Powered By Blogger

17 Nisan 2011 Pazar

"KÜRTÇE" TARTIŞMALARI

"KÜRTÇE" TARTIŞMALARI

"Geleceğin Türkiye"sinin, "Eski Türkiye"den "Yeni Türkiye"ye 'geçip'te, "2023 Türkiye"sinin ne şekilde "şekillenmiş" olacağını ve bir zamanlar çokca tekrarlanan ancak şimdilerde unutulan "Son Müstakil Türk Devleti"nin 'nasıl olacağını' sadece ve sadece "en iyi Allah(c.c.) bilir", demekten te öteye gidemiyoruz...

Türkiye'mizde yayınlanan "romanlar"da "Geleceğin Türkiyesi Tasavvurları"na "genişce" yer veriliyor.Bırakalım "2023 Türkiye"sini, "2070 Türkiyesi"ni bile "mevzû" alan "romanlarımız"ın yayınlandığını kaçımız hatırlıyor ki?!

"Büyük Türkçü"lerimizden rahmetli Reha Oğuz TÜRKKAN; taa yıllar önce kurduğu "Türk 2000 Vakfı" ile bir "füturolog", bir "gelecek bilimcisi" olarak; adetâ "Tamam, herşeyi elbette en iyi Allah(c.c.) bilir..Amenna...Fakat Allah(c.c.) insanlara da akıl, fikir, iz'an vermiştir; geleceğin nasıl olacağını az-çok bilebilirler", dercesine, taa yıllar öncesinde, benim bildiğim ve hatırladığım, neredeyse yirmi yıl öncesinden, bazı yayın organlarımızda" düşünceleri"ni paylaşmış; "Türk 2000 Vakfı"nın çalışmalarını ise İstanbul'daki "efkâr-ı umumiye" ile açıkca "paylaşmış"tı...

Sadede gelelim; Aralık 2010, Ocak-Şubat-Mart 2011'ler Türkiye'sinde de, "Kürtçe Tartışmaları" devam etti.Biz, acizâne, bu zamana kadar "Kürtçe" mevzûlu dört yazı yazdık:"Ülkücü Alperen Hareketi"n "İslâm'ca/Müslümanca düşünüş ve yaşayış"a şöyle-böyle "vesile" olan rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca'mızın "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinin "kritiği" ile "Arvasî Hoca'nın 'Kürtçe'ye Bakışı';üçüncü yazımız ise "Kürtçe, Dil/Lisan mı, Ağız mı?" başlıklı yazımız ve dördüncüsü de "Kürtçe Neden Bilmiyorlar, Kürtçe Neden Konuşamıyorlar?" başlıklı yazılarımız. Meraklıları, bu yazılarımızı, "sanal ortam"da, www. millimefkure.com isimli web sitemizden veya "mefkûre adamları" isimli "blog yazıları"mızdan okuyabilirler...

Diyebiliriz ki, Türkiye'mizde Aralık 2010'dan Nisan 2011'e kadar, "Kürtçe Tartışmaları"na ilâve edilebilecek, bizce çok ehemmiyetli "fikirlere" şahid olduk.

Bu "mevzû"da bir "meraklı" olarak da "fikrî takip" yapan biri olarak da "ilgilendiğimizde",bilhassa "çok din'li, çok renkli, çok ırklı",batılı bir mefhum olarak söyleyecek olursak; "imparatorluk yapı" "Devlet-i Âliyeyi Osmanlı"da/ "Büyük Osmanlı Devleti"nde, bütün tarihî boyunca, "resmî lisan"ın, "resmî dil"in sadece ve sadece "Türkçe" olduğu "hakikat"inin; Yılmaz ÖZTUNA, Erhan AFYONCU isimli tarihçilerimiz-son olarak da bugünkü  HaberTürk Tarih ilâvesindeki yazısı ile Vahdettin ENGİN- ile Taha AKYOL gibi "titrisiz mütefekkir"lerimiz tarafından dile getirildi, hatırlatıldı, vurgulandı..

"OSMANLI'DA TÜRKÇE GERÇEĞİ"

"Osmanlı'da Türkçe Gerçeği" başlığı altında toplayacağımız "fikirleri",şöyle "özet"leyebiliriz: "Kürtçe'nin okullarımızda seçmeli ders olması bile mümkün değilken...Osmanlı İmparatorluğu'nda da 3 kıt'a üzerinde bulunmasına rağmen; her çağda tek resmî dil TÜRKÇE idi ki 1876 ve 1908 Anayasalarında bu husus ve yasama meclislerinde 'tek müzakare dili' olduğu tanımlanmıştır..Nasıl Amerika'da İngilizce; Fransa'da Fransızca; Almanya'da Almanca 'tek resmî dil' ise Türkiye'de de TÜRKÇE öğrenmekten başka çare yoktur...Birleşik Amerika'da, on milyonlarca vatandaşın 'ana dili' İspanyolca olmasına rağmen; yargıda, emniyette, benzer yerlerde İspanyolca konuşmaya kalkın, işiniz görülmez...Bizde 500 yıl önce 'Türkçe bilmeyen' 'Devlet'te görev alamazdı; 500 yıl sonra da alamayacaktır..."(1)

"Onlarca milletten oluşan Osmanlı imparatorluğu'nda bile 'resmî dil Türkçe' olmuş; Meclis çalışmalarında da 'Türkçe'den başka dil' kullanılmamıştır...1876 "Anayasası"nda/'Kanuni Esasi'de, Osmanlı'nın 'resmî dil'i Türkçe; 'Devlet hizmeti'nde 'Türkçe şartı' vardı..."Ermenice", "Rumca" 'resmî dil' taleplerine ise dönemin 'Paşa'sı; "Gelecek seçime 4 yıl var. Akılları varsa bu süre içinde Türkçe öğrenirler.", diyordu.(Günümüzde, 2011'ler Türkiye'sinde ise "işler" ne kadar da "ters" döndü değil mi? Şimdilerde "Irak Cumhurbaşkanı Celal TALABANİ"den "haber alıp"; Türkiye'mizin, belki de 12 Haziran 2011 sonrası, harıl harıl "Kürtçe öğrenme çalışmaları" yapılacak ve adetâ "Kürtçe bilmeyenlere 'Devlet kapıları' kapanacak!!!(2))

Bugünkü(17.Nisan.2011) "HaberTürk Tarih" ilâvesinde "tarihçi" Vahdettin ENGİN'in 'genişçe' izah ettiği; "Arnavutça Hutbe" talebine; mes'ele "dinî" değil; mes'ele "siyasî "deyip "iptal" ettiren "Cennetmekân Sultan 2. Abdülhamid Han"ın bu "tavrı"nı ise yine "tarihçi"lerimizden Erhan AFYONCU, bir yazısında da "izah" etmişti."Müslümanların bir bütün olması siyaseti"nce...(3)

Aslında kendisi de bir "hukukçu" olan "titrisiz mütefekkir"lerimizden Taha AKYOL ise "Bir Türkmen Devleti olan Safevîler'den 'Fars"; Osmanlılar'dan ise "Türkiye Cumhuriyeti Devleti"ni 'doğuran' "doğal tarihî vetireye" dikkat çekerek; "Osmanlı Anayasası" olan 1876 'Kanuni Esasi'de, 3(üç) maddesinde, 4(dört) defa 'Türkçe', 'Lisan-ı Türkî" 'hükmü' vardır, demekte;"Madde 18:Devlet memuru olabilmek için Türkçe bilmek şarttır.Madde 57: Parlamento dili Türkçe'dir. Madde 68: Milletvekili seçilme şartı 2(iki) tekrar ile 'Türkçe'yi bilme' şartı...Türkçe'nin 'resmî dil' ve 'tek resmî dil' olması, Cumhuriyet devrinde yapılmış bir 'icat'ı değil; bin yıllık tarihin doğal bir sonucu..."(4)

SOMUNCUOĞLU'NUN "KÜRTÇE ÜZERİNE İNCELEMELERİ"

"Milliyetçi-Ülkücü" 'düşünce" ve "siyaset" adamı Sadi SOMUNCUOĞLU ise "Yeni Çağ" isimli gazetede, beş gün süren "Kürtçe Üzerine Bir İnceleme" başlıklı yazılarında;bence, ekseriyetle rahmetli ARVASÎ Hoca'ca "değerlendirmeler" ve "yorumlar"a yer verdi."Fikir" ve" düşünce", "siyaset adamları"mız üzerindeki "Resmî Paradigma"nın 'etkisi'nin çokca hissedildiği "incelemeleri"nde; "Kürtçe"yi asla 'müstakil' bir 'dil', 'müstakil' bir 'lisan' olarak 'kabul' etmemekte."Bilim ne diyor?", 'suâline cevap aradığı 'incelemeleri'nde, 50.baskıyı yapan 'Ali Tayyar ÖNDER'in 'Türkiye'nin Etnik Yapısı'nı, neredeyse 'tek belirleyici' olarak görmekte...Beş bölümlük "Kürtçe Üzerine Bir İncelemeleri"nde, asıl vurguladıkları ise şunlar: "Kürtçe aslında 'Diller karışımı olmayıp, kelimeler karışımı bir ağız'dır.'(5) "Kürtçe, oturmuş, yapısal özellikleri, temel kuralları, lehçeleri kapsayan bütünlük içinde bir dil değildir. Sorani, Gorani ve Kırmanca, Kürtçe'nin 'üç ana lehçesi'dir. Kürtçe, çağdaş anlamda da bir kültür dili de değildir.Türkiye'mizde yaygın olan Kırmançca(%95) ile Zazaca, Kürtçe'nin lehçesi değil..Zazaca, Kürtçe'nin lehçesi değil, vurguları...(5)

Aslında ifade etmeye çalıştığımız üzre, SOMUNCUOĞLU'nun, "Bilim Ne Diyor?" suâline de cevap aradığı "Kürtçe Üzerine Bir İncelemeleri"nde "yeni bir veri", "yeni bir bilgi" vardı, diyemeyiz...Prof.Dr. Abdulhaluk ÇAY gibi "Her Yönüyle Kürt Dosyası" gibi "eserlere" imza atmış olanlar ise aslında Türkiye'mizde yapılmak istenilenin "Kürtçe" üzerinden "bir millet oluşturma" gayretleri olduğu, hattâ "TRT ŞEŞ" gibi "Devlet" destekli "Kürtçe televizyon kanalları" ile "amaçlananında,"Kırmançcı etrafında bir Kürt Milleti oluşturma" gayretleri olduğu ve tabiî "hâtâ" olduğu "değerlendirmeleri"nden de pek "farklı" değil gibi...

