani bilinen ismi ile "Kızıl-Elma Koalisyonları"nı "beğen"mektedir... Ve yine EKŞİ de, "Ülkücü Hareket" içinden "Gülen Hareketi"ninin "Dinlerarası Diyalog" "küresel açılımı"nı ise "ihanet" olarak algılamakta.(s.113.14.15) Benim de kanaatimdir ki; "Ulusalcılar"ın "Ulusal Duruşları"nın "Türk Milliyetçileri'ne bir zararı yoktur..."Ancak şahsımda zamanında, "Kızıl-Elma Koalisyonları"nı, "Şeytanlarla meleklerin işbirliği yapması düşünülemez", diye tasvip etmemiştik...Elbetteki, "Milliyetçi ve Ülkücü Yazar ve Gazeteci" olan EKŞİ, 2009'larda, bu konularda neler düşünüyor, bilemiyorum...
EKŞİ, "Milliyetçi Türk Gençliği'nin 'ilk demokratik tepkisi" diye de tanımladığı(**) "3 Mayıs 1944 Olayları" ilgili, "Türk Milliyetçilerinin sadece Sovyet-Rusya'nın yenilme arzusundan başka" bir taleplerinin olmadığı, ne Almanlar'dan, Ne Ruslar'dan hatta ne de başka "dış güç"lerden "hiçbir yardım ve destek almadıkları"nı, böyle bir vakıayı ispatlayacak hiçbir "resmî" "iç ve dış" bir "belge"nin de, "vesika"nın da olmadığını vurgulamakta.(12,19) ve "Almanya o günlerde Türkiye'deki Türk Milliyetçileri ile değil, Türkiye'yi yönetenlerle iyi ilişkiler içerisindedirler"(s.20) demekte.
"Sevmediklerinin başında Türk Milliyetçileri gelir.Sırf Turancı Dr. Fethi TEVETOĞLU'nun akrabası olduğu için Tarkan adlı pop şarkıcısını yerden yere vurur...Tabii ki en büyük düşmanı Alparslan TÜRKEŞ'tir" dediği ve çoğumuzun da pek az bildiği bu "tanımlamaları" ise Prof.Yalçın KÜÇÜK için yapıyor.(s.25,26)Ve EKŞİ,"KÜÇÜK'ün verdiği bilgiler ve kullandığı malzemeden istifade etmemek ne kadar büyük bir eksiklik ise onun mantığı ile hareket etmenin de bir o kadar zararlı olduğunu düşünüyorum"(s.25) demekte.Ve yine 29.sayfada ise KÜÇÜK'ün şu görüşlerini zikretmekte:"TÜRKEŞ, Türk Milliyetçisidir.İdeolojik olarak bizim düşmanımızdır. Biz, Türkiye'de, onu ve dâvâ arkadaşlarını Amerikancılıkla suçluyoruz. Siz, kalkıyorsunuz, ideolojik kavganın en yoğun yaşandığı yıllarda(1968) 'Alparslan TÜRKEŞ Emperyalizm'e karşıdır', diyorsunuz.Siz, bir Sovyet Bilim Adamı olarak böyle derseniz, biz bu fikir savaşında nasıl başarılı olabiliriz, nasıl size hizmet edebiliriz?"
ATALARI ve HAYATI
EKŞİ'nin bu eserinin buraya kadar olan kısımlarını okuduktan ve "Alparslan TÜRKEŞ'İN Ataları,Hayatı" gibi sonraki sayfaları bir göz gezdirdiğinizde, "bıkkınlık"a garkoluyorsunuz ve âdeta tekrar tekrar eserini karıştırsanız da, "okumayı sürdürme iştiyakı"nı duyamıyorsunuz...Yanılıyorsunuz elbette...Ben tamamını okuduğumda, sizlerin ne kadar da "eksik" kaldığınızı da tahmin edebiliyorum.. Çünkü eserinin "Takdim" ve "Önsöz"ün deki bilgilerin ayrıntılarını okuyunca...
EKŞİ'nin eserinin ""Alparslan TÜRKEŞ'in Ataları" kısmında "Oğuzların/Türkmenlerin 'Afşar Boyu"na mensup olduğunu, Afşarlar'ın ise "köklü bir boy" olduğunu, "Üçok, Bozok" ve "Oymak Teşkilatları"ndan demle, "teşkilatçı " bir boy olduğunu,"Koyunoğullarının yani TÜRKEŞ'in kaderinde Kıbrıs vardır" diyerek; Afşarlar'ın Kayseri'den Kıbrıs'a mecburî sürgün edildiklerini ve yine rahmetli TÜRKEŞ'in "Karizmatik Liderliği"nin ise "Afşarlar"dan geldiğini zikretmektedir.(s.31,32,33)
EKŞİ; "Alparslan TÜRKEŞ'in Hayatı" kısmında ise "az bilinen gerçekler"i dile getirmekte: "Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK'ın emri ile kuleli Askerî Lisesi'ne kaydoldu...1938'de Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi ve 'Asteğmenlik Rütbesi'ni bizzat Atatürk tasdik etti.Atatürk'ün naaşı başında nöbet tutan Asteğmenler arasında Alparslan TÜRKEŞ de vardı....27 Mayıs 1960 Darbesi içinde yer aldı.İlk 'İhtilal'(Darbe dese daha doğru olurdu.İ.G.) bildirisini radyodan okudu. MBK üyeliği yanısıra 'Başbakanlık Müsteşarlığı" görevini de yaptı.TÜBİTAK, DPT,OYAK,TKAE gibi kuruluşların kurulmasına öncülük etti...Verimli bir yazar olan merhum TÜRKEŞ'in 20'den fazla basılmış eseri vardır."(s.35,36,37)
EKŞİ'nin eserinin 39. sayfasındaki,"Topraksız köylüye tapu" başlığının üzerindeki, "Yıllarca tartışılan 'Toprak Reformu' ilk semeresini 1975 yılında verdi.Başbakan Yardımcısı Alparslan TÜRKEŞ, Şanlıurfa'da topraksız bir köylüye verdiği tapu ile tarihte bir ilki gerçekleştiriyor" alt yazılı "TÜRKEŞ FOTOĞRAFI...", beni hayli düşündürdü.."Hüseyin SAVAŞ"ın "çalışması" olan "Şanlıurfalı Şehid Ülkücüler"in hayatının anlatıldığı, "Ahde Vefa" isimli eserini de hatırladım...
"IRKÇILIK-TURANCILIK DÂVÂSI"
Rasim EKŞİ, "Amerikan,İngiliz ve Fransız belgelerinde ALPARSLAN TÜRKEŞ" isimli bu eserinde,"resmî konseptin" deyişi ie(***) "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" mevzusunu, (39-124) sayfaları arasında ele alıyor.EKŞİ, "İsmet İNÖNÜ, Türk Milliyetçilerini yargılayan ilk Türk Devlet Başkanı olarak tarihe geçti. Birkaç yıl önce "Biz Türkçüyüz" diyen Başbakan Şükrü SARAÇOĞLU ile Türk Milleti'nin gönlünde taht kurmuş olan büyük asker Mareşal Fevzi ÇAKMAK'ın sessiz kalmış olmaları da hüzünlü birer hatıra olarak hafızalarda kaydedildi"(s.39) demekte ve yine "Türkiye'yi Amerikan güdümüne sokan anlaşmaların imzalamalarına da İsmet İNÖNÜ devrinde başlandığı bilinen bir gerçektir. Türkiye'nin Batı'ya teslimiyet zincirinin ilk halkası 12 Temmuz 1947 tarihli Türk-Amerikan anlaşmasıdır. "(s.40) vurgusunu yapmakta ve "ATATÜRK'ün ölümü ile bir müddet duran milliyetçi faaliyetlerin yeniden başladığını, Milliyetçi Gençliği'n yeniden filizlendiğini gören Millî Şef, ekibi ile birlikte harekete geçer. Sosyalist eğilimli gazeteler ve dergiler de durup dururken Türk Milliyetçilerine saldırılar başlatır"(s.40) demekte.EKŞİ;"Türkçülük acaba söylendiği gibi dışardan mı gelmiştir?Türkçüler Alman ajanı mıdır? Türkçüler faşist devletlerin Türkiye üzerinde hakimiyetine taraftar mıdırlar?Türk ırkçılığı Alman ırkçılığının kopyası mıdır?"(s.42) diye de sormakta...
