Powered By Blogger

10 Kasım 2010 Çarşamba

“TOROS YÜZLÜ ADAM” RAHMETLİ OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ’NİN BİRİNCİ RADYO KONUŞMASI, 27. VEFAT YILDÖNÜMÜNDE DE YAYINLANMADI!!!


“TOROS YÜZLÜ ADAM” RAHMETLİ OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ’NİN

BİRİNCİ RADYO KONUŞMASI,

27. VEFAT YILDÖNÜMÜNDE DE YAYINLANMADI!!!

“Milliyetçi-Ülkücü Mütefekkir” Agah Oktay GÜNERİ’nin ifadesi ile “1983 10 Kasım’ında vefâtı ile hayatının en büyük esprisini yapan” rahmet Osman Yüksel SERDENGEÇTİ, nam-ı diğer SERDENGEÇTİ’nin 27. Vefât yıldönümünde de “İlk Radyo Konuşması”, “Birinci Radyo Konuşması” yayınlanmadı, yayınlanamadı, neden?

Son 27 yılda Türkiye’mizde hiç mi “Sağ İktidar”lar “İktidar” olmadı? Hiç mi “tek başına sağ iktidar”lar “iktidar”a gelmedi de, rahmetli SERDENGEÇTİ’nin “siyasî radyo konuşmaları”ndan olan “İlk Radyo Konuşması” yayınlanamıyor? Bu zamana kadar, yani son 27 yılda TRT’ye hiç mi “Sağ İktidar Tandanslı Kadrolar” uğramadı?

SERDENGEÇTİ: Türkiye’mizin ilk kravat düşmanı milletvekili… Kravatını uçkuruna takacak kadar “deli dolu” bir adam.

SERDENGEÇTİ: “Dönekliğin”, “fırıldaklığın” daha “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin “girişi”nde başladığını deklare eden ilk milletvekili…

SERDENGEÇTİ: “Ne çekti isem hep İsmet’lerden çektim” diyen ve “Biri hürriyetimi, diğeri de(eşi) zürriyetimi aldı” diyen adam…

SERDENGEÇTİ: Rahmetli “Şairler Sultanı” Necip Fazıl KISAKÜREK’in vefâtı akabinde, herkesin “Bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz” lakırdılarını yaptığı bir zamanda, “Necip Fazıl KISAKÜREK, boşluk bırakmadı ki doldurulsun. O, herşeyi doldurdu, kafaları doldurdu, gitti” diyen ve birkaç ay sonra da kendisi “giden” adam…

SERDENGEÇTİ: “12 Eylül Cuntacılar”ının Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin üzerinden de bir “buldozer” gibi geçtiği, Milliyetçi-Ülkücü teşkilatların darmadağınık edildiği, Milliyetçi-Ülkücü Türk gençliğinin “teşkilatsız”, “yayınsız” kaldığı bir zamanda çıkan “Yeni DÜŞÜNCE” için; “Yeni’si ufak, DÜŞÜNCE’si büyük” diyebilen adam…

Bizlerin de, 1980’li yıllarda, İstanbul’da, “Türk Edebiyatı Vakfı”nın, kendisi küçük, yürekleri mangal gibi geniş bir “Yeşilay Binası”ndaki, “Çarşamba Sohbetleri”nde, elinde asası, bastonu ile hafiften “titrer” bir vaziyette, rahmetli KABAKLI HOCA’mızla “yanyana” gördüğümüz günler….

Daima “dik duran”, “omurgalı duruşlar” sergileyen ve bunun da “bedel”ini yaşadığı “çileleri” ile ispatlamış adam: SERDENGEÇTİ…

“Küreselleşme”nin “bütün yumurtaların cılkını çıkardığı”, hele de son sekiz yıldır da, “cılkı çıkan yumurtalar”ın sayısının bir hayli ziyadeleştiği, arttığı; gençliğimize “cenabet kişilikler”in bir “örnek”, bir “model şahsiyet” olarak “sunulduğu”; halbuki “küreselleşme”ye, “dünyevileşme”ye, hatta “siyasallaşma”ya rağmen; gençlerimize “model şahsiyet” olarak sunulabilecek, nev’i şahsına münhasır, “dünyaya eyvallahı olmayan”, yine rahmetli Hüseyin Nihal ATSIZ’ın tabiri ile “dünya denilen mezellete dalmayan”, “bir güzel ülkünün”, “bir güzel mefkûre”nin “zirveleri”nde dolaşan anti-kapitalist, anti-materyalist bir “güzel adam”lardan biri SERDENGEÇTİ…