"KÜRTÇE" BİLMEYEN "KÜRT"LER

Son yirmi yıllık bir "siyasî vakıa" olan bazılarınca "Kürt Milliyetçileri" olarak da tanımlanan; aslında "mütedeyyin" olmaktan çok uzak, ekseriyetle "Marksist, Leninist ve Ateist Bir Örgüt" oldukları, "sivil itaatsizlik" eylemleri ile daha da belirginleşen "BDP"lilerin bile çoğunun "Kürtçe" bilmediğini, "Devlet Bakanı" olan Bülent ARINÇ'lar tarafından bile "en üst seviye"den seslendirilmekte.."BDP milletvekillerinin en az yarısı Kürtçe bilmiyor.Kendi içinde açılan Kürtçe kursları iflas etti."(6) derken, eski "Bölge" 'Bakanları"ndan Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK ise, "Meclis"teki "Kürtçe Tartışmaları" üzerine, adetâ "feverân" edercesine,"Nereden de Kürtçe 'bilinmeyen bir dil' oluyormuş; Kürtçe konuşan milyonlar var", diyordu.

Daha önceki yazılarımızda da hatırlattığımız üzere Türkiye'mizdeki "İlk Özel Kürtçe Televizyon Kanalı" olan "Dünya TV" çalışanları bile "Kürtçe" bilmiyorlar!!!(7)

2011'ler Türkiye'sinde "Kürtçe" günlük gazeteler çıkmakta; milyonların kullandığı "İnternet"te, "sanal ortamlar"da, "Kürtçe yazılımlar",sayıları 200'ü aşan "Kürtçe siteler", "Kürtçe ajanslar" yer almakta; "facebook dil seçenekleri"nde "Kürtçe" de yer almakta..(8)

Mustafa Bülent ECEVİT  gibi "Kürd oğlu Kürt"lerden "Başbakan" çıkmakta, yine rahmetli Turgut ÖZAL gibi "Kürtler"den de "Başbakan" ve "Cumhurbaşkanı" çıkmakta; sayısız derecede "Kürt Milletvekilleri", "Kürt Bakanlar", "Kürt Bürokratlar", "Kürt Devlet Memurları", 2011'ler Türkiye'sin de "rahatlıkla" vazife alabilmekte...

Daha geçenlerde "Arap Alevîsi"," Nusayrî Diktatör", kendi ülkesindeki "Kürtler"e mecburen "vatandaşlık" hakkı verdi!

Türkiye'mizde, "pirü pak" bir "yapı"yı elbette "arzularız." "Keşke"lerin "olmaması"nı elbetteki "arzularız.."Ancak, şu bir "hakikat"tir ki, "yakın tarih"imizde, Türk'lerden Kürt'lere, "herkes"e zulüm yapılmıştır!!!

Kaldı ki, sık sık denildiği şekilde "Kürt Mes'elesi"n de, her mes'elede olduğu üzere "İslâm Dünyası"ndan daha da "önde"yiz, daha da "ilerde"yiz..

Ancak, Türkiye'miz, "Sevr Antlaşmaları"nın "mutad" maddelerini hatırlatan "Batılı,Amerikan Talepleri"ni "çağrıştırıcı", "Muhtariyet", "özerklik", "iki dilli yapı" gibi "talepleri" uygulayacak kadar; bir "tarihçi"mizin de dediği üzre "çılgınlaşmadığı" gibi, "hayınlaşmamış"tır da...

"Siyasî iktidar"ın veya "Devlet yapısı"nı oluşturan "bazı kanatlar"ın "siyasî vakıaları" ayırt edemeyecek "basiretsizlik"leri ise neticede "milletçe" karşılığını görür..

"Herkes", "Türkiye Bir Ceketistan Değildir"i anlayacaktır!!!

"Türkiye Bir Uçukistan da Değildir" ve "Kürtçe...Kürtçe..." deyip duranların da "asıl maksatları", aslında "Dış Güçler"e "endekslenmiştir!!!

Mes'ele, sahiden, "hakikat"en,adına ne dersek diyelim; "toplum yapımız"ı, "nesillere" "olduğu gibi" kavratabilmektir...

Mes'ele, "kökü mazide olan âti" olarak, sahiden "yerli", sahiden "millî", sahiden "İslâmî",sahiden "katılımcı,ileri demokrasi"yi gerçekleştirebilmede...

"Kendimiz" olmadan "cihanşümul" nasıl olabiliriz ki?

17.Nisan.2011

İsmet GÜLTEKİN

ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:(1): Yılmaz ÖZTUNA, www.Turkiyegazetesi.com, 24.12.2010

(2): www.hurriyet.com.tr, 25.12.2010

(3): Erhan AFYONCU, www.bugün.com.tr, 19.12.2010

(4):Taha AKYOL, www.habervaktim.com, 03.01.2011

(5): Sadi SOMUNCUOĞLU, "Kürtçe Üzerine Bir İnceleme-III-", www.yenicaggazete.org, 30.12.2010


(6): www.iha.com.tr, 14.12.2010

(7): Nuh GÖNÜLTAŞ, www.bugün.com.tr, 26.03.2011

(8): Taraf Gazetesi, www.haber7.com.tr,03.01.2011

15 Nisan 2011 Cuma

HÂLÂ BİZE "FAŞİST" DİYENLER VAR!!!

HÂLÂ BİZE "FAŞİST" DİYENLER VAR!!!
Aradan üç tane on yıl ile ilave bir yıl daha geçmiş olsa da...
"12 Eylül Mahkemeleri"nde, "12 Eylül Adaleti" huzurunda, "en üst seviye"den "faşist" olmadığımız "deklare" edilmiş ve "tekzip" edilmiş olsa da...
Onsekiz yıldır "Allah'ın rahmeti"nin de bir eseri olarak "bir tıkla" hemen hemen bütün "hakikat"lerin öğrenildiği bir zaman dilimini fiilen yaşamış olsak da...
"Yüzde yüz Türk, yüzde yüz Müslüman" olduğumuzu kaç defa ispat etmiş olsak da...
"Birileri"nin "nokta-ı nazarları"nda, "birileri"nin "bakış açıları"nda, "birileri"nin "gözünde", "kafasında", "beyninde", "hafızası"nda hâlâ bize "faşist", "faşist militanlar" denilmeye devam ediliyor...
"Marksist kartaloz" veya "sosyalist kartaloz" "Ömer LAÇİNER"den tutun da, "12 Eylül Edebiyatı" diyebileceğimiz "kategoriye" romanları ile katkı yapan "İnci ARAL"lar da, hâlâ bize "faşist", bize "faşist militanlar" demeye devam ediyorlar...
Adetâ bizleri ,"Bize de Faşist Diyenin", kertesine getiriyorlar..
"Bizlere", yani "Ülkücü Alperen Hareket Kadroları"na...
"Bizlere" , yani "Faşistcesine" işkence tezgâhlarından geçirilen güzelim bir "camiâ"ya...
Rahmetli "Başbuğ" Alparslan TÜRKEŞ'in bile "vatan hainliği"nden yargılandığı günlerden bu yana...
Nerde "12 Eylül" mevzûlu "kitap" çıkmış, hele de "edebiyat eserleri" yayınlanmış; romandı, hikâyedi, şiirdi vesaire, büyük bir ihtimalle, "12 Eylül Edebiyatı"na dahil etmişimdir..
Ne yazık ki, bir zamanlar "yusufîye"lerden "Bizim DERGÂH" isimli fikir mecmuaları çıkartan; bir ara  ki daha çok da "hapishane"de iken, adetâ peşi peşine "12 Eylül Romanları", "12 Eylül" temalı eserleri o güzelim "camiâ"ya kazandıranlar, şimdilerde adetâ "yok" oldular!
Son otuzbir yıldır, hadi kabaca diyelim, "solcular", "12 Eylül" mevzûlu ne "sinemalar", ne "televizyon dizileri" çekip, yayınlatırken; yine "12 Eylül" temalı ne "romanları" "edebiyatımıza" kazandırırlarken; bizlerde daha yeni yeni çekilmekte olan filmlerin "fragmanları"nı, "sanal ortamda" zar-zor" izleme iştiyakı ile yanıp tutuşmaya devam etmekteyiz..
Hadi yine kabaca diyelim, "solcular"ın belirlediği "gündemlere" büyük bir "tepkicilikle" karşı koyarken; sanki adetâ kendimizi ifade etmekten "aciz"miş gibi, hep "savunmalarla" avutulup durmaktayız..
Aslında belki de, muhtelif sebeplerden de olsa, "Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi-Teori" gibi eserleri ile "İdeolojiler Vadisinde Sistemli Düşünme"yi "Ülkücü Alperen Gençliğe" kazandırma gayretinde olmuş nam-ı diğer Ayhan TUĞCUGİL'in de, son zamanlarda dillendirdiği, yahut seslendirdiği üzere, "Türk Milliyetçiliği Fikir Hareketi, tarihinin en zayıf dönemini yaşamakta" ve maalesef çoğumuz, "Sivastopol Marşı"ndaki ufak bir değişiklikle; "Sivastopol önünde erat  yer tayın/ ÖLÜRSEK ŞEHİDİZ, KALIRSAK HAYIN" hâllerini yaşamaktayız!!!
Baksanıza, adetâ "Ülkücü Alperen Hareket"in "fikir babası", "kurucusu", lideri", "Başbuğ"u olan rahmetli Alparslan TÜRKEŞ'in oğlu, "Ahmet Kutalmış TÜRKEŞ"ler bile, "sosyolojik bir vakıa" olarak da, "savrulabilmekte", "hayınlaşabilmekte...." Tamamiyle "12 Eylül Nesilleri"nin adetâ bir "proto tipi" olan  1978 doğumlu, 33 yaşındaki "Ahmet Kutalmış TÜRKEŞ"lere bile "sahip" çıkamayacak bir "konum"a sürüklenmiş olan koskoca camiânın günümüzdeki çoğu gençleri de, "12 Eylül Nesilleri" de, yine nam-ı diğer TUĞCUGİL'in de vurguladığı üzere, "Erol GÜNGÖR de kimmiş?", diyebilmekte!!!
Zaman zaman "MHP Genel Başkanı" Dr. Devlet BAHÇELİ'nin de hatırlattığı; "Ülkücü Alperen Hareket" te, son 31 yılda yaşanan "nitelik kayıpları", "seviye düşüklükleri", "kalitesizlik", sonunda "Ahmet Kutalmış TÜRKEŞ"ler ile en yüksek seviyede "patlak" veriyor olsa gerek!!!
Koskoca "Ülkücü Alperen Hareket"in haftalık "mevkûteleri" olmadığı gibi, yayınlanmakta olan "aylık mevkûteleri" ise adetâ "camiâ"nın "elitist kesimi"ne hitap etmekte fakat ekseriyetle "milletten kopuk" bir şekilde "etkin"liği, "müessiriyeti", "efkâr-ı umumiye"deki, "fikirler camiâ"sında "yeri" tartışılır bir "hakikat" olarak belirmektedir..
Yine aslında belki de, hâlâ 2011'ler Türkiye'sinde, bize "faşist" diyenler, bize "faşist militanlar" diyenler bulunuyorsa, birazda kendimizi anlatamamanın eksikliğini de hissetmeliyiz. Günümüzde bilmem kaçıncısı tertiplen "İzmir Kitap Fuarı"nın "Söyleşi Etkinlikleri"ne bir tanecik "Milliyetçi-Ülkücü-Alperen Fikir Adamı"nın "çağrılmış" olmayışı, "davet" edilmiş olmayışı bile çok şeyleri de ispatlıyor olsa gerek!
Otuzbir yıl önceki "idealist"liğimiz, otuzbir yıl önceki "okuma iştihamız"a kavuşmadıkca; kelimenin tam anlamı ile "siyasî iktidar" olmadan önce "sosyal iktidar" olmanın eğitim, kültür ve fikir yollarını tesis etmedikçe, "Ülkücü Alperen Hareketi'nin Mukadderatı"nın pek de "parlak" olabileceğini, sahiden nasıl söyleyebiliriz ki?
Niye "Türkiye'mizin Mes'eleleri" çercevesinde, bilmem ne "Hareketi" bile "Kürtçe Özel Televizyon Yayınları" gerçekleştirirken; bizler, koskoca "camiâ", "Kürtçe Özel Televizyon Yayınları" gerçekleştiremiyor? "Yasal bir engel" mi var yoksa açıkca ifade etmek istersek; "teşkilatçılığımız" ile "meşhur" olmuş koskaca bir "camiâ"nın "becerisiksizliği" mi artmış?
Daha doğru-dürüst bile "internet ortamları"nda da olsa "radyo"larımız, "televizyonlar"ımız yok!!!
"Ey Türk! Titre ve Kendine Dön!" demek düşüyor bana...
15.04.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