"Çağdaş Türkçülüğün Dört Büyük Şahsiyeti; Ali SUAVİ, Süleyman Paşa, Ziya GÖKALP ve Rıza NUR" hakkında "mufassal/özet" bilgiler veren EKŞİ; "Çağdaş Türkçülüğün dört büyük şahsiyetinden hiçbiri, Alman kültüründen gıdalanmış kimseler değildir. Hiçbir millete aşırı sempatileri yoktur. Hepsin de Türk Milleti'nin üstünlüğü ve büyüklüğü düşüncesi hakimdir.Vicdanlı ve namuslu insanlar kabul ederler ki, bu dört büyük ölü sağ olup da memleketin başında bulunsalardı, herhalde 'Faşist Devletlere':'Buyurun! Bu ülke sizin olsun.Dilediğinizi yapın!" demezlerdi"(s43) şeklinde 'görüşü'nü ortaya koymakta.
EKŞİ; "...Demokrasi, Faşizm ve Sosyalizm(keza onun aşırı şekli olan Komünizm) fikirlerinden hiçbirisi Türklerden doğmamıştır. Acaba, bir Türk, demokrasiyi kabul ettiği zaman niçin 'İngilizci' sayılmıyor da; Faşizme taraftar olunca (!)'Almancı' olduğuna hükmolunuyor? Yabancı fikirleri benimsemek, o fikrin çıktığı milleti de benimsemekse, Türkiye'de aşağı yukarı 'Türk yok' demektir."(s.44) diye "düşünceleri"ni belirtiyor..."Bizim Ülkümüz, dâvâlarımız asırlık'tır, millî'dir" diyen EKŞİ; "Irkçı demek, kendi ırkının üstünlüğüne inanmış adam demektir. Böyle bir adam, nasıl olur da 'başka ırk'a ajanlık' edebilir? Bunu bir an düşünmek bile 'budalalık'tır"(s.44) demekte...EKŞİ; "Türk Milliyetçilerine büyük bir ders vermek isteyen Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, İçişleri Bakanı Hilmi URAN'a,'Milliyetçi olarak tanınanların listesinin çıkarılması'emrini verir. Hazırlanan yaklaşık 500(beşyüz) kişilik listede, o günlerin tek partisi ola CHP'nin de önemli isimleri vardır.(CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket ESENDAL dahil)Çaresiz listenin kısaltılmasına karar verilir. Hazırlanan uzun listeye rağmen sadece 57 kişi göz altına alınır."(s.54) açıklamalarını da yapmakta...
"Irkçılık ve Turancılık Tahribatı Yapanlar hakkında Hükûmet Tebliği"nden itibaren, "Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı ile Türkçü olduğunu bağıran bir Başbakan; ATATÜRK'ün ölümünden sadece 6 yıl sonra Türkçüleri mahkûm etmek için harekete geçmiş olmasına rağmen; ciddî sıkıntı yaşamaktadırlar. Henüz ATATÜRK'ün tesiri ortadan kaldırılamamıştır. Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyen kadrolar, ülkenin tek siyasî kuruluşu olan CHP'nin de içindedir."(s.56) 'vurgusu'nu yapan EKŞİ, "Ankara Vali'si Nevzat TANDOĞAN'ın, Milliyetçilerden bazılarını çağırıyor, sorguya çekiyor, tehdit ediyor, eski tanınmış Milliyetçilere ağır küfürler ediyordu. Böyle çağrılanlardan biri de Prof. rahmetli Remzi Oğuz ARIK'tı.Neler söylemişlerdi yüzüne karşı!...Cumhurbaşkanı İNÖNÜ'nün "19 Mayıs 1944 Konuşması" ile dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL'in "konuşmaları"ndan, "Türk Milliyetçilerinin defterden silinmek istendiği anlaşılmaktadır."(s.57) 'tesbit'ini yapmakta.
Rasim EKŞİ; eserinin "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı İddianamesi" bölümünde ise (59-96 sayfaları arası); Rahmetli Türkistanlı Büyük Tarihçi Ord.Prof.Zeki Velidî TOGAN'ın 'Türkiye'yi terk etme mevzûsu"nun "iç yüzünü/künhü"nü de(s.61) açıklamakta, bu "Savcılık İddianamesi"ne göre, "en ağır suçlananlar"ın ise "Prof.Zeki Velidi TOGAN, Hüseyin Nihal ATSIZ, Alparslan TÜRKEŞ ve Reha Oğuz TÜRKKAN" olduğunu belirtmekte; "iddianame"den açıklamalar yapmaktadır. EKŞİ, Rahmetli Hüseyin Nihal ATSIZ'ın daha o yıllarda(1944), "Milliyetçi Fikriyat'ın mensuplarına", "Türk Tarihi'ne 'bütüncül' bir açıdan bakabilmeyi ve 'sadece saltanat ve rejimler değişir' amma 'Türk Devleti', 'Büyük Türk Devleti' devam eder"s.71) 'görüşlerini' kabul ettirdiğini ifade eder. EKŞİ; "Savcılık İddianamesi"nde yer alan "sanıklar"ın "Portre"lerini de "hülaseten" açıklar ve eserinin "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" 'mevzu'lu bu "bölümü", "yargılanan 57 Türkçü'nün" isim listesi ile tamamlar...(s. 95,96)
"TÜRKEŞ YARGILANIYOR"
"Resmî anlayış"ın "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" diye "isimlendirdiği bu "dâvâ"nın "yargılamalar" safhası, neredeyse üç yıla yakın sürmüş ve "bütün sanıkların beraatine" kararı ile 31 Mart 1947 tarihinde sona ermişti", 'hatırlatması"nı yapan EKŞİ, rahmetli TÜRKEŞ'in "yargılanma" süreci hakkında da ayrıntılı bilgiler veriyor. "Sıkı bir sorgulamaya" maruz kalan rahmetli Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ, 'vatan hainliği' ile de 'suçlanmış'tı."...Bana da 'vatan hainliği'isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben, yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim.Devletimin, büyüklerimin emirlerine, kanunlara daima itaatli ve kelimenin tam manasıyla milletsever, yurtsever bir Türk Subayı'yım"(s.98) şeklinde cevapladığını zikreden EKŞİ, yine "yargılama süreci'nde, rahmetli TÜRKEŞ'i, ATSIZ, TÜRKKAN ve TEVETOĞLU ile "ilk tanışmaları" hakkında yaptığı açıklamaları belirtmekte.(s.98, 106,107)
EKŞİ, eserinin "Turancıların 'Alman Taraftarlığı'Yalanı" başlıklı bölümde ise (s.109-114), "İkinci Cihan Harbi'nde, Almanların da Türkiye'yi 'İşgal Planı' olduğunu vurgulamakta(s.112) ve "Türk Milliyetçilerinin 'Alman Yanlısı' olduklarını ispatlayacak hiçbir belgenin olmadığını; "Türk Milliyetçilerinin tek suçlarının, Sovyet-Rusya'nın yenilmesini arzu etmiş olmalarıdır"."(s.113)demekte ve "Tarih ve Düşünce Dergisi"nin, aynı yıllarda "Almanlardan Rüşvet Alan 'Türk Gazeteciler' ve 'Önemli Kişiler'in isimlerinin yayınlandığını" zikrederek;" Zaten Türkiye'de her zaman 'Alman Yanlısı Basın olmuştur" gerçeğini de dile getirmekte.(s.113)