“Radyo Konuşmaları”, onun kurduğu “Serdengeçti Yayınevi”nin neşrettiği bir “kitapçık…”Milliyetçi Hareket Partisi(M.H.P.)’den Milletvekili adayı olduğu yıllarda, TRT Radyosu’nda yaptığı “siyasî konuşmaları…” Benim kanaatim o ki, kimse rahmetli SERDENGEÇTİ kadar “şok edici”, çarpıcı cümlelerle, “Kemalistlerin sığınağı”, şimdilerde de “Dersim’li 2. Kemal’in Devrimcilerinin çağrıldığı” Cumhuriyet Halk Partisi(C.H.P.)’ni, onun kadar güzel izah edemez, diye düşünüyorum…İsterseniz, bir yerlerden temin edin “Radyo Konuşmaları” kitapçığını ve okuyun….

Ancak bahsettiğimiz o “Radyo Konuşmaları”, TRT Radyo’sunda yaptığı siyasî konuşmalarının “ilk”i ile “birincisi” ile başlamıyor… Anladığım kadarı ile “ilk radyo konuşması” nda, daha da “vurucu” bir şekilde “CHP” eleştirisi ve “CHP’ye bakışlar” var…Belki de bu sebepten olsa gerek, bu yılda, 10 Kasım 2010’da da, “yeni bir şeyler söylemek gerek” prensibi ile de olsa hâlâ “İlk Radyo Konuşmaları” yayınlanamadı…Ne “ses”i ile ne de “yazılı” bir şekilde…

ÖZGÜREL, TRT’de “PORTRELER” programı ile belki de TRT tarihinde “ilk defa” “Milliyetçi-Mukaddesatçı Dâvâ Adamları”ndan bazılarını “ekrana” yansıttı amma hani rahmetli SERDENGEÇTİ???

Bunu da “geçtik”, “teknoloji”nin o kadar çok geliştiği bir zamanda, ne diye “İlk Radyo Konuşması” yayınlanmaz ki? Yukarıdaki suâlimizi tekrar edelim: Son 27 yılda, Türkiyemizde hiç mi “Tek Başına Sağ İktidar”lar “İktidar” olmadı?

“Bu işin aslı nedir beyim?!!!” Kim “ambargo” koyuyor ki!?

“Küreselleşme” mi? “Dünyevîleşme” mi? “Siyasallaşma” mı? “Dünya denilen mezellete dalmalar” mı?

Artık yeter!

Bu vefat yıldönümünde de içimde biriktirdiğim “bu ukde” çözüme kavuşturulamadı…

“Kör şeytan diyor ki;”, “milisleş”, gir “TRT ARŞİVİ”ne, bul, çıkar, yayınla…

“AK MASON”lar, “AK SOLCU”lar engellemezse elbette!!!

10. Kasım.2010

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

7 Kasım 2010 Pazar

ÇILDIRAN MİLLİYETÇİ!!!


ÇILDIRAN MİLLİYETÇİ!!!