13 Nisan 2011 Çarşamba

"ÜLKÜCÜ ALPEREN" KADROLAR "MECLİS"E

"ÜLKÜCÜ ALPEREN" KADROLAR "MECLİS"E

Denildiği, yazıldığı ve artık da herkesce "genel kabul" gören ifadeye göre; Türkiye'miz tarihinin "en önemli", "en kritik", geleceğin Türkiye'sini de şekillendirecek "en kaderî" seçimin fiilen içerisinde..
12. Haziran. 2011, "Genel Seçimleri" sonrası, adetâ "kritik bir eşik", "aşılması gereken bir engel"  de geçilmiş, aşılmış olacak..
12 Eylül 1980 Askerî Darbe'nin "bizim çocuklar"ca uygulanıp; bugünlerde, "Yahu Türkiye'miz eskiden daha da "demokratik" imiş; Türkiye'mizde eskiden daha fazla "demokrasi" varmış", dedirten günleri de yaşıyoruz..
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; 1961-1980 arasında, "sıfır baraj"ın olduğunu yani "seçim barajının olmadığı"nı?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "yıllık ciro"ları ile adetâ "köşe" olan "12 Eylül Kurumları"nın asıl sorumlu olduğu "sınav skandalları"yaşanırken; 12 Eylül 1980 öncesi, "Her Ünversite'nin kendi öğrencisini seçme ve üniversitesine alma hakkı"nın olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; sahiden "çoğulcu düşünce"nin, sahiden "millî irade"nin ve tabiî "millî egemenlik" dediğimiz "nesne" nin de, 12 Eylül 1980 öncesinde "daha fazla oranda" mevcut olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "iki partili" veya en fazla "iki buçuk partili" bir "siyasî yapı" arzusunun da, U.S.A.'ın "bizim çocukları"nın, hadi açık yazalım, "darbeci zihniyet"in "gönül arzusu" olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "bir bıçkın" gibi, "devrimcisi" ile "ülkücüsü" ile "o güzelim idealist nesiller"in "Avrupa'nın Piç Zihniyeti"nce de, büyük bir "iştahla" biçildiğini yahut "biçilmek" istenildiğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; nice "cemaat zihniyetleri"nin de, nice "cemaat yapıları"nın da, tabiî benim burada bahsetmek istediğim "İslamî Cemaatler"in de,"büyüme"lerinin yahut "büyütülmeleri"nin de, o "demokrasimizin tabiri caizse içine eden" 12 Eylül 1980 Askerî Darbe sonrasına "denk" geldiğini?
Bir zamanlar ellerinde bilmem ne gazeteleri ile otogar otogar dolaşıp gazete satan bilmem ne "İslamî Cemaat"ten tutun da; benim "Ha Pocana Dağı, Ha Pok Dağı" diye de tanımladığım "USA Kasırları"nda hayatını idame eden bilmem ne "cemaat"inin veya bilmem ne "hareket"inin de, maalesef çok azımızın bildiği "12 Eylül Darbe Şakşakçılığı" sonrası "büyütüldüğünü" ve bu "büyütülme"nin de adetâ bir "Devlet Politikası" hâline de getirildiğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "U.S.A. Zihniyeti"nin veyahut "12 Eylül Zihniyeti"nin; "Ne yaptık ne yaptık, iktidarı da TÜRKEŞ'çilere bırakmadık", dediğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "zorakî darbe vetireleri"yaşanmasaydı; "zorakî şiddet dolu millet düşmanlığı" yapılmasaydı; bugünkü Türkiye'mizin "iktidar" ve "muktedir" yapılarının, "yönetim kadroları"nın nasıl olcağını???
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "zorakî bir siyasî ucube" olan "Anavatan Partisi"ni?
Ve yine aslında "bir proje"nin de uygulanmasının "uzantısı" olan ve yine "zorakî bir post modern darbe şiddeti" ile oluşturulan,benim taa yıllar önce "Ek Parti" diye tanımladığım "siyasî yapı"nın da, muhtemelen "geleceğin Türkiyesi"nde asla mevcut olmayacağını, olamayacağını?!
 Evet, her "siyasî yapı"nın ekseriyetle de "lider sultalığı" altında "seçilen" ve "millet"imize de "onaylattırılacak" olan "Milletvekili Listeleri", "Yüksek Seçim Kurulu"na verildi..
"Kıran kırana", "can hıraş feryatlarlar" fakat bazılarınca ve birilerince ise "gayet profesyonelce" gidilen "seçim vetiresi"ndeyiz...
Aslında, 12 Haziran 2011 Genel Seçim vetiresi, 12 Eylül Referandum vetiresi ile daha bir yıl önceden de başlamıştı..
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; bu "12 Eylül 1980 Referandumu asla bir siyasî parti oylaması değil" deyip de; 13 Eylül 1980 sabahı, gazetelerinin birinci sayfalarında, "MHP Baraj Altı" manşetleri, başlıkları çekildiğini?
Bir "camiâ" düşününüz ki; "kadroları" "işkence tezgahları"ndan geçirilmiş!
Bir "camiâ" düşününüz ki; "kadroları" "serbest siyaset" yapması "zorakî kesintilere" uğratılmış?
Bir "camiâ" düşünüz ki; sadece "militarist generaller"in huzurunda, tabiri caizse "delikanlıca söylemler" yapmamış; sadece "mevkûteleri" kapatılmamış; "bütün teşkilatları lağvedilirken", "Avrupa'ya kaçanları" dışında, "bütün kadroları" "çok ağır işkenceler"den geçirilmişti...
Bugünün Türkiye'sinde, çok muhtelif sebeplerden; böyle bir "Ülkücü Camiâ"nın "iki partili siyasî yapısı"nın(MHP ile BBP), çok "spontane" ve "çok doğal" bir şekilde ortaya çıkışını bile "içlerine sindiremeyen"; ekseriyetle "12 Eylül 1980 öncesi"nden "kuyruk acıları" kalmış kimselerin; "zorakî husumet oluşturma" gayretlerine rağmen; "milliyetçi düşünce adamı" Mustafa ÇALIK'ın çok güzel mefhumu ile "Ülkücü Alperen Kadroları", her çeşit "tezgah" ve her çeşit "oyun"lara rağmen "var"dırlar...
"Eylüllere rağmen" de, "her türlü iblisce tezgahlara rağmen" de "var" olmaya devam edecek "kadrolar"dır "Ülkücü Alperen Kadrolar...."
Ne demek, "Ülkücü başka, Alperen başka"?!
Ne demek, hayatında bir kerecik "Ülkücü Alperen Kadroların teşkilatları"na çıkıp da, "bir bardak çay" bile içmemiş "İslamî Cemaat Zihniyeti" sahiplerinin "Ben de Ülkücüyüm" demeleri?
Ne demek, "rahmetli şehid Muhsin YAZICIOĞLU" yaşarken; 17 yıl boyunca, onca "seçimlere" gidilirken, "bir oy bile "vermeyen zihniyetleri"n, sonradan "timsahın gözyaşı"na bürünmeleri, "sahte övgüler" düzmeleri?
Bir "araştırma yazı"mız çapında "vurguladığımız" üzre, nasıl ki "Sosyalist Zihniyet'in Ülkücü Alperen Hareketi'ne bakışları asla değişmiyorsa; çok müşahhas bir vakıa olarak bilmem ne "cemaat zihniyeti"nin de, bilmem ne "cemaat zihniyeti"nin "hareketi"n de bakışları asla değişmemektedir..."
"Marksist, Leninist, Ateist, Stalinist", "Çin'ci mi olacağız, Rus'çu mu" "tartışmaları" da yaşamış olan ve "bugünün Türkiye"sinde, "İslâmî Gruplar" gibi "sayısız franksiyonlara" ayrılmış olunan "zihniyet" sahipleri ile "fikren" çok meşakkatli mücadeleleri ile dolu bir tarihi olan bir  "camiâ"dır; "Ülkücü Alperen Hareketi..."
Türkiye'mizin "İstiklâl-i Tam/ Tam İstiklâl"in adetâ "içine edildiği" son 30(otuz) yıllık "yakın tarihimize" rağmen; günümüzde çeşitli isimler altında da olsa "teşkilatları ile var olan" bir "camiâ"dır "Ülkücü Alperen Hareket..."
Yaşları ellilere yaklaşanlar; siz hiç "gidecek yeri", "gidecek teşkilatı" olmamanın getirdiği "psikoloji"yi yaşadınız mı ki?
Son bir yıldır "Ülkücü Alperen Hareket"in hadi diyelim, "Mefkûresi büyük, kendisi küçük" "siyasî teşkilâtları" bile "iblisce yok" edilmek istenildiğini, "oraya-buraya zorakî yamatılmak" istenildiğini?
Artık Türkiye'miz "tarihinin en ehemmiyetli bir seçim vetiresini" yaşamakta...
"Ülkücü Alperen Kadrolar", "Ülkücü Alperen Hareket"in teşkilat sorumlusu zihniyetleri, kendilerine, kendi zihin dünyalarına "çok dikkat" etmeli; "iblisce tezgah ve oyun"lara karşı daima "teyakkuz" hâlinde olmalı; asla birbirlerine sadece "seçim vetireleri"nde değil; "bir ömür boyu", "kendi mesleklerinin muhabbeti" ile dolu olarak yaşamalı, mücadele vermeli; "kırıcılık", "ötekileştirilik", "dışlayıcılık" "pozısyonları"na asla "düşmemeleri" elzemdir.
Bilhassa  "büyüklüğü"(!)n verdiği "kompleks" ile de olsa gerek; "M.H.P. teşkilatı" sorumluları", "Ülkücü Alperen Hareketi'nin Mukadderatı" namına da olsa, "B.B.P./Alperen Teşkilat" sorumlularınını "aşağılıcı", "küçümseyici", "aristokrat", "elitist zihniyetler"den de kurtulmalıdır...
Asla unutulmasın ki; günümüzde "Ahmet KUTALMIŞ" isimli "oğlu" bile "Ek Parti"lere "savrulurken; rahmetli "Başbuğ"umuz Alparslan TÜRKEŞ; asla "B.B.P./Alperen Teşkilatları"nı "küçümseyici ifadeler" kullanmamıştır..Bakmayınız siz, "internet ortamı"ndaki "zorakî montajlara"?!
Elli milyona yaklaşan "seçmen"lerimiz de, son 9(dokuz) yılda kendilerinde bir "artı değer" var mı?, diye "önce seçmen olarak fert fert kendilerine bakmalı"; şayet "seçmen olarak", son dokuz yılda "durumları"nda "pozitiflik" varsa "tercih"lerini "o yönde"; "negatiflik" varsa; benim tavsiye ve önerim, "MHP" si ile "BBP"si ile "Ülkücü Alperen Kadrolarını Meclis'e" göndermelidir...
Rabbim, 12 Haziran 2011 gecesini, "Türklüğün ve İslamlığın Kal'ası Türkiyemiz" hakkında "en hayırlı neticeyi" versin.(Âmin)
13.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