27 MAYIS 1960 DARBE SÜRECİNDE TÜRKEŞ
"Milliyetçi ve Ülkücü Yazar ve Gazeteci" diye tanımlayabileceğimiz Rasim EKŞİ, "Amerikan, İngiliz ve Fransız Belgelerinde ALPARSLAN TÜRKEŞ" ismini verdiği ve merhum TÜRKEŞ'in "hayatını ve mücadelesi"ni de hatırlattığı bu eserini "Üç Bölüm" hâlinde ele almıştı. "27 Mayıs 1960 Darbe Sürecindeki TÜRKEŞ" başlığı ile de isimlendirebileceğimiz bu bölümde; ki eserinin 125-186 sayfaları arasıdır."27 Mayıs Hareketi" diye tanımladığı "27 Mayıs 1960 Darbesi" hakkında açıklayıcı bilgiler veren EKŞİ;yine "CHP ve 27 MAYIS" bölümünde de "açıklayıcı" bilgiler vermektedir.(s.131, 184)
EKŞİ;eserinin "TÜRKEŞ İDAMLARA KARŞI İDİ" bölümünde ise Hindistan'ta sürgünde iken 'GÜRSEL'e ve bir arkadaşına yazdığı 'mektuplar'da, "idamlara karşı olduğuna "dair görüşlerini zikretmekte.(s.185-188)
"AMERİKAN-İNGİLİZ VE FRANSIZ BELGELERİNDE ALPARSLAN TÜRKEŞ"
Rasim EKŞİ'nin eserine de adını veren bu sayfadan(189) itibaren, "Türkiye'deki Amerikan/USA Varlığı" şeklinde de 'tesbit' edebileceğimiz "olgu"yu çok rahat hissedebiliyoruz. "Türkiye'deki Masonik Varlığı" da hatırlatan bu bölümde, "Amerikalıların "Millî" bildiğimiz ve hâlen tam metnini okuyamış ta olsak, kimilerinin "Önemli İşler Dairesi" diye tarif ettiği "Türk Emniyet Teşkilatı"nı "nasıl ele geçirdikleri" ve "ABD-Türk Emniyet Teşkilatı İlişkileri" hakkında "yoğun bilgiler"le karşılaşıyorsunuz. Yine "Yassıada Duruşmaları"nda, "gizli oturumlar"da, "ABD-Türk Emniyet Teşkilatı İlişkileri" hakkındaki ifadelere de 'geniş' yer verilmekte..Eserin bu kısımlarını okuduğunuzda, "bir nesli 12 Eylül Zindanlarına tıkan zihniyet"in,"Türk Emniyet Teşkilatı" içerindeki "kadroları"nı da 1950'li, 1960'lı yıllarda hazırladıklarını da anlıyorsunuz...(s.189,199,215)
Yine "Mufassal İstihbaratçılık Tarihimiz" diye de isimlendirebileceğimiz kısımlar ise (s.200,201,202) "mide bulandırıcı", "tiksindirici..."
Bu bölümde, "ATATÜRK'ün 'Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdeddin'e Yardım Edememenin Istırabı"nı yaşadığının dile getirildiği(s.212,213) sayfalarda ise çoğumuzun bilmediği "bir tarihî gerçek" dile getirilmiş.
EKŞİ'nin eserinin 244.sayfasına, "Türk Emniyet Teşkilatı'nın 'iç yüzü/künhü', 'gerçeği' anlatılmış...'Amerikan varlığı...Masonların varlığı..." diye yazmışım...
EKŞİ Türkiye'deki 'Amerikan Varlığı'nı, sadece "Türk Emniyet Teşkilatı" içinde hatırlatmamakta; bir başka büyük kurumumuz olan "TSK" içinde de, -Sadi KOÇAŞ'ın yazdıklarını zikrederek- "Amerikan Varlığı"nı hatırlatmakta..."Amerikalılara Göre Türk Ordusu'nun Yapısı" bölümünde "Türkiye'deki 'Amerika'nın Gerçek Yönünü " de zikretmekte..(s.245-248)
EKŞİ, eserinin "Albay Dickson Raporu" kısmında ise "...Bir CIA ajanının TÜRKEŞ'i 'ABD Karşıtı' görmesi doğal karşılanabilirnir. Fakat eğer bu rapor KGB tarafından hazırlanmış ise Sovyet Gizli Haberalma Teşkilatı'nın Alparslan TÜRKEŞ'i 'ABD Karşıtı' göstermesinde neyin hedeflenmiş olacağını anlamak oldukça zordur. Zira TÜRKEŞ, daha ziyade 'Sovyet Aleytarı' olarak tanınmış bir kişlidir"(249) demekte ve "Aralarında aşırı solcular, Liberaller ve Türk Milliyetçilerinin de bulunduğu 50 Türk Aydını, siyasetçisi, ABD Karşıtı gösterilerek, "nötralize" edilmeleri istenmiştir"(s.250) ve bu "50 Türk Aydını-Siyasetçisi"nin isim listesini ise yayınlamaktadır.(s.254, 255)
EKŞİ, eserinin "27 MAYIS ve İNGİLİZLER" başlıklı bölümünde ise rahmetli TÜRKEŞ'İN, "27 Mayıs 1960 sabahı ile Türk Milleti'nce tanınmaya başlandığı"nı; "Kıbrıs Millî Dâvası" na, kendisi de Kıbrıslı olan rahmetli TÜRKEŞ'in yaptığı katkıları, "bozduğu oyunları" açıklıyor.(s.261,268) EKŞİ'nin eserinin 269. sayfasına şunları yazmışım:İyi ki Rasim EKŞİ'nin bu eserinin tamamını okumuşum. Aslında Türkiye'mizde 'kimin ne düşündüğünü öğrenmek isteyen düşündürücü odakların ecnebî odaklar olduğunu da düşünüyorsunuz.Ve Rahmetli TÜRKEŞ'in 'gözünü Kıbrıs'tan ayırmadığını..."
EKŞİ'nin eserinin "GÜRSEL ve TÜRKEŞ'in Faaliyetleri" bölümünde dile getirilen; rahmetli TÜRKEŞ'in "27 Mayıs 1960 darbe Süreci"nde, "Amerikalılardan 'malî talep'de bulunduğu(100 milyon lira) bu kısımlar, aslında "Türkiye Medyası'nda " da az-çok "tartışıldı...""TSK'nın reorganizasyonu" namına yapılan bu "taleb", "Türkeş Düşmanlığı" ile de bilinen "Anadolu VAKİT" gazetesinde;"ABD'den darbecilere ödül:50 Milyon"(****) ver "Darbeci, ABD'den Dilenmiş"(*****) dile getirilmişti.
EKŞİ, rahmetli TÜRKEŞ'in "siyasete gireceği öngörüsünü" yapan "İngiliz Diplomat" ait belgeyi zikrettikten sonra;(s.279,280) yine "İngiliz Bakışıyla", rahmetli TÜRKEŞ ve arkadaşlarının tasfiyesi,"14'ler vakıası" ve "13 Kasım 1960 Talat Aydemir Darbe Teşebbü
sü" hakkında tafsilatlı bilgiler vermekte,tabii "belgelere" dayanarak, '27 Mayıs 1960 sonrası süreç' özetleniyor.(s.281-286)EKŞİ, "14'ler Vakıası" ile 'Hindistan'a sürgün edilen rahmetli TÜRKEŞ'in, "İngliz Takibi"nden kurtulmadığını vurgulayarak; "İngilizlerin Ankara'daki Büyükelçilerine yazdığı 'rapor'dan" bahsetmekte.(s.293,294,295) Ve bu "İngiliz Raporu"nda, rahmetli TÜRKEŞ'in "Ülkeyi Seküler bir Sosyalizme götürecek yeni bir tip lidere ihtiyaç ile kendi idealinin bir Lasky tipi Sosyalizm olduğunu söylemesi...Belki de "İngiliz sallamaları...."dedirtiyor!
Rasim EKŞİ, yine eserinde Alparslan TÜRKEŞ ve arkadaşlarının(14'lerin) faaliyetlerini en yakından takip eden ülkenin İNGİLTERE olduğu vurgusu ile "Cezayir Kurtuluş Hareketi"ne verdiği 'destek' sonrası 'takildığı' 'Fransız takibi'ne dair 'rapor'a da yer veriyor.