Tarihî gelişimimiz içerisinde Türk’ün farklı farklı kültür çevreleri ile temas hâlinde olduğunu fark ederiz. Bu fark ediş, aslında Türk’ün kendi kültürü ile temas ettiği kültür çevreleri arasındaki, karşılıklı tesirleşmenin şuuruna varabilmek demektir. Millî tarihimize “bütüncül” bir bakış açısıyla bakamadığımız zaman, bu tesirleşmenin mevcudiyetini bile görebilmemiz, böyle bir tesirleşmeyi düşünebilmemiz ve bu husustan bahsedebilmemiz mümkün değildir. Bu sebepledir ki, “Nasıl Türk Vatanı, Türk Devleti, Türk Milleti bir bütün ise, Türk Tarihi de bir bütündür” şeklindeki zihniyete sahip olabilenler ancak bu tip bir tesirleşmenin şuuruna varabilirler. Türk, temas ve karşılıklı tesirleşme halinde olduğu kültür çevrelerine göre, yeni terkiblere, hüviyetlere kavuşarak, daimâ dinamik ve hareketli halde olabilmiştir. Bu yeni terkib ve hüviyetleri, tarihteki “değişme” ve “gelişme”yi, yâni “değişerek kendimiz kalma” hususlarını dikkate aldığımızda, “ideal insan tip”lerimizde, daha müşahhas olarak görebiliriz. Alp’lik, Eren’lik ve Muasır’lık, yâni “Türk-Müslüman-Muasır” şeklindeki “ideal insan tip”imizdeki yeni terkib ve hüviyetler âşikardır. Ziya Gökalp’in seneler önce “Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak” düsturunu ileri sürdüğü düşünülürse, yapmış olduğumuz yeni terkib ve hüviyet tespitlerinin o kadar da “yeni” olmadığını ifâde edebiliriz. Ne yazık ki, Türk Milleti’nin amansız düşmanları, “Türk-Müslüman-Muasır” terkibinin bütünleşmesine ve neticede Türk-İslâm Medeniyeti’nin yeniden diriliş hamlesine mâni olabilmek için, sistemli ve plânlı bir şekilde, “Türk’ün” “Müslümanlık”la; “Müslümanlığın” “Muasırlık”la tezat teşkil ettiklerinin propagandasını yapmakta ve başarı da sağlayabilmektedirler. Sanki bir insan hem “Türk”, hem “Müslüman” ve hem de “Muasır” olamaz, bu üç hususiyet, bir tek şahsiyette bütünleşemezmiş gibi, Türk-İslâm düşmanı şer kuvvetlerin propagandalarının tesirinde kalanlar, “sadece Türk’üm” veya “sadece Müslüman’ım” veya “sadece Muasır’ım” zihniyetine sahip olarak; orijinal ve ideal bir şahsiyet yerine, düşmanın istediği şahsiyete kavuşabilmektedirler. Hâl böyle olunca, bu tip insanlar bir “kimlik buhranı” içerisinde kıvranıp durmaktadırlar. Hele hele, içtimâi değişmenin kuvvetli olduğu cemiyetlerde, bu buhran daha da müessir bir şekilde yaygınlaşabilmekte ve ortaya “şahsiyetsiz şahsiyetler” çıkmaktadır.

Türk Milleti’ni bir “sürü” olarak gören, milletine her bakımdan yabancılaşmış, tepeden inmeci bir grup “aydın”; içine düştükleri “kimlik buhranı”ndan kurtulabilmek için, kendilerine olduğu kadar Türk Milleti’ne de, her defasında “uygunsuz elbiseler” biçmektedirler. Halbuki, Türk Milleti, beş bin seneden beri “Türk”, bin seneden beri “İslâm” ve yaklaşık son iki yüz seneden beri de “Modernleşme” gayretinde olan bir millettir. Gözlerindeki “at gözlükler”ini fırlatıp atamayan bu tip “aydın”ların “kimlik buhranı”nı, Türk Milleti’ne yaygınlaştırabilmek oldukça zordur.

Fakat yine de, şiddetli bir içtimâi değişme sancısı çeken cemiyetimizde, “kendimize yabancılaşma”dan, yani Türklüğün değerlerine, töresine, an’ânelerine, İslâmî inançlarına “yabancılaşma”dan bahsedebilmek mümkündür. Bu sebepledir ki, ayaklarımız tamamen yere basmış bir vaziyette, “Türk Milleti’ni, hem şimdiki eksikliklerini, zaaflarını, hem de üstün meziyetlerini müşahâde ve tesbit” edebilmemiz elzemdir.