"ÜLKÜCÜ ALPEREN" KADROLAR "MECLİS"E

"ÜLKÜCÜ ALPEREN" KADROLAR "MECLİS"E

Denildiği, yazıldığı ve artık da herkesce "genel kabul" gören ifadeye göre; Türkiye'miz tarihinin "en önemli", "en kritik", geleceğin Türkiye'sini de şekillendirecek "en kaderî" seçimin fiilen içerisinde..
12. Haziran. 2011, "Genel Seçimleri" sonrası, adetâ "kritik bir eşik", "aşılması gereken bir engel"  de geçilmiş, aşılmış olacak..
12 Eylül 1980 Askerî Darbe'nin "bizim çocuklar"ca uygulanıp; bugünlerde, "Yahu Türkiye'miz eskiden daha da "demokratik" imiş; Türkiye'mizde eskiden daha fazla "demokrasi" varmış", dedirten günleri de yaşıyoruz..
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; 1961-1980 arasında, "sıfır baraj"ın olduğunu yani "seçim barajının olmadığı"nı?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "yıllık ciro"ları ile adetâ "köşe" olan "12 Eylül Kurumları"nın asıl sorumlu olduğu "sınav skandalları"yaşanırken; 12 Eylül 1980 öncesi, "Her Ünversite'nin kendi öğrencisini seçme ve üniversitesine alma hakkı"nın olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; sahiden "çoğulcu düşünce"nin, sahiden "millî irade"nin ve tabiî "millî egemenlik" dediğimiz "nesne" nin de, 12 Eylül 1980 öncesinde "daha fazla oranda" mevcut olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "iki partili" veya en fazla "iki buçuk partili" bir "siyasî yapı" arzusunun da, U.S.A.'ın "bizim çocukları"nın, hadi açık yazalım, "darbeci zihniyet"in "gönül arzusu" olduğunu?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "bir bıçkın" gibi, "devrimcisi" ile "ülkücüsü" ile "o güzelim idealist nesiller"in "Avrupa'nın Piç Zihniyeti"nce de, büyük bir "iştahla" biçildiğini yahut "biçilmek" istenildiğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; nice "cemaat zihniyetleri"nin de, nice "cemaat yapıları"nın da, tabiî benim burada bahsetmek istediğim "İslamî Cemaatler"in de,"büyüme"lerinin yahut "büyütülmeleri"nin de, o "demokrasimizin tabiri caizse içine eden" 12 Eylül 1980 Askerî Darbe sonrasına "denk" geldiğini?
Bir zamanlar ellerinde bilmem ne gazeteleri ile otogar otogar dolaşıp gazete satan bilmem ne "İslamî Cemaat"ten tutun da; benim "Ha Pocana Dağı, Ha Pok Dağı" diye de tanımladığım "USA Kasırları"nda hayatını idame eden bilmem ne "cemaat"inin veya bilmem ne "hareket"inin de, maalesef çok azımızın bildiği "12 Eylül Darbe Şakşakçılığı" sonrası "büyütüldüğünü" ve bu "büyütülme"nin de adetâ bir "Devlet Politikası" hâline de getirildiğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "U.S.A. Zihniyeti"nin veyahut "12 Eylül Zihniyeti"nin; "Ne yaptık ne yaptık, iktidarı da TÜRKEŞ'çilere bırakmadık", dediğini?
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "zorakî darbe vetireleri"yaşanmasaydı; "zorakî şiddet dolu millet düşmanlığı" yapılmasaydı; bugünkü Türkiye'mizin "iktidar" ve "muktedir" yapılarının, "yönetim kadroları"nın nasıl olcağını???
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; "zorakî bir siyasî ucube" olan "Anavatan Partisi"ni?
Ve yine aslında "bir proje"nin de uygulanmasının "uzantısı" olan ve yine "zorakî bir post modern darbe şiddeti" ile oluşturulan,benim taa yıllar önce "Ek Parti" diye tanımladığım "siyasî yapı"nın da, muhtemelen "geleceğin Türkiyesi"nde asla mevcut olmayacağını, olamayacağını?!
 Evet, her "siyasî yapı"nın ekseriyetle de "lider sultalığı" altında "seçilen" ve "millet"imize de "onaylattırılacak" olan "Milletvekili Listeleri", "Yüksek Seçim Kurulu"na verildi..
"Kıran kırana", "can hıraş feryatlarlar" fakat bazılarınca ve birilerince ise "gayet profesyonelce" gidilen "seçim vetiresi"ndeyiz...
Aslında, 12 Haziran 2011 Genel Seçim vetiresi, 12 Eylül Referandum vetiresi ile daha bir yıl önceden de başlamıştı..
Acaba kaçımız hatırlıyor ki; bu "12 Eylül 1980 Referandumu asla bir siyasî parti oylaması değil" deyip de; 13 Eylül 1980 sabahı, gazetelerinin birinci sayfalarında, "MHP Baraj Altı" manşetleri, başlıkları çekildiğini?
Bir "camiâ" düşününüz ki; "kadroları" "işkence tezgahları"ndan geçirilmiş!
Bir "camiâ" düşününüz ki; "kadroları" "serbest siyaset" yapması "zorakî kesintilere" uğratılmış?
Bir "camiâ" düşünüz ki; sadece "militarist generaller"in huzurunda, tabiri caizse "delikanlıca söylemler" yapmamış; sadece "mevkûteleri" kapatılmamış; "bütün teşkilatları lağvedilirken", "Avrupa'ya kaçanları" dışında, "bütün kadroları" "çok ağır işkenceler"den geçirilmişti...
Bugünün Türkiye'sinde, çok muhtelif sebeplerden; böyle bir "Ülkücü Camiâ"nın "iki partili siyasî yapısı"nın(MHP ile BBP), çok "spontane" ve "çok doğal" bir şekilde ortaya çıkışını bile "içlerine sindiremeyen"; ekseriyetle "12 Eylül 1980 öncesi"nden "kuyruk acıları" kalmış kimselerin; "zorakî husumet oluşturma" gayretlerine rağmen; "milliyetçi düşünce adamı" Mustafa ÇALIK'ın çok güzel mefhumu ile "Ülkücü Alperen Kadroları", her çeşit "tezgah" ve her çeşit "oyun"lara rağmen "var"dırlar...
"Eylüllere rağmen" de, "her türlü iblisce tezgahlara rağmen" de "var" olmaya devam edecek "kadrolar"dır "Ülkücü Alperen Kadrolar...."
Ne demek, "Ülkücü başka, Alperen başka"?!
Ne demek, hayatında bir kerecik "Ülkücü Alperen Kadroların teşkilatları"na çıkıp da, "bir bardak çay" bile içmemiş "İslamî Cemaat Zihniyeti" sahiplerinin "Ben de Ülkücüyüm" demeleri?
Ne demek, "rahmetli şehid Muhsin YAZICIOĞLU" yaşarken; 17 yıl boyunca, onca "seçimlere" gidilirken, "bir oy bile "vermeyen zihniyetleri"n, sonradan "timsahın gözyaşı"na bürünmeleri, "sahte övgüler" düzmeleri?
Bir "araştırma yazı"mız çapında "vurguladığımız" üzre, nasıl ki "Sosyalist Zihniyet'in Ülkücü Alperen Hareketi'ne bakışları asla değişmiyorsa; çok müşahhas bir vakıa olarak bilmem ne "cemaat zihniyeti"nin de, bilmem ne "cemaat zihniyeti"nin "hareketi"n de bakışları asla değişmemektedir..."
"Marksist, Leninist, Ateist, Stalinist", "Çin'ci mi olacağız, Rus'çu mu" "tartışmaları" da yaşamış olan ve "bugünün Türkiye"sinde, "İslâmî Gruplar" gibi "sayısız franksiyonlara" ayrılmış olunan "zihniyet" sahipleri ile "fikren" çok meşakkatli mücadeleleri ile dolu bir tarihi olan bir  "camiâ"dır; "Ülkücü Alperen Hareketi..."
Türkiye'mizin "İstiklâl-i Tam/ Tam İstiklâl"in adetâ "içine edildiği" son 30(otuz) yıllık "yakın tarihimize" rağmen; günümüzde çeşitli isimler altında da olsa "teşkilatları ile var olan" bir "camiâ"dır "Ülkücü Alperen Hareket..."
Yaşları ellilere yaklaşanlar; siz hiç "gidecek yeri", "gidecek teşkilatı" olmamanın getirdiği "psikoloji"yi yaşadınız mı ki?
Son bir yıldır "Ülkücü Alperen Hareket"in hadi diyelim, "Mefkûresi büyük, kendisi küçük" "siyasî teşkilâtları" bile "iblisce yok" edilmek istenildiğini, "oraya-buraya zorakî yamatılmak" istenildiğini?
Artık Türkiye'miz "tarihinin en ehemmiyetli bir seçim vetiresini" yaşamakta...
"Ülkücü Alperen Kadrolar", "Ülkücü Alperen Hareket"in teşkilat sorumlusu zihniyetleri, kendilerine, kendi zihin dünyalarına "çok dikkat" etmeli; "iblisce tezgah ve oyun"lara karşı daima "teyakkuz" hâlinde olmalı; asla birbirlerine sadece "seçim vetireleri"nde değil; "bir ömür boyu", "kendi mesleklerinin muhabbeti" ile dolu olarak yaşamalı, mücadele vermeli; "kırıcılık", "ötekileştirilik", "dışlayıcılık" "pozısyonları"na asla "düşmemeleri" elzemdir.
Bilhassa  "büyüklüğü"(!)n verdiği "kompleks" ile de olsa gerek; "M.H.P. teşkilatı" sorumluları", "Ülkücü Alperen Hareketi'nin Mukadderatı" namına da olsa, "B.B.P./Alperen Teşkilat" sorumlularınını "aşağılıcı", "küçümseyici", "aristokrat", "elitist zihniyetler"den de kurtulmalıdır...
Asla unutulmasın ki; günümüzde "Ahmet KUTALMIŞ" isimli "oğlu" bile "Ek Parti"lere "savrulurken; rahmetli "Başbuğ"umuz Alparslan TÜRKEŞ; asla "B.B.P./Alperen Teşkilatları"nı "küçümseyici ifadeler" kullanmamıştır..Bakmayınız siz, "internet ortamı"ndaki "zorakî montajlara"?!
Elli milyona yaklaşan "seçmen"lerimiz de, son 9(dokuz) yılda kendilerinde bir "artı değer" var mı?, diye "önce seçmen olarak fert fert kendilerine bakmalı"; şayet "seçmen olarak", son dokuz yılda "durumları"nda "pozitiflik" varsa "tercih"lerini "o yönde"; "negatiflik" varsa; benim tavsiye ve önerim, "MHP" si ile "BBP"si ile "Ülkücü Alperen Kadrolarını Meclis'e" göndermelidir...
Rabbim, 12 Haziran 2011 gecesini, "Türklüğün ve İslamlığın Kal'ası Türkiyemiz" hakkında "en hayırlı neticeyi" versin.(Âmin)
13.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