Ne kadar da "millî'ciler, İslamî ve insanî şuur sahipleri "ecnebî takiplere takılmış" dedirten bölüm...Ve rahmetli TÜRKEŞ hakkında, "hem Nazi, hem Komünist, hem deTürk Milliyetçisi" olduğunu yazan "İngiliz raporları..." EKŞİ ise "Zira bir insanın hem Nazi, hem Komünist ve hem de Türk Milliyetçisi olması düşünülemez. Dinin yani İslamiyet'in reforma edilmesi mümkün değildir. Reforme edilmiş İslam, İslam olmaktan çıkmıştır."(s.300) şeklinde "görüşleri"ni dile getirmekte.
EKŞİ; eserinin "Talat AYDEMİR, TÜRKEŞ'in Adamı mı?" başlıklı kısmında ise yine "İngiliz Diplomatlar'ın hazırlayıp Londra'ya gönderdikleri 14. Ağustos. 1962 tarihli 'rapor'da, "darbe meraklısı Albay Talat AYDEMİR'in 'Türkeş'in adamı' olup-olmadığı irdelemesinin yapıldığını ve "ciddÎ bir delil" bulamadıklarını, 'Ordu'dan atılan Genç Subaylar'ın 14'lere yani TÜRKEŞ'e yakın olduklarını işaret ediliyor" 'tesbit'ine yer verilmiş.(s.303)
Rahmetli TÜRKEŞ'in "Cezayir Milliyetçilerine Desteği"; çoğumuzun, hele de "Türkeş Düşmanları"nın hiç de hatırlamak istemeyeceği kısımlar olsa gerek! EKŞİ, "DP'nin bile uzun yıllar 'Batı endeskli dış politika' takip ettiğini; "dış politika"da 'Batıcılığın', İkinci Cihan Harbi sonrası İNÖNÜ devrinde başladığını ve 1955'den sonra "dönüm noktası"na geldiği 'tesbit'ini yapmakta.Ve tabii yine çoğumuzun "çok az bildiği" bu "gerçekler"in yanısıra, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası oluşan "Askerî Yönetim'in, rahmetli TÜRKEŞ'in de katkıları ile "Millî Dış Politika' izleyerek; NATO ülkesi olmamıza rağmen,Fransa'ya karşı 'Cezayir Milliyetçileri'nin safında yer tutması...(s.311-314)
"EKLER"
Rasim EKŞİ, bahse konu eserinin "Ekler" bölümünde-ki 315-434 sayfaları arası-ise "Üç Dönem"e ait "belgelere yer vermekte.Birinci Dönem diyebileceğimiz, resmen "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" diye isimlendirilen "dâvâ"ya ait belgeler:Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ'nün "19 Mayıs 1944 Konuşması"; dönemin Başbakanı Şükrü SARAÇOĞLU'nun yine aynı tarihteki konuşması ve dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL'in, 19 Mayıs 1944 Yılında yaptığı Millî Bayramızı açış konuşması ile CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket ESENDAL'ın CHP teşkilatlarına gönderdiği tamimin "tam metinleri..."
Bir Cumhurbaşkanı'nın ağzından, hem de "Millî bir bayram günü"nde, yaptığı konuşmada, "Milliyetçi Türkiye" demesi, "Türk Milliyetçisiyiz" demesi,ne kadar da "hoş "geliyor. Kırk yaşına aşan nesillerimizin "bir Cumhurbakanı"nın ağzından "hiç duyamadığı" kelime ve cümleler bunlar! Ancak, "Türk Milliyetçilerini ilk yargılayan Devlet Başkanı" da olan İsmet İNÖNÜ, bahse konu "konuşmasın"da, "Turancılar...Turancılık fikri....Irkçılar..." diyerek, "Türk Milliyetçilerine de taarruzdan geri kalmamakta."En ağır olarak suçladığı" paragraflar ise sondan bir önceki...(s.321)
Ve "İngiliz Papen"in 'raporları.."Sağlık raporları" değil elbette, "istihbarî raporlar..."(s.331-382)
EKŞİ'nin eserinin "EKLER""kısmının en dikkat çekici "mevzu"lar ise "Türkeş'in 'Balkanları İlhak Edelim" ile "Sovyet Gazetesi'den Alparslan TÜRKEŞ'e Övgü" başlıklı kısımlar..
Rahmetli TÜRKEŞ'in "Türk Siyaseti"nde bir yıldız gibi parlamasının tarihini 1944 değil, 1939 yılı olduğu 'tesbit'inin yapılması...Daha 22 yaşında asker/Teğmen iken, Cumhurbaşkanı İNÖNÜ'ye yazdığı mektup...Daha o yaşlarda bile "yaşadığı Dünya'yı Türk'çe" yorumlayabilme kapasitesi...EKŞİ, bu mektubu genişçe zikrediyor..(s.391-396)
Ve "Glasnot(Açıklık)" ve "Perestiyoka(Yeniden Yapılandırma) süeci sonrası dağılan "Kızıl İmparatorluğu"n "Pravda'"sının, rahmetli TÜRKEŞ ile yaptığı röportaj..."Şimdi bundan sonra Alparslan TÜRKEŞ kim? Faşist mi? Hem de Sovyetler Birliği'nin düşmanı mı? Düşman da, faşist demek doğru değil...."Bizim partimiz,Türk Milliyetçilerinin partisidir. Bizim varlık sebebimiz, insanlarımızın geleceğini teminat altına almaktır..."İslam'la Milliyetçilik birbirine zıttır diyenler, bunu bilmedikleri için söylüyorlar...Bizim dinimiz milliyetçiliğe değil, ırkçılığa karşıdır. Ulu Peygamberimiz bir Hadis'in de şöyle buyurmuştur;"İnsan kendi milletini sevmekle suçlanamaz"...İnsanlık tarihi boyunca milliyetçilik olmuştur...Milliyetçilik, dünün de, yarının da ideolojisidir...Bizim milliyetçiliğimiz halkımız sevmemizden, halkımıza değer vermemizden ortaya çıkmıştır...Biz şuna inanıyorduk: Marksist ideoloji başımıza gelse, Türk Milleti dünya üzerinde kalmaz. Ve Türk Milleti'nin, Devleti'nin yaşaması için Marksit İdeoloji'ye karşı çıktık....Faşizme biz de karşıyız. Biz anti-demokratik bütün ideolojilere karşıyız...Hiçbir zaman bizim Bozkurtlar kan dökülmesini istemedik.Komünistlerle hiçbir zaman silahlı mücadeleye girmek istemedik......Onlar bizi öldürdü..Bu insanları solcu militanlar öldürdü..."
1991'de "Pravda" gazetesinin yaptığı bu röportajda, "Komsoloskaya PRAVDA" gazetesi muhabirinin;-"Ermenistan-Azerbaycan olaylarına bakışınız!" sualini ise rahmetli TÜRKEŞ, şöyle cevaplıyor:" ....Kan dökülmesini durdurmak lazım.Azerî Türkleri ile Ermenilerin dost olarak yaşaması lazım. İyi komşuluk ilişkileri içinde yaşamalarını diliyorum...Avrupa ve Amerika'daki bazı gruplar,Ermeni-Azerî çatışmasının olması için, Ermenileri kışkırtıyor..Bu olayları 'Sovyetler Birliği'nin dağılmasını isteyen çevreler kışkırtıyor...Kimsenin toprağını kimse zorla alamaz...Ermeniler unutmasınlar ki, 3 taraftan onların komşuları Türk.Türklerle birarada yaşayacaklar..Dostluk sağlamaya çalışmaları lazım..." Ve "geleceğe" dair önemli açaıklamaları..."(s.423-428)
Rasim EKŞİ'nin eserinin "Ekler" kısmı da," Kırım Türklerinin Mektupları" ile bitiyor...Eserinin sayfaları arasına yerleştirdiği, "çok az bilinen fotoğralar" ve eserinin sonundaki "ecnebî belgeleri", eseri daha da "kıymetli "kılıyor..
Her Türk Milliyetçisinin,her Ülkücünün, hele de yaşları 20-30 arasında olan Milliyetçi-Ülkücü Türk Gençlerinin mutlaka okuması gereken bir eser...