Türk Milleti’ne mensubiyet şuurunu kuvvetli bir şekilde duyan Milliyetçi Türk gençlerinin, hayâl âleminden kurtulabilmesi, hakikâtleri görebilmesi için, yaşadığımız zamandaki “Türk Milleti gerçeği”ni müşahâde ve tesbit edebilmelidirler. Aksi taktirde hiç te hoş olmayan ve sonu “çıldırma”ya kadar varan akibetlerle karşılaşabilmek mukadder olacaktır. Tıpkı Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Turhan Nasıl Çıldırdı?” hikâyesindeki Turhan gibi. Kafasındaki, idealindeki düşüncelerle, realite, yaşanılan hâl arasındaki uçurumun meydana getirdiği kopukluk; Türk-İslam’a kara sevdâlı Turhan’ı, neticede bir minareden atlatacak kadar “çıldırtmıştı.” Sebep? “Turhan bir milliyetçidir, ancak ilmî ve objektif bir bakıştan yoksun, tamamen his ve hayâl âleminde yaşamaktadır. Bundan dolayı realiteye, hattâ kendi yurdunun insanlarına karşı bir başka türlü yabancılaşmıştır. Onun zihniyetindeki Türk sadece “kıymet hükümleri” ile tasvir edilen Türk’tür. Halbuki realitedeki Türk ise yarı-sömürgeleşmiş bir ülkenin ezilen, boynu bükük, pasif insanıdır. Turhan’da ilmî bir dünya görüşü olmadığı, ilmî olarak değil, sadece hissî olarak algılayan bir zihniyet bulunduğu için; zihnindeki “Türk” ile realitedeki “Türk” arasında gördüğü tezat, onu yabancılaşmaya ve intihara kadar getirir. Böylesine ilmî bakıştan ve objektiflikten uzak bir anlayış, milliyetçiliği toplum hayatında bir aksiyon yapamaz. Sadece milliyetçilik değil, bütün ideolojiler için bu böyle... Türkiye’nin az gelişmiş bir ülke olup olmadığı hususu, “şe’niyet hükümleri”yle ilgili bir meseledir ve kendi çerçevesinde yaklaşılıp bu gerçek tespit edilmedikçe, az gelişmişlik çemberini kırmak gibi asırları dolduran devâsa bir meselenin çözüm yollarını nasıl programlaştırabiliriz?” (1)

Sultan Selim Câmii’nin minâresinden aşağı kendini atarak intihar eden Turhan’ın cebinden çıkan kağıtta şunlar yazıyordu: “Ey Yavuz! (Sultan Selim) Milletimin selâmetini yalvaracaktım. Ayaklarına kapanmak için sana yükselmek istedim. Yarı yolda gözlerim karardı. Sendeledim ve düştüm. Allâh günâhımı affetsin.”(2)

Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun 12 Nisan 1922’de yazdığı “Turhan Nasıl Çıldırdı?” hikâyesinde anlatılmak istenilen “Yeni Turhan’lar”la karşılaşabiliriz; hem de bir hikâye olarak değil, “gerçek” olarak. Nitekim günümüzde de, “ilmî ve objektif bir bakıştan yoksun, tamamen his ve hayâl âleminde yaşayan”, kara sevdâlı Milliyetçi Türk gençleri de, aynı sancıyı çekmekte, ıstırâbı duymakta ve aynı sebepten dolayı, tıpkı hikâyedeki gibi, “çıldırma” noktasına doğru gidebilmektedirler. Artık Turhan’lar çıldırmamalı.. Çıldırmamak ve dolayısıyla hikâyedeki Milliyetçi Turhan’ın düştüğü hâle düşmemek için, çâre ne olmalı? Realiteyi, yaşadığımız hakikâtleri, bugünkü “Türk Milleti gerçeği”ni görebilmeli ki, ayaklarımız tamamen yere basmış bir şekilde yaşayabilelim. Dünya sadece “Türk Milleti”nden ibaret değil; diğer milletleri de görebilmeli, mukayeseler yapabilmeliyiz. Nihâyetinde, Türk Milleti’ni “muasır medeniyet seviyesinin üstüne”, “çağlar üzerinden sıçratabilmek”; hayâller âleminde dolaşmadan, daha sağlam ve “ilmî zihniyet”e, “ilimci düşünce”ye uygun bir şekilde, ancak çıkarabiliriz. Kara sevdâlı Milliyetçi Türk gençleri, “ilmî zihniyet metodu”na, “ilimci” bir kafa yapısına sahip olmadıkça, “çıldırma nöbeti tutmak” tan kurtulamayacaklardır.

“Çıldıran Milliyetçi” Türk gençleri; çâremiz belli olduğuna göre çıldırmaya paydos!..

Dipnotlar:

1)Taha AKYOL “Tarih’ten Geleceğe”, Birinci Baskı, 1983 Ank., s.159,160

2)Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU “Çağlayanlar”, Dördüncü Baskı, 1978, İst., s.95

07.11.2010

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com.tr ve metgultekin@hotmail.com

2 Kasım 2010 Salı

MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ 'DEĞER'LERİMİZ,BİRBİR 'SONSUZLUĞUN SAHİBİ'NE KAVUŞUYOR...


MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ ‘DEĞER’LERİMİZ,
BİRBİR ‘SONSUZLUĞUN SAHİBİ’NE KAVUŞUYOR…

“Kerküklü” Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ de “sonsuzluğun sahibi”ne kavuştu..