11 Nisan 2011 Pazartesi

KÜRE-İ ARZ "DEVRİM"DEN GEÇİLMİYOR!!!

KÜRE-İ ARZ "DEVRİM"DEN GEÇİLMİYOR!!!

Son aylarda "fikir hayatğiımız"da, "fikirler camiası"nda yapılan "tartışmalar"da ve yazılan "yazılar"da çokca kullanılmaya başlanılan bir kelime, bir kavram:Devrim...Neredeyse herşey amma herşey "devrimleştirildi" adetâ...
"Arap âlemi"nde son aylarda yaşanan hadiseleri izah etmede bile "düşünce adamları"mız farklı "tanımlamalar" kullanıyorlar. Kimi "büyük Türk tarihçileri", "Arap İhtilâli" derken; kimi "fikir adamları", "Arap İsyanı"; kimileri de "Arap Devrimi" demeye getiriyor,diyor da. Bazı "sosyalist fikir adamları" ise Türkçe'mize biraz daha "yakın" diyebileceğimiz "Arap Başkaldırısı" gibi tarifleri kullanıyorlar..
Bilhassa "Arap âlemi"nde muhtelif sebeplerden yaşanılan vakıaları izah etmede de "yaygın" bir şekilde, belki de "ulu orta" ve hiçbir "ilmî"liği dikkate almadan yapılan "Arap Devrimi" kavramı ise artık "can sıkmaya" başladı..
Hele de yaşanılan "vakıaları" çok farklı kavramlarla izah etme "yaygınlığı" ve "uzlaşma"dan çok uzak "tanımlamalar" dikkatleri çekmeye başladı..
Adetâ tabiri caizse küre-i arz "devrim"den geçilmemeye başlandı!!!
Bu "tartışmaları" fikr-i takip yaptıkca, yıllar önce, 1980'li yıllarda,haftalık "Yeni DÜŞÜNCE" gazetesinde de yayınlanan bir "makale"mi de hatırladım:"İnkılap mı, İhtilâl mi, Devrim mi?"
Ve tabiî 12 Eylül 1980 öncesi duvarları süsleyen sloganlar:" Tek yol devrim!" "Devrim kanla yazılır!"
"Devrim" de "devrim" yani!!!
Peki,"İnkılap", "İhtilâl", "İsyan", "Ayaklanma", "Islahat","Reform","Başkaldırı", "Ayaklanma", "Köklü Değişim", hattâ "sivil itaatsizlik", "pasif direniş" kavramları arasında hiç mi bir farklılık kalmadı?!
"Mefhumlar kargaşası", "kavramlar anarşisi" de diyebileceğimiz böyle bir "farklı tanımlamaları", birilerinin sadece ve sadece "devrim"e endekslemesi de ne derece doğru ki?
Elbetteki "fikir sistemleri"nde, "sistemli düşünme" de yani "ideolojiler" de "kelime" ve "kavramlar" ile "tarif"lerinin çok "derin" anlamları vardır.Bir "Devrimci"nin "Tam Bağımsız Türkiye" demesi ile bir "Ülkücü"nün "İstiklâl-i Tam Bir Türkiye" demesi arasında da çok "derin" farklılıklar var...
Benim "canımı sıkan", çok rahatlıkla ve ulu orta "devrim" kavramının kullanılması ve hattâ "bütün sosyal olayları" izah etmede "tek seçenek" hâline getirilmesidir. Tıpkı "Nizâm-Düzen Hokkabazlığı" başlıklı yazımızda da "vurgulamak" istediğimiz üzere, "düzen" kavramının da "çok yanlış" ve "çok rahat" kullanılmasıdır.Hâlâ "düzen" ile "nizâm" kavramı arasındaki "derin farklılığı" kavrayamayanlara; ne diye öyleyse "ilk siyasî parti"nizin adını "Millî Düzen Partisi" olarak belirlemedinizde, "Millî Nizâm Partisi" olarak belirlediniz? Ne diye hâlâ "Âdil düzen" deyip duruyorsunuz da, bir türlü "Âdil nizâm" diyemiyorsunuz?
Haydi, bu "toplumumuzun " huzurunda, "milyonlara" seslenin bakalım:"Biz nizâma karşıyız!", diye..Bakın o zaman "oy"larınız nasıl düşüyor..Ne diye hâlâ "Fransız Sosyalistleri"nin bilmem kaçınca asırda kullandığı "düzen" kavramını kullanıyorsunuz?..
Artık "efkâr-ı umumiye"de, "fikirler camiası"nda, "inkılap"ları, "ıslahatlar"ı, "ihtilâl"leri vs. hatırlayan kalmadı.. Niye ki? "İnkılap" ve "İhtilâl" "mefhumları"nın sadece "Arapça" olmasından dolayı mı?
Belki de..Baksanıza, "kitap" gibi çıkmaya başlayan aylık "Türk Yurdu" dergisinde bile "uydurukça sözcükler" den geçilmemeye başlandı..
"wikipedia.org"lardaki izahatlar ise "inkılap" ile "ihtilâl" ile "devrim" mefhumları arasında "farklılıklar" olduğunu ortaya koymakta...
"İslâm mütefekkiri" de olan rahmetli "Bediüzzaman Said NURSÎ" ise "Risale-i Nur Külliyatı"nın hiçbir yerinde "devrim" dememiştir...
Sahi, ister "elektronik gelişmişlik" sebebi ile diyelim, isterse "Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi" diyelim, isterse "Arap Halklarının demokrasi talebi" diyelim;bütün yaşanılan "vakıalara" "Arap Devrimi" ne derecede diyebiliriz ki?..
11.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

9 Nisan 2011 Cumartesi

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ"ile BULUŞTURMAK ve "TÜRKİYE ÇOCUK DERGİSİ"

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ" ile "BULUŞTURMAK
ve "TÜRKİYE ÇOCUK" DERGİSİ