Türk Milliyetçiliği Fikir Hareketi'ni, Ülkücü Hareket'i,'Batı menşeili',"gayr-i millî" veya "U.S.A.'ci" göstermek isteyenlere verilen en güzel cevab...
Dip Notlar:
(*):Rasim EKŞİ, "Amerikan, İngiliz ve Fransız Belgelerinde ALPARSLAN TÜRKEŞ", Bilgeoğuz Yayınları, İkinci Basım, Mart 2007
(**):Yeniçağ Gazetesi, Röportaj, 04.Nisan.2007
(***)Y:eniçağ TV, 04.Nisan.2002,Açık Açık Programı
(****): (Zikreden) Anadolu'da VAKİT Gazetesi,Ardan ZENTÜRK'ün Star'daki Yazısı(ABD'den darbecilere ödül:50 Milyon", 28. Mayıs 2007
(*****):(Zikreden )A.VAKİT Gazetesi,, Nur BATUR'un Sabah'taki Yazısı,"Darbeci, ABD'den dilenmiş", 18.Haziran.2007
18.Ekim.2009
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com

15 Ekim 2009 Perşembe

YAZI DİZİSİ.ÜÇ ESERİNDE ALİ BULAÇ'IN GÖRÜŞLERİ-3(SON)

YAZI DİZİSİ:
ÜÇ ESERİNDE ALİ BULAÇ'IN GÖRÜŞLERİ-3(SON)
(Millî Görüş/Erbakan Hareketi'ni ve "İslamcılar"ı Anlama Cehdi)
(İSLAM'DAN KORKMALI MIYIZ?(*))
"Yazı Dizi"mizin ilkinde, "Göçün ve Kentin SİYASETİ(MNP'den SP'ye Millî Görüş Partileri) isimli eserinden; "titrisiz mütefekkir" de diyebileceğimiz Ali BULAÇ'ın 'en son eseri' diye bahsetmiştik. Fakat "yazı dizi"mizin bu 3. ve "son" bölümünde, "üç kitaptan oluşan 'İslam'dan Korkmalı mıyız?' eserinin "İslamafobia" kısımları(İkinci kitap)nın (Haziran 2009) tarihi itibari ile "en son eseri"dir,"tashi"ini yaparak başlıyorum.
BULAÇ, "İslam'dan Korkmalı mıyız?" eserinin "önsöz"ünde, "İslam ve Fanatizm"in 1995'de ve "'Fundamentalizm''in 1997'de iki ayrı kitap halinde yayınlandığını belirtiyor. "İslamafobi/İslam Korkusu"nu;"İslam'ı, 'korku' unsuru olarak tarif edenlerin ve gündeme getirenlerin niyeti ve hedefi küresel hegemonyanın önünde İslamiyet'i bir engel olmaktan çıkarmak, bu yoldan Müslümanları 'ötekileştirmek' yani aslında "Batı lügatine"ne göre Müslümanları "yok etmek"tir.
"İslamafobia/İslam korkusu"nun 1990'lı yıllarda meşhur Yahudi asıllı Oryantalist Bernad LEWIS tarafından formüle edildiği "tesbit"ini yapan BULAÇ; "(LEWIS) ilk defa Samuel Huntington'un 'Medeniyetler Çatışması'tezinden önce, bunu ele aldı."(s.15) demektedir.
BULAÇ, "İslam'ın hakikî ve aslî imajının' çarpıltılması'na; 'çoğu zaman sosyal bilimcilerin, Oryantalist, İslamolog ve 'beyaz casuslar'ın sebep olduğunu; 'özne' olan 'Müslüman aktör'e tanımlar yapıldığını vurgulayarak; "aslında, İslam ve Müslüman aktör gerçeği çok daha derin dinamiklerden beslenmekte ve beşerî hayatı motive etmektedir"(s.15,16) demekte ve "modern dünyaya söyleyecek sözü olan Müslüman aktörü anlamaya çalışırken, ilk yapmamız gereken 'İslam'ı anlamak olmalıdır'(s.16) "tesbit"ini de yapmakta.
FANATİZM
BULAÇ, "Birinci Kitap Fanatizm" bölümünde, "İslamiyet ile Hıristiyanlık"ın 'farklılıkları'nı ortaya koymakta; "Hıristiyanlığın bir 'devlet dini' haline dönüştürüldüğünü " vurgulamakta, "Hıristiyanlık'taki 'iç çatışmalar' ile İslamiyet'teki 'iç çatışmalar'ın da birbirlerinden tamamiyle 'farklı' olduklarını; "İslamiyet'teki iç çatışmaların 'mezhep savaşları' olmadığını,'siyasal çatışmalar ve başkaldırılar'olduğu(s.34) "tesbit"ini yapmakta.
İslamiyet'in daha ilk yılllarından itibaren daima "özgürlükçü" olduğunu,'kaba kuvvet ve şiddet'e dayanmadığını(s.29) belirtiyor. BULAÇ; "İslamiyet özgür tartışma ortamını ve özgür tercihi savunan, hoşgörülü, tahammülkâr ve şeffaf bir din olmak durumundadır. İslam tarihi, bu örneklerle doludur."(s.30) demekte. Ve tabii "İslam Tarihi" boyunca 'Müslüman olmayanlara tanınan haklar'ı, "zımmî hukuku" da hatırlatmaktadır.
BULAÇ; "Laiklik niçin Batı'da çıktı?" suâline cevap ararken de, 'Devlet dini'ne dönüşen Hıristiyanlık'ın baskı ve fanatizm'e dönüşerek, 'mezhep savaşları'na sebep olmuştur, demekte ve "Laiklik formülü ile 'çare' bulunduğu" 'tesbit'ini yapmakta."Seküler:Din-dışı, dünyevî" şeklinde tarif ederken;"Laik ise 'ruhban-dışı' olarak tanımlamaktadır.(s.34)
BULAÇ,yine 'fanatizm' adını verdiği 'birinci kitab'ın ilk bölümünde, "İslam tarihi'nde yaşanılan 'acı hadiseleri' ise "Hukuk İhlalleri" ve "siyaseten katl vakıaları" olarak tanımlamakta.(s.35)
BULAÇ;"...İslam tarihindeki saltanat rejimlerinin siyaseten katl olaylarına örnek gösterileceğini, bunların tümü birer "Hukuk İhlali"dir; bu siyasal cinayetlerden İslam ve Müslümanlar değil; o günkü rejimler sorumlu tutulmalıdır."(s.36) demekte.
BULAÇ'ın eserinin ileriki sayfalarında da "Nizam-ı Âlem uğruna evlat katli olayları"nı da "Hukuk İhlalleri" olarak değerlendirmekte ve "o günkü rejimin sorumlu olduğu" şeklinde "görüşü"nü ifade etmekte.
BULAÇ;"Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması" ilgili olarak görüşlerini dile getiriken; "Türk-İslam Milliyetçileri'nin sık sık vurguladığı gibi(belki de İslam Mefkûrecileri/İslam Ülkücüleri diyebiliriz İ.G.) İslam'ın Anadolu'daki varlığı 100(bin) yıl değil; 1400(bindörtyüz) yıldır" demekte ve "1400 yıldır bu toprakların somut ve canlı realitesi olan İslam, bugün Türkiye dediğimiz ülkenin kültür dokusu durumundadır"(s.40) demekte.
BULAÇ, "Avrupa'da 'Din' ile 'Devlet' değil; 'Kilise' ile 'Devlet' birbirlerinden ayrılmıştır"(s.44) demekte ve 'Hilafetin saltana dönüşmesi ile ve Ulema'nın 'resmî' ve 'sivil' Ulema diye ayrılışı ile başlayan "vetire"yi 'hülasa' ederken; Bediüzzaman Said Nursî(k.s.) gibi âlimlerin, niye 'İkinci Abdülhamid'e destek vermedikleri'ni ise "devletin alanı dışındaki Ulema geleneği"ne bağlamakta.(s.45)
BULAÇ; "Çanakkale Savaşı"nı aslında "Medreseliler Savaşı" olduğunu hatırlatarak; yaşanılan 'süreç''lerde 'yok olan' Ulema ve aydınlar kuşağı'nın ; ancak 1970'lerden itibaren yeniden 'var olmaya' başladığı "tesbit"ini de (s.46)" yapıyor.