Son yıllarda Milliyetçi-Ülkücü ‘Değer’lerimiz, birbir ‘yaradana’ kavuşuyor..

Kimbilir, belki de “en uzun ömürlü” yaşayanlardan-81 yaşında vefat etti- biri de rahmetli ÖZTÜRKMEN Beğ’di..Kaldı ki, Milliyetçi’nin, Ülkücü’nün öyle pek “uzun ömürlü yaşayanı”na rastlanmaz!!!

Çünkü, sapına kadar “Anadolu’cu” olan, meşhur tabir ile “yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî” olan Milliyetçiler, Ülküdaşlarımın en “cıbır”ı bile binbir çile ve meşakketlerle dolu bir “ömür” sürerler..

Çünkü, sahiden “Hakk’ın hatırını âli/yüce tutan” Milliyetçiler, Ülküdaşlarım, yine meşhur tabir ile “herşeye rağmen”, “mefkûreler”ine “mıhlanmış” bir şekilde, “karınca kararınca” millete hizmet etmeye, “İ’lây-ı Kelimetullah” dâvâsına “katkı” yaparlar…

Bir zamanlar, “Asrımızın Dede Korkut’u”, Harputlu rahmetli Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU’nun dediği üzere, “suçları, Güneş’in tez doğmasını isteyen, bıyıkları terlememiş genç irisi şehidler” olan “Türk soyunun yedi gökte parıldayan burçları” da olan Milliyetçiler, Ülküdaşlarım, “ömürleri” boyunca “anlaşılmazlığın girdabı”nda, “itilmişler, kakılmışlar, dövülmüşler, sövülmüşler”dir. Hattâ öyle ki, yine meşhur tabir ile “öpmek istedikleri el(Devlet)” tarafından “yargılanmışlar”, “idam sehbaları”na çekilmişlerdir de…

Rahmetli Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ de, bildiğim kadarı ile aynı “camia”nın çok muhterem bir “değer”i, yazan, fikir üreten, düşünen, gazeteciliği ile de “hareket adamı” olduğunu ispatlayan bir Milliyetçi-Ülkücü mütefekkirimizdi.. Bilenler bilir, onun Türkiye Gazetesi’nin âdeta “başyazar”lığını yaptığı makalelerindeki “nev’i şahsına münhasır”, günümüzde hiçbir “köşeyazar”ının sahip olamadığı o güzelim, yumuşak, hoş üslûbu ile, zihin pencerelerimizde yeni pencerelere açıyor, düşündürüyor, ve tabiiki “akla da kapı” açıyordu..

Hele beni en çok etkileyen ve hâlen de derli-toplu bir şekilde “Batı Uygarlığı” ile “Türk-İslâm Medeniyeti”nin âdeta mukayesesini yapan, sahasında “tek eser” olan “Gözyaşı Medeniyeti” isimli, hacmi küçük fakat muhtevası derin eseri…”Mistik Felsefe”, “mistisizm” ile “İslâm Tasavvufu”nun mukayesesinin âdeta “listelenmesi...”

Evet, biz “yenilmiş medeniyetin çocukları”, günümüzde şöyle-böyle “diriliş” emareleri gözüken ancak “hâli pür melâli”mizi hatıra getirdikçe, ister istemez “yeis”e düştüğümüz bizler, sahiden “Gözyaşı Medeniyeti”nin çocuklarıyız, “Gözü Yaşlı Bir Medeniyet”in çocuklarıyız…”Biz”, aslında kimsenin “analarını ağlatmadık…”; “biz” ‘işgaller” yapmadık, mabedleri bombalamadık; “kilise”leri, “sinagog”ları, “cami”lerimizin bitişiğinde muhafaza ettik. “Biz”, hiçbir mabedi “necis”, “pis” ayaklarımızla kirletmedik…”Biz”, önce “Allah(c.c) yolunun yolcuları”nın, “Alperenlerin”, “Gazi Dervişler”in, “Kolonizatör Türk Dervişler”inin yaptığı “gönül fetihleri” ile “yürekleri” kazanarak insanlığa muhteşem bir “nizâm” getirdik; cihanda “Nizâm-ı Âlem”i tesis ettik…”Biz” bize “barbar” diyenlerin yaptığı “barbarlıklarla “uygarlıklar” oluşturmadık; insanlığı “canavarlaştırmadık”, insanlığı “şeytanlaştırmadık…” “Biz” sahiden “Gözü Yaşlı”, “Gözyaşı Medeniyeti”nin has evladları olarak, “Gözyaşı Medeniyeti”ni de kardeşcesine tesis ettik…”Biz” “menfaatler/çıkarlar” “çukurca oyunlarla” insanlığı “iğdiş” etmedik, insanlığı “insan” olduklarını hatırlattık..Yıkmadık, yağmalamadık, sömürmedik…Kendimizden öyle bir geçtik ki, doğduğumuz “Anadolu”yu bile âdeta “ihmal” ettik..