"İnternet Teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin bu kadar yaygın olmadığı zaman dilimlerindeki çocukluğumuz daha da bir başka idi. Makaralardan arabalar yapmak, çember çevirmek, plastik kamyonlarla kum taşımak, hatta tekerlekleri demirden üç tekerlekli bisikletler sürmek, çelik-çomak oymnamak, ellerimizin sırtlarının soyulmasına aldırış etmeden pıtık-misket oynamak..Ve tabiî buz üstünde de olsa, babalarımız yakaladıkları topları kesse de, futbol oynamak, çok üstün iddialarla mahalle müsabakaları yapmak.
Çocukluğumuzu doyasıya yaşamak, böyle birşeydi. Mektebe gider-gelirken, yaya yürüdüğümüz iki-üç kilometrelik yolu, birbirimizle şakalaşarak, arkadan ayaklarımıza çelmeler takarak, "çaylak" diyerek takılarak, günümüzde pek kalmayan çokca samimî bir şekilde tamamlamak. Mektep çıkışı ise henüz arabaların o kadar da yaygınlaşmadığı bir zaman diliminde, çeyrek ekmekler içinde koydurduğumuz bazen kışlık, bazen de "kırmızı helvalar"la, büyük bir iştahla yiyerek, yine şen-şakrak, neşe ile evlerimize dönüşümüz.
Henüz "küreselleşme"nin, "globalleşme"nin "değerlerimizi" şimdiki kadar altüst edemediği bir zaman diliminde, henüz "12 Eylül Askerî Darbesi"nin de yapılmadığı bir zaman diliminde, isminde "ticaret", "tüccar"lık, "kapital" asla çağrıştırmayan "Ülkü Ocakları"nın "Çarşamba Seminerleri"ni tıka-basa doldurmak; çokca seviyeli okumalar, tartışmalar ve seminerleri dinlemek, fikren gıdalanmak..Hiçbir riyakârlığın, hiçbir çıkarın insanların aklına bile gelmediği "Ocaklar" da, "Ülkücü Öğretmenler"imiz tarafından "önemsenmek", ancak bu "önemsenme"nin asla "istirmara" sebep olmadan, çok samimî ve sıcakkanlı, karşılıksız bir şekilde olabilmek. Daha o yıllarda, "Ülkücü öğrenci", sınıfında, okulunda, bulunduğu yerde "en birinci" olan ve "parmakla gösterilen"dir düşüncesinin hafızalarımıza yer ettirilmesi..Bizlerin de, öyle kalender "Ülkücü Öğretmenleri"mizi adetâ "rol model", "idol" olarak almamız.
"En çok kitap, dergi, gazete okuyan bir Ülkücü kitle, Ülkücü camia" içinde çocukluğumuzun idame etmesi. Bulunduğumuz yerdeki "Ülkü Ocakları Teşkilatı"nın, "bölge"deki "sivil teşkilatlar" nazarında, en geniş ve en büyük sayıda "kütüphane"ye sahip oluşu..
Ve "12 Eylül Askerî Darbesi"nin, "Ocaklar"ımızı, "kütüphaneleri"mizi "darmadağın" edişi..Ve şahsen bizlerinde, "12 Eylül 1980" tarihi itibariyle, günlük gazete okumaya geçişimiz, rahmetli Kemal ILICAK'ın "Tercüman"ını günü gününe okuyuşumuz. Haftalık "Milliyetçi-Ülkücü Mevkûteler"imizde, "Yeni SÖZCÜ" ve "Yeni HİZMET"i okuyuşumuz..Aylık "Yıllarboyu TARİH" dergilerini, "Millî Eğitim ve Kültür" dergilerini, "TÖRE" dergilerini, "KONEVÎ" dergilerini,"Birliğe ÇAĞRI" derglerini, "Doğuş EDEBİYAT" dergilerini, yaşadığımız zaman diliminde çokca yayınlanan "dergilerimizi" alıp, okuyuşumuz..
İşte "Çocuk Dergileri" ile de tanışmam, böyle bir "vetire"de meydana geldi. Rahmetli Ahmet KABAKLI Hoca'nın, rahmetli Ergun GÖZE'nin, şimdilerde başka gazetelerde yazmaya devam eden Nazlı ILICAK'ların, Rauf TAMER'lerin, Yavuz DONAT'ların yazdığı "Tercüman"ın çıkardığı "Tercüman Çocuk" dergisini bayiden alıp okuyuşumuz. Tommisk, Teksas,Zagor, Tarkan, Kara Murat gibi "çizgi romanları" büyük bir heyecan ve aşk ile okuyuşumuz,içinde "çizgi romanlar"ın da oluşu, derslerimizle ilgili mevzûların da yer alışı, "Tercüman Çocuk" dergisine, çocuk yaşta olmamız hasebiyle, hatta "ergenlik" ve "gençlik" dönemimizde bile, hattâ 50'ye yaklaşan yaşımıza rağmen bile hâlâ o sıcaklığımız devam ediyor..
Sadece "Tercüman Çocuk" değil, "Milliyet Çocuk" gibi yaşadığımız zaman dilimindeki "Çocuk Dergileri"ne olan ilgimiz, yakınlığımız...
21. YÜZYILIN ÇOCUKLARI
Bizler, tabiîki "20.Asrın Çocukları" idik. Şimdilerin "21. Yüzyılın Çocukları" gibi çokca "teknolojik imkânlar" içinde doğmadık, çokca "sanal imkânlar"la büyümedik.Ancak "çokca doğal"lıklar içinde doğduk, büyüdük, yetiştik..Bizim zamanımızda o kadar da "plastik çiçekler" yaygın değildi.Şimdilerde "internet teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin sağladığı "müthiş imkânlar"la, neredeyse "pıtırak" gibi "Çocuk Dergileri" çıkıyor. "Bedava" bir şekilde okuyabilmek, faydalanabilmek, istifade edebilmek, "bir tık kadar" yakın.Gel gör ki, "keretalar"ın aklına bile gelmiyor "Çocuk Dergileri..." Kendi çocuklarımız da dahil, işleri-güçleri "internet"te "oyun oynamak", "play staion" denilen, "futbol müsabakaları" oynamak veya "silâhlı, kanlı oyunlar" oynamak. Hem de "bıkmamacasına..." Hem de saatlerce..."Keretalar"ın aklına "derslerimle ilgili ne şekilde faydalanırım" bile gelmiyor."Varsa yoksa oyun" derler ya, aynen öyle...
"Yavrum, çocuğum bak işte sizin seviyenize göre 'Çocuk Dergileri" var. Bu 'Çocuk Dergileri"nde hikâyeler, masallar, bilmeceler, çizgi-romanlar, derslerinizle ilgili bilgiler de var."Bir tık kadar" yakın olan bu "Çocuk Dergileri"nin de "web site adresleri"ni de "tıkla", "oku", yeni bilgiler "öğren", "üye" ol, çalışmalarını gönder, irtibatlı ol.."
"Sen söyle, sen işit!" derler ya, "keretalar" hiç "tın"mıyor"lar bile!
Günümüzde bazı gazetelerin ilâve olarak da verdiği "Çocuk Dergileri"ni alır, önlerine korsun fakat takip etmezsen, ilgilenmezsen, ne okurlar, ne de merakla dönüp şöyle bir bakarlar!
Burada yazamadığım fakat belki sizlerin de fiilen yaşadığı hâllerdir belkide...
Biraz da "mesleğimiz" icabı da olsa gerek, yine de "pes etmiyoruz" elbette. Okullarımıza ders olarak da konulan "Serbest Etkinlik"lerde, "Çocuk Dergileri"ni de hatırlamamak, bizim gibi yetişmiş-büyümüşlere de pek yakışmıyor..Geçenlerde, böyle bir "etkinlik"te, öğrencilerime "Türkiye Çocuk Dergisi"nin, bir ay önceki sayılarından temin ettim. "Allah(c.c.) razı olsun", "İhlas" ve "Türkiye Gazetesi" çalışanları ve sorumluları "karşılıksız" yardımda bulundular. Elbette çocuklar, önlerinde daha ambalajı bile açılmamış "Türkiye Çocuk Dergileri"ni görünce, "farklı bir faaliyet" olmasının da getirdiği bir duygu ile çok da sevindiler, memnun kaldılar ve ben de bütün yorgunluğumu unuttum tabiî..Hani derler ya, "karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak!" "Çokca şikayetler" yapacağımıza, "ben bu mevzûda ne yapabilirim?", diye düşünerek, karınca-kararınca "bir şeyler" yapmak yani!!!
Aradan ne kadar hafta geçti bilmiyorum, ders esnasında, "okul idaresi"nce, masamın üstüne,"TÜBİTAK"ın, Kasım 2010 tarihli "Bilim Çocuk Dergileri"ni görünce, "Çocuklar gibi sevindim", diyebilirim."Bilim Çocuk Dergileri"nin içindeki çok sayıdaki "eğitici ekler", beni daha da memnun etti. İşin doğrusu, her zaman "Beşiktaş Spor Dergileri"ni almaktan da "gına" gelmişti!
"İşte bu!", dedim. "İşte bu kadar basit!", dedim. Hele de mesleğimi fiilen yerine getirdiğim "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki "okullara" da, keşke "her ay" böyle "koliler" hâlinde, eski sayılardan da olsa, yığın yığın gönderebilseler..Hâlen Türkiyemizde, çok sayıda çıkan, aylık periyotlarla yayınlanan "Çocuk Dergileri" mevcut..Ne olurdu da, bilhassa "Eğitimde Sondan Başarılar" sergileyen "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki okullara, hem de öncelikli olarak "merkez-köy" ayırımı yapmadan, ellerinde kalan bütün "Çocuk Dergileri"ni, okullarımıza gönderebilseler?!
"Çocukları, 'Çocuk Dergileri' ile Buluşturmak" namına da çokca faydalı olabilecek böyle bir "teşebbüs", inanın çocuklarımıza "para" ve "oyuncak " dağıtmaktan da daha "kalıcı", daha "eğitici", daha "uzun vadeli", daha "faydalı" olacaktır, diye düşünüyorum..
Anneler, babalar, öğretmenler, bütün "yetkililer" ve "etkililer", bu mevzûda ellerinden geleni yapsalar, ülkemizin, bilhassa da "eğitim başarısı"nda "son sıralar"da olan "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"in okullarında okuyan "çocuklarımıza" da sahiden "iyilik" yapmış olacaklar!!!
Çocuklarımızı, "çocuklar gibi şenlendiren"lere ne mutlu!!!
09.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ"ile BULUŞTURMAK ve "TÜRKİYE ÇOCUK DERGİSİ"

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ" ile "BULUŞTURMAK
ve "TÜRKİYE ÇOCUK" DERGİSİ