BULAÇ; eserinin bu kısımlarını çok önemli cümleleri ile tamamlamakta:"...Bazıları İslam'ı, tarihte görüldüğü şekliyle halka ait yönetimi babadan oğula bir mülk gibi devreden saltanat ve hilafet rejimleriyle aynı şey sanabilir; ya da bugünkü krallık rejimleri veya bir gece yarısı apansız gelen bir askerî darbe ile de İslam'ın meşru bir rejim olabileceğini düşünebilirler; ama biz İslam'ın katılımcı, özgür, adil ve insan hayatını kutsal sayan düşünce ve görüşlerin serbestçe tartışılmasından korkmayıp aksine bundan yarar uman ve ancak bu ilahi ve kendinden emin kimliğiyle insanların gönüllerini fetheden bir din olduğu gerçeğini vurgulamak; kimden ve nereden gelirse gelsin insanları susturan, onlara yukardan buyuran, bir oldu bittiyle iktidarı gasp etmeyi planlayanlarla bir akraba ve yakınlığımız olmadığını anlatmalıyız."(s.59)
"TÜRKİYE'DE DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ, 'LAİK' DEĞİL; 'BİZANTİNİST'"
BULAÇ, "Birinci Kitap FANATİZM'in 'İkinci Bölümü"nde, 'Türkiye'deki Din-Devlet İlişkileri' hakkındaki görüşlerini de' belirtiyor. 'Devlet'i aşırı derecede 'kutsama', 'yüceltme' anlamına gelen 'Devlet Fetişizmi' kavramı ile başladığı bu 'bölüm'de; belki yine "tartışılacak" 'görüşler' de ileri sürmekten geri kalmıyor. BULAÇ, "Laik bir ülkede dinin devlet, devletin de din işlerine karışmaması gerekir. Her iki alan özerk ve bağımsız olmak durumundadır" dedikten sonra şu "tesbit"ini de yapmakta:"...Bu durumda Türkiye'deki din-devlet ilişkisini 'laik' olmaktan çıkarır, tam aksine 'Bizantinist' bir kategoriye sokar."(s.66)
"Osmanlı Devleti'nin 'Şeriat(sivil alan)" ve "Örfî Hukuk(resmî alan)" gibi '2'li hukuk'la yönetildiğini vurgulayan BULAÇ; belki de çoğumuzun ilk defa duyduğu ve okuduğu şekli ile , "Nizam-ı Âlem için kardeş katli" vakıalarını ise "Hukuk İhlalleri" olarak değerlendirmekte.(s.70, 71 ve 117)
"...Devlet hiçbir zaman herşey değildir ve 'Nizam-ı Âlem için " "Hukuk İhlalleri" caiz görülemez.(s.70) demekte. "Vakıa"yı, 'Devlet'in selameti adına bireylerin ve hatta toplumun haklarının feda edilmesi mantığı"(s.71)dır demekte.
BULAÇ, eserinin bu bölümünde, "devlete karşı işlenmiş suç" kavramını da "irdeleyerek"; "Batılılaşma'yla halkımızın, toplumumuzun veya daha doğru tabir ile milletimizin 'devlete karşı korumasız' bırakıldığını vurgulayarak; "Bana göre İslam'da "devlete karşı işlenmiş suç "kavramı yoktur...(Maide suresi 33. ve 34. âyetleri...)Görülüyor ki, Kur'ana göre devlete karşı işlenmiş suç yoktur. Ve fakat meşru bir yönetime karşı savunma hakkı bağlamında karşı koyma ve yenilgiden sonra maddî suçlara karşı maddî cezalar vardır"(s.77) demekte.
BULAÇ, "Türkiye'de Din-Devlet İlişkileri, 'Laik' Değil, 'Bizantinist'tir" görüşünü ise eserinin (81-89) sayfalarında genişçe dile getirmekte. "
"Devlet dini" olarak tanımladığı yani 'dini denetim altında tutan devlet' uygulamasının, ne Türkiye Cumhuriyeti'ne, ne de Osmanlı Devleti'ne ait olduğunu; "1800 yıllık bir geçmişi ile bilinen tarihte ilk örneğine Bizans'ta rastlanır...Bizanst'a gözlenen(Bizanstinist) uygulama,Bizans uygulama biçimi..."(s.81,82,83)diye belirtmekte..
Yine "yazı dizi"mizin ilkinde vurguladığımız üzre, "Kerbelâ Vakıası"nı anlamamızı kolaylaştırıcı"görüşleri"ni, bu eserinin 83. sayfasında detaylaştırmakta. Muaviye'nin "seçim-biat-şura"yı "ötekileştirerek/yok ederek" "Veliahtlık", "Saltanat" a dönüştürmesine nice Sahabelerin; "Sen başımıza Kayzer mi dikmek istiyorsun?" diye karşı çıktıklarını, Muaviye'nin bu uygulamayı ise "Bizans sistemini yakından tetkik etmişti"ile (s.83) ifade etmekte ve BULAÇ; "Sahabelerin itirazı yerindeydi; çünkü gerçekten de ne kadim Arap geleneğinde, ne de Asr-ı Saadet uygulamasında görülmeyen Veliahtlık kurumu tamamen Bizans'a özgüydü. Sahabeler, yönetimin Bizansvâri bir kimliğe bürünmekte olduğunu görmekten geçikmediler."(s.83) demekte ve "hanedanlar yönetimi/saltanat kurumu"nun bu şekilde başladığını belirmekte...
Ve BULAÇ, "...Türkiye bir yandan 'laik' olduğunu öne sürüyor, öte yandan dini devlete bağlı bir kurum olarak denetiminde tutuyor. Oysa bu 'laiklik' değil, Bizanstinizm'dir ve Türkiye'de Bizanstinizm adına dinî temel hak ve özgürlükler kısıtlanmaktadır"(s.87) vurgularını yapmakta.
Ve yine BULAÇ, "Bizim Görüşümüz" dediği paragrafta ise "Devletin elini dinden çekmesi, dinin sivillleştirilmesidir. Bunun içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilga edilmesi...."(s.88) şeklinde görüşlerini belirmekte.
Kanaatimce, bazı "solcular"la da "örtüşen" "bu görüşleri" de çokca "tartışılır" elbette...
BULAÇ, "İslam ve İnsan Hakları" başlıklı "Üçüncü Bölüm" de ise "Batı'nın 'demokrasi' ve 'insan hakları' karşısında "çifte standartları"ndan bahisle; "Batı istemediği için, Ortadoğu'daki ülkelerin 'Krallık' ve 'Monarşi' den kurtulamadıklarını belirmekte.(s.101) ve "Batılı İslam araştırmacılarının, 'Oryantalistler'in, İslamolog'ların ve 'Beyaz Casuslar'ın "İslam'ı baskıcı, Jakoben ve totaliter bir rejim olduğunu kabul ettirmek istediklerini de (s.101) hatırlatmakta ve "Müslüman Dünya'da fanatizm'i önleyecek yegane kuvvet Kur'an ve Sünnet'in yol göstericiliğidir(s.125) demekte.