“Biz”, sahiden, amma sahiden, rahmetli Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ’in tarif ettiği üzre “Gözyaşı Medeniyeti”ni tesis ettik ve umum insanlığı “kan gölü” içinde değil, “nur deryası” içinde yaşattık biiznillah…

Evet, rahmetli İrfan ATAGÜN Ağabeyimiz, rahmetli Ali Ulvi KURUCU ağabeyimiz, rahmetli Ahmet KABAKLI Hocamız ve rahmetli Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ….Ne güzel insanlardı…O “susamlı” bazen de “mevlâna şekeri”ni etrafına dağıtan rahmetli İrfan ağabeyimiz…Altmışlı yaşlarında bile “tığ gibi delikanlı” olan ve mütevazılığı ile de kendisini imrendiren, yaşadığı vakıalarla birçok hatıralara sahip olan rahmetli ÖZTÜRKMEN Beğ…Ben de düşünüyordum zaman zaman, daha niye Türkiye Gazetesi’nde yazılarını okuyamıyoruz, diye..Meğerse iki yıldır hasta imiş…

Son yıllarda hepten de “örselendi”, “kıyılara”, “kenarlara” atıldı Milliyetçi-Ülkücü ‘değer’lerimiz…

Yazılı basın, onlarca televizyon kanalları bir başka telden çalıyor âdeta…Bir ara “Yeniçağ TV” vardı da, zaman zaman “kendi camiamızın adamları”nı televizyonda görüyorduk…Geçenlerde nam-ı diğer ‘Ayhan TUĞCUGİL’in yani, Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ’ün de demek istediği üzre, “Türk Milliyetçileri, Ülküdaşlarım”, basın-yayında, iletişimde yani “kamuoyu oluşturma”da, âdeta “yaya kaldık..” Esamemiz okunmuyor neredeyse!!!Hani nerede eli-ayağı düzgün günlük, haftalık, aylık periyotlu on yılları aşan mevkutelerimiz?

Bu yetmiyormuş gibi, her tarafımız “it tuzakları” ile dolu; “abluka” altına alınmışız, “kuşatılmışız” âdeta…Onun-bunun “dâvâ” dediklerinin “çileleri”ni yüklenmeye zorlanmışız, zorlanıyoruz…Rahmetli KABAKLI Hocamızın zaman zaman dediği “Basit herifler” tarafından “sıkıştırılıyoruz…”

Milliyetçi-Ülkücü ‘değer’lerimiz birbir ‘sonsuzluğun sahibi’ne kavuşuyor…

“İki başlı siyasî teşkilatlılık” ile sergilenen “bölünmüşlüğümüz” “hınç dolu yürekleri” sevindiriyor…

“Milliyetçiler,Ülkücüler Birleşiniz!!!” çağrıları pek de bekleneni veremiyor…Halbuki…..

Halbuki “dâvâsının haklılığı, hakk dâvâ olduğu şehidlerinin de sayısınca” belli olan bir “camia”, sadece “ahiret yurdu”nda mı, sadece “törenler”de mi, sadece “cenazeler” de mi “biraraya” gelecek!!!

“Birlik olmadan, dirlik olmaz..” Milliyetçiler-Ülkücüler “birlik” olmadıkça, Türkiyemizde, cihanda nasıl “dirlik” olacak ki!!

Nam-ı diğer “TUĞCUGİL”in de demek istediği üzre “efkâr-ı umumiyeye/fikirler camiası”na, “fikir/düşünce” sunabilecek kadar da mı “zayıfız” Allah(c.c.)aşkına…Hani Ocak açılışlarına, taksinin bagajlarında da getirdiği “gazeteleri” Ocaklara dağıtacak “”Genel Başkanlar”?

Kerküklü rahmetli Ömer ÖZTÜRKMEN Beğ’e Allah(c.c.)tan rahmet, ailesine, Ülküdaşlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum…

03.Kasım.2010

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com