"İnternet Teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin bu kadar yaygın olmadığı zaman dilimlerindeki çocukluğumuz daha da bir başka idi. Makaralardan arabalar yapmak, çember çevirmek, plastik kamyonlarla kum taşımak, hatta tekerlekleri demirden üç tekerlekli bisikletler sürmek, çelik-çomak oymnamak, ellerimizin sırtlarının soyulmasına aldırış etmeden pıtık-misket oynamak..Ve tabiî buz üstünde de olsa, babalarımız yakaladıkları topları kesse de, futbol oynamak, çok üstün iddialarla mahalle müsabakaları yapmak.
Çocukluğumuzu doyasıya yaşamak, böyle birşeydi. Mektebe gider-gelirken, yaya yürüdüğümüz iki-üç kilometrelik yolu, birbirimizle şakalaşarak, arkadan ayaklarımıza çelmeler takarak, "çaylak" diyerek takılarak, günümüzde pek kalmayan çokca samimî bir şekilde tamamlamak. Mektep çıkışı ise henüz arabaların o kadar da yaygınlaşmadığı bir zaman diliminde, çeyrek ekmekler içinde koydurduğumuz bazen kışlık, bazen de "kırmızı helvalar"la, büyük bir iştahla yiyerek, yine şen-şakrak, neşe ile evlerimize dönüşümüz.
Henüz "küreselleşme"nin, "globalleşme"nin "değerlerimizi" şimdiki kadar altüst edemediği bir zaman diliminde, henüz "12 Eylül Askerî Darbesi"nin de yapılmadığı bir zaman diliminde, isminde "ticaret", "tüccar"lık, "kapital" asla çağrıştırmayan "Ülkü Ocakları"nın "Çarşamba Seminerleri"ni tıka-basa doldurmak; çokca seviyeli okumalar, tartışmalar ve seminerleri dinlemek, fikren gıdalanmak..Hiçbir riyakârlığın, hiçbir çıkarın insanların aklına bile gelmediği "Ocaklar" da, "Ülkücü Öğretmenler"imiz tarafından "önemsenmek", ancak bu "önemsenme"nin asla "istirmara" sebep olmadan, çok samimî ve sıcakkanlı, karşılıksız bir şekilde olabilmek. Daha o yıllarda, "Ülkücü öğrenci", sınıfında, okulunda, bulunduğu yerde "en birinci" olan ve "parmakla gösterilen"dir düşüncesinin hafızalarımıza yer ettirilmesi..Bizlerin de, öyle kalender "Ülkücü Öğretmenleri"mizi adetâ "rol model", "idol" olarak almamız.
"En çok kitap, dergi, gazete okuyan bir Ülkücü kitle, Ülkücü camia" içinde çocukluğumuzun idame etmesi. Bulunduğumuz yerdeki "Ülkü Ocakları Teşkilatı"nın, "bölge"deki "sivil teşkilatlar" nazarında, en geniş ve en büyük sayıda "kütüphane"ye sahip oluşu..
Ve "12 Eylül Askerî Darbesi"nin, "Ocaklar"ımızı, "kütüphaneleri"mizi "darmadağın" edişi..Ve şahsen bizlerinde, "12 Eylül 1980" tarihi itibariyle, günlük gazete okumaya geçişimiz, rahmetli Kemal ILICAK'ın "Tercüman"ını günü gününe okuyuşumuz. Haftalık "Milliyetçi-Ülkücü Mevkûteler"imizde, "Yeni SÖZCÜ" ve "Yeni HİZMET"i okuyuşumuz..Aylık "Yıllarboyu TARİH" dergilerini, "Millî Eğitim ve Kültür" dergilerini, "TÖRE" dergilerini, "KONEVÎ" dergilerini,"Birliğe ÇAĞRI" derglerini, "Doğuş EDEBİYAT" dergilerini, yaşadığımız zaman diliminde çokca yayınlanan "dergilerimizi" alıp, okuyuşumuz..
İşte "Çocuk Dergileri" ile de tanışmam, böyle bir "vetire"de meydana geldi. Rahmetli Ahmet KABAKLI Hoca'nın, rahmetli Ergun GÖZE'nin, şimdilerde başka gazetelerde yazmaya devam eden Nazlı ILICAK'ların, Rauf TAMER'lerin, Yavuz DONAT'ların yazdığı "Tercüman"ın çıkardığı "Tercüman Çocuk" dergisini bayiden alıp okuyuşumuz. Tommisk, Teksas,Zagor, Tarkan, Kara Murat gibi "çizgi romanları" büyük bir heyecan ve aşk ile okuyuşumuz,içinde "çizgi romanlar"ın da oluşu, derslerimizle ilgili mevzûların da yer alışı, "Tercüman Çocuk" dergisine, çocuk yaşta olmamız hasebiyle, hatta "ergenlik" ve "gençlik" dönemimizde bile, hattâ 50'ye yaklaşan yaşımıza rağmen bile hâlâ o sıcaklığımız devam ediyor..
Sadece "Tercüman Çocuk" değil, "Milliyet Çocuk" gibi yaşadığımız zaman dilimindeki "Çocuk Dergileri"ne olan ilgimiz, yakınlığımız...
21. YÜZYILIN ÇOCUKLARI
Bizler, tabiîki "20.Asrın Çocukları" idik. Şimdilerin "21. Yüzyılın Çocukları" gibi çokca "teknolojik imkânlar" içinde doğmadık, çokca "sanal imkânlar"la büyümedik.Ancak "çokca doğal"lıklar içinde doğduk, büyüdük, yetiştik..Bizim zamanımızda o kadar da "plastik çiçekler" yaygın değildi.Şimdilerde "internet teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin sağladığı "müthiş imkânlar"la, neredeyse "pıtırak" gibi "Çocuk Dergileri" çıkıyor. "Bedava" bir şekilde okuyabilmek, faydalanabilmek, istifade edebilmek, "bir tık kadar" yakın.Gel gör ki, "keretalar"ın aklına bile gelmiyor "Çocuk Dergileri..." Kendi çocuklarımız da dahil, işleri-güçleri "internet"te "oyun oynamak", "play staion" denilen, "futbol müsabakaları" oynamak veya "silâhlı, kanlı oyunlar" oynamak. Hem de "bıkmamacasına..." Hem de saatlerce..."Keretalar"ın aklına "derslerimle ilgili ne şekilde faydalanırım" bile gelmiyor."Varsa yoksa oyun" derler ya, aynen öyle...
"Yavrum, çocuğum bak işte sizin seviyenize göre 'Çocuk Dergileri" var. Bu 'Çocuk Dergileri"nde hikâyeler, masallar, bilmeceler, çizgi-romanlar, derslerinizle ilgili bilgiler de var."Bir tık kadar" yakın olan bu "Çocuk Dergileri"nin de "web site adresleri"ni de "tıkla", "oku", yeni bilgiler "öğren", "üye" ol, çalışmalarını gönder, irtibatlı ol.."
"Sen söyle, sen işit!" derler ya, "keretalar" hiç "tın"mıyor"lar bile!
Günümüzde bazı gazetelerin ilâve olarak da verdiği "Çocuk Dergileri"ni alır, önlerine korsun fakat takip etmezsen, ilgilenmezsen, ne okurlar, ne de merakla dönüp şöyle bir bakarlar!
Burada yazamadığım fakat belki sizlerin de fiilen yaşadığı hâllerdir belkide...
Biraz da "mesleğimiz" icabı da olsa gerek, yine de "pes etmiyoruz" elbette. Okullarımıza ders olarak da konulan "Serbest Etkinlik"lerde, "Çocuk Dergileri"ni de hatırlamamak, bizim gibi yetişmiş-büyümüşlere de pek yakışmıyor..Geçenlerde, böyle bir "etkinlik"te, öğrencilerime "Türkiye Çocuk Dergisi"nin, bir ay önceki sayılarından temin ettim. "Allah(c.c.) razı olsun", "İhlas" ve "Türkiye Gazetesi" çalışanları ve sorumluları "karşılıksız" yardımda bulundular. Elbette çocuklar, önlerinde daha ambalajı bile açılmamış "Türkiye Çocuk Dergileri"ni görünce, "farklı bir faaliyet" olmasının da getirdiği bir duygu ile çok da sevindiler, memnun kaldılar ve ben de bütün yorgunluğumu unuttum tabiî..Hani derler ya, "karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak!" "Çokca şikayetler" yapacağımıza, "ben bu mevzûda ne yapabilirim?", diye düşünerek, karınca-kararınca "bir şeyler" yapmak yani!!!
Aradan ne kadar hafta geçti bilmiyorum, ders esnasında, "okul idaresi"nce, masamın üstüne,"TÜBİTAK"ın, Kasım 2010 tarihli "Bilim Çocuk Dergileri"ni görünce, "Çocuklar gibi sevindim", diyebilirim."Bilim Çocuk Dergileri"nin içindeki çok sayıdaki "eğitici ekler", beni daha da memnun etti. İşin doğrusu, her zaman "Beşiktaş Spor Dergileri"ni almaktan da "gına" gelmişti!
"İşte bu!", dedim. "İşte bu kadar basit!", dedim. Hele de mesleğimi fiilen yerine getirdiğim "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki "okullara" da, keşke "her ay" böyle "koliler" hâlinde, eski sayılardan da olsa, yığın yığın gönderebilseler..Hâlen Türkiyemizde, çok sayıda çıkan, aylık periyotlarla yayınlanan "Çocuk Dergileri" mevcut..Ne olurdu da, bilhassa "Eğitimde Sondan Başarılar" sergileyen "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki okullara, hem de öncelikli olarak "merkez-köy" ayırımı yapmadan, ellerinde kalan bütün "Çocuk Dergileri"ni, okullarımıza gönderebilseler?!
"Çocukları, 'Çocuk Dergileri' ile Buluşturmak" namına da çokca faydalı olabilecek böyle bir "teşebbüs", inanın çocuklarımıza "para" ve "oyuncak " dağıtmaktan da daha "kalıcı", daha "eğitici", daha "uzun vadeli", daha "faydalı" olacaktır, diye düşünüyorum..
Anneler, babalar, öğretmenler, bütün "yetkililer" ve "etkililer", bu mevzûda ellerinden geleni yapsalar, ülkemizin, bilhassa da "eğitim başarısı"nda "son sıralar"da olan "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"in okullarında okuyan "çocuklarımıza" da sahiden "iyilik" yapmış olacaklar!!!
Çocuklarımızı, "çocuklar gibi şenlendiren"lere ne mutlu!!!
09.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ"ile BULUŞTURMAK ve "TÜRKİYE ÇOCUK DERGİSİ"