Ali BULAÇ, "en yeni eseri" diyebileceğimiz "İkinci Kitap İslamofobi "bölümünde ise temel "iddia"yı dillendirmektedir:Batı ülkelerinde-ABD ve Japonya'da dahil olsa gerek-- "İslam Korkusu" ve Türkiye'de AK PARTİ'nin "İslamofaşist Darbe" yapacağı....BULAÇ, bilhassa 11 Eylül 2001 sonrası "Batı âlemi"nde yaşanılan; daha önce de açıkladığımız "İslam'ın bir korku unsuru olarak gündeme gelişi" yani "İslamofobi'yi 'irdelemekte' ve sürekli olarak, özellikle de 1990'lı yıllardan beridir de, "Müslümanları şeytanlaştırıcı kavramlar"ın "türediliği"ni vurgulamakta..Nasıl ki kimileri, "12 Eylül 1980 öncesi ve hâlâ da "Faşizm ile İtalya'yı, Mussolini'yi 'özdeşleştirmek' yerine, 'Ülkücülüğü, Türk Milliyetçiliği'ni özdeşleştiriyorlarsa'; bu sefer de "yeni düşman İslamiyet" sonrası 'süreç'te de 'Müslümanlar", "İslamiyet", "İslamo Faşizm" gibi "Müslümanları şeytanlaştırıcı" kavramlarla "özdeşleştirildiği"ne de âdeta "dikkat" çekmekte.(s.135)
"Yahudi lobileri....Evanjelikler...Hıristiyan Siyonistler......"BULAÇ, bu "mevzu" ile alakalı olarak da, "çoğu milliyetçi siyasî akımın dahi 'Faşizm'le ilişkilendirilmesi 'yanlıştır'(s.141) diyerek, "kısmen" de olsa bu" Hareket"i savunmaktadır.
"BULAÇ, "esere" adını da veren "İslam'dan Korkmalı mıyız?" kısmında ise başta belirttiğim "iddia"yı tafsilatlı olarak ele almaktadır.(s.179-200)
"BATI,"ÖTEKİ" ve FUNDAMENTALİZM"
BULAÇ, eserinin "Üçüncü Kitap Fundamentalizm" bölümüne, "Fundamentalizm'in ilk anlamının "köktendincilik" değil de, "kutsal metnin lafzı ve semantiği" olduğunu, fakat 1950'lerden sonra "fanatik dindarlar'ın özgürlüğünü kazanmış ve özgür yaşamaya alışmış toplum üzerinde hoşgörüsüzlüğe dayalı 'dinî baskı" kurma teşebbüsü"(s.203) diye 'tanım'lamakta ve "ilk fundamentalist düşünce ve eğilimler, 1920'lerde Amerikalı Protestan'lar arasında ortaya çıktı "(s.209) demekte.Ve bu bölümü(203-290) sayfaları arasında, âdeta şu "mefhumlara/kavramlara" 'açıklık' getirmektererek tamamlamakta;"ed-Din', "Çevre-Merkez"; "Yüksek İslam, Halk İslam'ı"; "Popülist İslam, Elitist İslam"; "Siyasal İslam, Kültürel İslam"; "Resmî İslam, Sivil İslam";"Hicret" ve "İslamî Çoğulculuk Modeli...."
Batı Âlemi'nin "öteki"ni aslında 'yok ettiği'ni vurgulayan BULAÇ; "Müslümanca 'öteki' tanımını ise şöyle yapmaktadır:"Eğer Müslüman ise kardeşimiz; gayr-i Müslim ise 'yaratılışta eşimiz'dir."(s.219) 'Yok edici/imha edici" değil; "birlikte birarada yaşama..."anlayışı...
BULAÇ, eserin de "Batılı ajanların Müslümanları 'manipüle etme' isteklerinin ise her zaman olduğunu" da belirtmek istiyor âdeta...(s.245)
"Titrisiz Mütefekkir" Ali BULAÇ'ın bu eserinin sonlarına(s.344) geldiğimizde, dikkatlice de okuduğumuzda, "sistem şuuru"muzu arttırıcı "görüşleri" ile karşılaşıyoruz. "Sistem'i 'bir âlem tasavvuru ya da dünya görüşünün insanların yaşadığı beşer hayatında kurumlaşmasına sistem denir."(s.341) şeklinde 'tanım'lamakta ve "sistem'e karşı üç tutum" alınabileceğini vurgulamakta:
1) "Sistemle bütünüyle çatışma hâlinde olmak, yani bu çatışmayı göze alarak onu tamamen ortadan kaldırmak. Temizlenmiş bir arazinin üzerinde yeni kurumlar inşa etmek."
2) "Sistem'e teslim olmak...."
3) "Sistemi dönüştürerek, aşmaya çalışmak, sistem içinde kalarak mücadele etmek..."(s.348, 349)
BULAÇ, "ilk tutum"u "Rasullah'ın böyle bir şey yapmadı" diyerek "kabul" etmemekte; "2. tutumu"n ise "Müslümanlığımızı folklorik bir şekile çevireceği için 'kabul' edilemeyeceğini"; "3. tutum" için ise şu görüşlerini aktarıyor:
"O halde yapılması gereken şey, sistemi, şehrin içinde kalıp dönüştürerek aşmaya çalışmak. Sistem içinde kalırken duygusal olarak, ruhsak olarak bir yakınlık hissetmemiz gerekir. Bir başka ifade ile ruhumuzda ve zihnimizde sistemden hicret etmek zorundayız. Hicret çok önemlidir. Çünkü ruhen ve zihnen sisteme ve onun vaadettiklerine bir yakınlık, bir arzu duyuyorsak, imtihanı kaybetmişiz ve sistemin bizi yutmasını kabullenmiş oluruz. Ancak sistemin dışına çıkıp dağlarda, çöllerde de yaşayamayız. Din şehirlere aittir; şehirleri dönüştürür veya yeni şehirler kurar. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bütünüyle yıkıp temizlenmiş bir arazi üzerinde yepyeni bir şehir kurmadı. Yesrib'i Medine yaptı. Silahlı mücadelelerle de sistemi değiştiremeyiz, onu dönüştürüp aşmanın yollarını, alternatif sistem arayışlarını geliştirmemiz gerekir."(s.349, 350)
BULAÇ, yine kimilerinin hâlen yaptığı gibi, "Bir yandan sistemi eleştiriyor, sistemin dışında olduklarını söylüyor ama sistemin bütün nimetlerinden de istifade ediyorlar. Kendi motivasyonlarını devam ettirmek için sürekli sistemin siyasal kısmına vuruyorlar. Bu ikiyüzlülüktür."(s.350,351) demektedir.
Ve BULAÇ, "...Sistem değişir, mutlaka değişir.Aslolan hayattır, aslolan hayatı Müslümanlaştırmaktır, yoksa sistemi "İslamîleştirmek" değil."(s.351) vurgusunu da yapmakta...
BULAÇ, bu eserini de "sisteme entegre edilen Müslümanlar'a ve ifrata, lükse kaçan Müslümanlara "öz-eleştiriler" yaparak tamamlamakta....
(*): Ali BULAÇ, "Bütün Eserleri-2 İslam'dan Korkmalı mıyız? Fanatizm-Fundamentalizm-İslamafobia", Çıra Yayınları, 1. Basım, Haziran 2009
15.10.09
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com

13 Ekim 2009 Salı

"VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYAMIŞ KALAŞİNKOFU"



"VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYAMIŞ KALAŞİNKOFU"
Artık daha bayiden "gazete" almıyorum.Sebep mi?, diyeceksiniz; "İnternet Bağlantıları"ma "bir çeki nizam" getirdim de ondan."Sanal ortamda" okuyarak istifade ediyorum.Elbetteki "bayiden gazete almak, bir kültür..."Herhalde, fakat ,bu aralar "elzem "olan "web site ihtiyacımı" karşılayabilmek için; "Referans"a 'abone' olacağım anlaşılan.Toplam tirajı "beş milyona yakın "olsa da, "mevcut küresel şartlar"da, "Türkiye Medyası", bilhassa da"Eğitim'e katkı olarak", çok önemli "katkılar" yaptı ve hâlen de yapmaktalar...
Ömrüm hayatında, ilk defa tertipli, düzenli bir şekilde bayiden "günlük gazete" almaya başladığım tarih; 13 Eylül 1980 olsa gerek, diye hatırlıyorum."12 Eylül 1980 Askerî Darbesi" akabinde, -Lise ikinci sınıfa da başlamıştım-, her gün 'bayi'den "Tercüman Gazetesi"alıp, okurdum Okumakla kalmaz, 2009'da bile yapmayı sürdürdüğüm şekilde, "kesip", "arşiv"lerdim. Haftalık "Yeni SÖZCÜ", "Hizmet İçin Yeni Hamle", "Yeni Hİzmet", "Yeni Düşünce", o yıllara ait "milliyetçi mevkûtelerimiz" di...