ÇOCUKLARIMIZI "ÇOCUK DERGİLERİ" ile "BULUŞTURMAK
ve "TÜRKİYE ÇOCUK" DERGİSİ

"İnternet Teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin bu kadar yaygın olmadığı zaman dilimlerindeki çocukluğumuz daha da bir başka idi. Makaralardan arabalar yapmak, çember çevirmek, plastik kamyonlarla kum taşımak, hatta tekerlekleri demirden üç tekerlekli bisikletler sürmek, çelik-çomak oymnamak, ellerimizin sırtlarının soyulmasına aldırış etmeden pıtık-misket oynamak..Ve tabiî buz üstünde de olsa, babalarımız yakaladıkları topları kesse de, futbol oynamak, çok üstün iddialarla mahalle müsabakaları yapmak.
Çocukluğumuzu doyasıya yaşamak, böyle birşeydi. Mektebe gider-gelirken, yaya yürüdüğümüz iki-üç kilometrelik yolu, birbirimizle şakalaşarak, arkadan ayaklarımıza çelmeler takarak, "çaylak" diyerek takılarak, günümüzde pek kalmayan çokca samimî bir şekilde tamamlamak. Mektep çıkışı ise henüz arabaların o kadar da yaygınlaşmadığı bir zaman diliminde, çeyrek ekmekler içinde koydurduğumuz bazen kışlık, bazen de "kırmızı helvalar"la, büyük bir iştahla yiyerek, yine şen-şakrak, neşe ile evlerimize dönüşümüz.
Henüz "küreselleşme"nin, "globalleşme"nin "değerlerimizi" şimdiki kadar altüst edemediği bir zaman diliminde, henüz "12 Eylül Askerî Darbesi"nin de yapılmadığı bir zaman diliminde, isminde "ticaret", "tüccar"lık, "kapital" asla çağrıştırmayan "Ülkü Ocakları"nın "Çarşamba Seminerleri"ni tıka-basa doldurmak; çokca seviyeli okumalar, tartışmalar ve seminerleri dinlemek, fikren gıdalanmak..Hiçbir riyakârlığın, hiçbir çıkarın insanların aklına bile gelmediği "Ocaklar" da, "Ülkücü Öğretmenler"imiz tarafından "önemsenmek", ancak bu "önemsenme"nin asla "istirmara" sebep olmadan, çok samimî ve sıcakkanlı, karşılıksız bir şekilde olabilmek. Daha o yıllarda, "Ülkücü öğrenci", sınıfında, okulunda, bulunduğu yerde "en birinci" olan ve "parmakla gösterilen"dir düşüncesinin hafızalarımıza yer ettirilmesi..Bizlerin de, öyle kalender "Ülkücü Öğretmenleri"mizi adetâ "rol model", "idol" olarak almamız.
"En çok kitap, dergi, gazete okuyan bir Ülkücü kitle, Ülkücü camia" içinde çocukluğumuzun idame etmesi. Bulunduğumuz yerdeki "Ülkü Ocakları Teşkilatı"nın, "bölge"deki "sivil teşkilatlar" nazarında, en geniş ve en büyük sayıda "kütüphane"ye sahip oluşu..
Ve "12 Eylül Askerî Darbesi"nin, "Ocaklar"ımızı, "kütüphaneleri"mizi "darmadağın" edişi..Ve şahsen bizlerinde, "12 Eylül 1980" tarihi itibariyle, günlük gazete okumaya geçişimiz, rahmetli Kemal ILICAK'ın "Tercüman"ını günü gününe okuyuşumuz. Haftalık "Milliyetçi-Ülkücü Mevkûteler"imizde, "Yeni SÖZCÜ" ve "Yeni HİZMET"i okuyuşumuz..Aylık "Yıllarboyu TARİH" dergilerini, "Millî Eğitim ve Kültür" dergilerini, "TÖRE" dergilerini, "KONEVÎ" dergilerini,"Birliğe ÇAĞRI" derglerini, "Doğuş EDEBİYAT" dergilerini, yaşadığımız zaman diliminde çokca yayınlanan "dergilerimizi" alıp, okuyuşumuz..
İşte "Çocuk Dergileri" ile de tanışmam, böyle bir "vetire"de meydana geldi. Rahmetli Ahmet KABAKLI Hoca'nın, rahmetli Ergun GÖZE'nin, şimdilerde başka gazetelerde yazmaya devam eden Nazlı ILICAK'ların, Rauf TAMER'lerin, Yavuz DONAT'ların yazdığı "Tercüman"ın çıkardığı "Tercüman Çocuk" dergisini bayiden alıp okuyuşumuz. Tommisk, Teksas,Zagor, Tarkan, Kara Murat gibi "çizgi romanları" büyük bir heyecan ve aşk ile okuyuşumuz,içinde "çizgi romanlar"ın da oluşu, derslerimizle ilgili mevzûların da yer alışı, "Tercüman Çocuk" dergisine, çocuk yaşta olmamız hasebiyle, hatta "ergenlik" ve "gençlik" dönemimizde bile, hattâ 50'ye yaklaşan yaşımıza rağmen bile hâlâ o sıcaklığımız devam ediyor..
Sadece "Tercüman Çocuk" değil, "Milliyet Çocuk" gibi yaşadığımız zaman dilimindeki "Çocuk Dergileri"ne olan ilgimiz, yakınlığımız...
21. YÜZYILIN ÇOCUKLARI
Bizler, tabiîki "20.Asrın Çocukları" idik. Şimdilerin "21. Yüzyılın Çocukları" gibi çokca "teknolojik imkânlar" içinde doğmadık, çokca "sanal imkânlar"la büyümedik.Ancak "çokca doğal"lıklar içinde doğduk, büyüdük, yetiştik..Bizim zamanımızda o kadar da "plastik çiçekler" yaygın değildi.Şimdilerde "internet teknolojisi"nin, "iletişim teknolojisi"nin sağladığı "müthiş imkânlar"la, neredeyse "pıtırak" gibi "Çocuk Dergileri" çıkıyor. "Bedava" bir şekilde okuyabilmek, faydalanabilmek, istifade edebilmek, "bir tık kadar" yakın.Gel gör ki, "keretalar"ın aklına bile gelmiyor "Çocuk Dergileri..." Kendi çocuklarımız da dahil, işleri-güçleri "internet"te "oyun oynamak", "play staion" denilen, "futbol müsabakaları" oynamak veya "silâhlı, kanlı oyunlar" oynamak. Hem de "bıkmamacasına..." Hem de saatlerce..."Keretalar"ın aklına "derslerimle ilgili ne şekilde faydalanırım" bile gelmiyor."Varsa yoksa oyun" derler ya, aynen öyle...
"Yavrum, çocuğum bak işte sizin seviyenize göre 'Çocuk Dergileri" var. Bu 'Çocuk Dergileri"nde hikâyeler, masallar, bilmeceler, çizgi-romanlar, derslerinizle ilgili bilgiler de var."Bir tık kadar" yakın olan bu "Çocuk Dergileri"nin de "web site adresleri"ni de "tıkla", "oku", yeni bilgiler "öğren", "üye" ol, çalışmalarını gönder, irtibatlı ol.."
"Sen söyle, sen işit!" derler ya, "keretalar" hiç "tın"mıyor"lar bile!
Günümüzde bazı gazetelerin ilâve olarak da verdiği "Çocuk Dergileri"ni alır, önlerine korsun fakat takip etmezsen, ilgilenmezsen, ne okurlar, ne de merakla dönüp şöyle bir bakarlar!
Burada yazamadığım fakat belki sizlerin de fiilen yaşadığı hâllerdir belkide...
Biraz da "mesleğimiz" icabı da olsa gerek, yine de "pes etmiyoruz" elbette. Okullarımıza ders olarak da konulan "Serbest Etkinlik"lerde, "Çocuk Dergileri"ni de hatırlamamak, bizim gibi yetişmiş-büyümüşlere de pek yakışmıyor..Geçenlerde, böyle bir "etkinlik"te, öğrencilerime "Türkiye Çocuk Dergisi"nin, bir ay önceki sayılarından temin ettim. "Allah(c.c.) razı olsun", "İhlas" ve "Türkiye Gazetesi" çalışanları ve sorumluları "karşılıksız" yardımda bulundular. Elbette çocuklar, önlerinde daha ambalajı bile açılmamış "Türkiye Çocuk Dergileri"ni görünce, "farklı bir faaliyet" olmasının da getirdiği bir duygu ile çok da sevindiler, memnun kaldılar ve ben de bütün yorgunluğumu unuttum tabiî..Hani derler ya, "karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak!" "Çokca şikayetler" yapacağımıza, "ben bu mevzûda ne yapabilirim?", diye düşünerek, karınca-kararınca "bir şeyler" yapmak yani!!!
Aradan ne kadar hafta geçti bilmiyorum, ders esnasında, "okul idaresi"nce, masamın üstüne,"TÜBİTAK"ın, Kasım 2010 tarihli "Bilim Çocuk Dergileri"ni görünce, "Çocuklar gibi sevindim", diyebilirim."Bilim Çocuk Dergileri"nin içindeki çok sayıdaki "eğitici ekler", beni daha da memnun etti. İşin doğrusu, her zaman "Beşiktaş Spor Dergileri"ni almaktan da "gına" gelmişti!
"İşte bu!", dedim. "İşte bu kadar basit!", dedim. Hele de mesleğimi fiilen yerine getirdiğim "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki "okullara" da, keşke "her ay" böyle "koliler" hâlinde, eski sayılardan da olsa, yığın yığın gönderebilseler..Hâlen Türkiyemizde, çok sayıda çıkan, aylık periyotlarla yayınlanan "Çocuk Dergileri" mevcut..Ne olurdu da, bilhassa "Eğitimde Sondan Başarılar" sergileyen "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"deki okullara, hem de öncelikli olarak "merkez-köy" ayırımı yapmadan, ellerinde kalan bütün "Çocuk Dergileri"ni, okullarımıza gönderebilseler?!
"Çocukları, 'Çocuk Dergileri' ile Buluşturmak" namına da çokca faydalı olabilecek böyle bir "teşebbüs", inanın çocuklarımıza "para" ve "oyuncak " dağıtmaktan da daha "kalıcı", daha "eğitici", daha "uzun vadeli", daha "faydalı" olacaktır, diye düşünüyorum..
Anneler, babalar, öğretmenler, bütün "yetkililer" ve "etkililer", bu mevzûda ellerinden geleni yapsalar, ülkemizin, bilhassa da "eğitim başarısı"nda "son sıralar"da olan "Güney-Doğu Anadolu Bölgemiz"in okullarında okuyan "çocuklarımıza" da sahiden "iyilik" yapmış olacaklar!!!
Çocuklarımızı, "çocuklar gibi şenlendiren"lere ne mutlu!!!
09.Nisan.2011
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com