Tabii, "Tercüman Gazetesi"nde, rahmetli Ahmet KABAKLI Hoca; Rauf Tamer, Yavuz DONAT ve bugün "internet"te vefatını öğrendiğim rahmetli "Sivaslı" Ergun GÖZE de "köşeyazarlığı" yapmakta idi. Hâlâ gözümün önüne geliyor; bu "milliyetçi yazar"larımızın "günlük makaleleri"ni okur, kesip,bir bavulun içinde saklar, kendimce "arşiv" yapardım...Sonraları "çokca taşınmalar"la "zayi" oldular...
Yılllar, tabiiki, 1980,1981,1982..."12 Eylül 1980 U.S.A." mühürlü " darbe" sonrası..."Liseler"in her bir "sınıf"ına "dinleme cihazları"nın da konulduğu, "milletimizin sindirildiği" yıllar. Allah'tan "branş öğretmenlerimiz" sahiden "çok kaliteli" ve "ufuk açıcı" olduklarından;-burada yeri gelmişken Lise Tarih öğretmenim Dr. Nuri YAZICI'yı hatırlamak isterim...- "bu dönemi" de diyelim, "militanlaşmadan" geçiştirmiş olduk..Amma okuyarak ve kısmen de yavaşa yavaş yazmaya başlayarak. Hatırlıyorum da, "altıncı ve son sınıfta", Matematik Bölümü"nde olmama rağmen, Lise'nin "Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığı"nı da "şahsım" yapmakta idi..."Duvar Gazeteleri" hazırlardık...
Rahmetli "Ergun GÖZE"ye de aşinalığımız işte o yıllara dayanıyor. "Vefat haberini okuduğumda", dilimden bir "makalesi"nin de başlığı olan; "Vatanın Bağrına Düşman Dayamış Kalaşinkofu" cümlesi döküldü. Hem de bu "makalesi"nin "sol yanına" da bir "Kalaşinkof" resmi koymuştu...
Rahmetli GÖZE'nin "kendi cümleleri ile "Dava yumağı bir kitap. Yirmibeş senelik bir fikir ve kalem mücadelesinin sicili bu kitapta.." dediği ve benim 1991'de aldığım "Türklük Kavgası" isimli eserini, "kütüphanemde" bulduğumda, hemencecik "bu makaleyi" aradım fakat bulamadım.
Rahmetli Ergun GÖZE, "Türk Milliyetçisi bir kalemdi..." Türk Milliyetçiliği fikriyatımızı, gerek "Kızıl Komünistlere", gerekse "Yeşil Komünistlere" karşı "kalemi" ile "fikirleri" ile savunmuştu. Maalesef 2009'lar Türkiye'sinde, "Türkiye Medyası"nda, "Türk Milliyetçiliği Fikriyatımızı" savunabilecek "kalemlerimizin sayısı" ne kadar da az; hattâ "yok" denecek kadar..."
"Türklük Kavgası" isimli kitabını şöyle bir "karıştırdığım"da, "Yılmaz GÜNEY'in Hakim Kaatilliği"ni; Millî Görüş/Erbakan Hareketi Lideri Prof.Necmettin ERBAKAN'ın zihniyetinin eleştirilerini; "aktüel" olması babından; günümüzde "Kürt Mes'elesi" denilen "mes'eleyi" "inşa" eden "solcuların /Komünistlerin marifetleri", hele de "Kürtçe İstiklâl Marşı" başlıklı yazısı-ki bu kısmı ileride paylaşacağım-; merhum Ârif Nihat ASYA'nın kendisine gönderdiği "edebî" değeri de yüksek, " Başörtüsü" başlıklı şiiri-ki bu şiiri de sizlerle paylaşmak istiyorum-ve "Ayasofya Açılsın" başlıklı nefis bir yazısı...
Elbetteki, rahmetli Ergun GÖZE, "materyalist/maddeci milliyetçi" yani "Ulusalcı" değildi.."Türklük sevgisi, İslamiyet ve Türk tarihi", her Türk Milliyetçisinin "beslenme kaynağı" olduğu gibi, "Sivaslı GÖZE"nin de "beslenme kaynağı "idi. Asla "ırkçı" da değildi.Hattâ "Türklük Kavgası" isimli eserinin "Önsöz"ünü, enfes bir cümle ile noktalıyor:"'Tevhid' Bayrağını asırlarca "Teslise" karşı yücelten Türk değil miydi?"..Ne kadar nefis bir cümle...Bu cümle, İsmet ÖZEL'in de enfes "Türk" tanımını da hatırlatıyor elbet:"Türk:Kafirlere karşı savaşan Müslümanın adı..."
"Sivaslı" olduğunu pek hatırlayamamıştım...
Allah(c.c.) rahmet eylesin(âmin)
Rahmetli GÖZE'nin "Boğaziçi Yayınları" içerisinde de, çok iyi hizmetler yaptığını, onun zamanında, rahmetli tarihçimiz Prof.Osman TURAN'ın eserlerinin yaniden neşredildiğini hatırlıyorum...
Rabbim mekanını cennet eylesin. Ailesine, aile efradına ve sevenlerine sabırlar versin...(âmin)
Yukarıda da belitttiğim üzre, onun "29.07.1975"de yazdığı "Komunistlerin Güneydoğu-Anadolu'muzdaki "marifetleri"ni ortaya koyan yazısında; "İstiklal Marşı'mızın 'Kürtçe' okunmuş şeklini de"bütün yetkililere işin vehametini arz" namına yazıyorum dediği kısımlar:
"Netırsın tıştık bıme nâbe
Devletame Jike tışkık pe nabe
Ev sıtırka millletimine ve hebe
Ev ameye ancak ve amebi
Vecheğe tırş neke ez krban tebım
Milletımıni ğurt kesne kâre tışteki pebıkı
Günama lıte ne helâlbı hegir tüğe vanibıkı
Hak aviyi ege hekiye bımeşini evji milltımını..."(*)
Ve merhum "Bayrak Şairi"miz Ârif Nihat ASYA'nın kendisine gönderdiği "Başörtüsü" başlıklı şiiri:
BAŞÖRTÜSÜ
Ne demekmiş
"Yasak!"
İşiniz mi kalmadı
Yapacak?
Ne diye karışırsınız
Saçımıza-başımıza;
Bizi oyuncağınız mı sandınız
Bakıp yaşımıza?
Sebebini anlatamayacağınız
Çocukca bir devrin hevesinden
Karşınızdaki en güzel portreleri
Mahrum ettiniz çercevesinden!
Kim demiş ki;
"Başörtüsüydü o?"
Başımızın sade örtüsü değil,
Süsüydü o!
Altında saçlarımız,
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde-örgü örgü-
sarmaşıklar...
Kimizde, su olup, akardı!
Şu,bu nâmına "Yasak!" demiş
Bulundunuz, tezelden;
Ne olurdu, anlasaydınız biraz da
Güzellikten, güzelden.
Siz, bizden değilsiniz,
Tanımıyoruz hiç birinizi;
Çekin başımızdan
Ellerinizi!
Bir gericilik tutturmuşsunuz;
Gericilik değil, Türk'ün köy
modasıdır bu...
Üstelik, ninemizin başımızda
Taşıdığımız hâtırasıdır bu!
Dediniz:"Çıkacak başımızdan
Başörtünüz!"
Alın-öyleyse- onunla
Yüzünüzü örtünüz!
Ârif Nihat ASYA(11.10.1973)(**)
"12 Eylül 1980" sonrası, "dâvâ adamı" olarak da "fırıldaklaşmadan" kalanlardandı....
"Muhakkak biz Allah'ın kullarıyız ve muhakkak Allah'a döneceğiz..."
(*):ERGUN GÖZE, "TÜRKLÜK KAVGASI", Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1990, s. 117
(**):ERGUN GÖZE, adı geçen eseri, s.627,628
13.10.09
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com