Powered By Blogger

5 Kasım 2009 Perşembe

İKİ ESERİNDE HASAN BÜLENT KAHRAMAN'IN GÖRÜŞLERİ-2(SON)



İKİ ESERİNDE HASAN BÜLENT KAHRAMAN'IN GÖRÜŞLERİ-2(SON)
"AKP ve TÜRK SAĞI"(*)
(AKP'Yİ ANLAMA CEHDİ)
Kabaca "Solcu Siyaset Bilimci" de diyebileceğimiz Hasan Bülent KAHRAMAN'ın "en yeni" eserlerinden biri olan "AKP ve TÜRK SAĞI" isimli eserinde, bu seferde, bir "vakıa", bir "olgu" olan "Adalet ve Kalkınma Partisi"ni veya "AK PARTİ"yi "anlama cehdi"mizi ortaya koymak istiyoruz. "AKP'yi anlama cehdi"mizle "sathî" bakışlardan kurtularak, daha "derin" ve bir "perspektif" de kazanmayı amaçlıyoruz. Bu konuda KAHRAMAN'ın bahse konu eserinin, bir hayli "katkı" yapacağını da "tahmin" edebilirsiniz.
"AKP ve TÜRK SAĞI" isimli eserine, Şubat 2009'da, 2. Basım'a yazdığı "ÖNSÖZ"de, sahiden de bir hayli "veri"ler mevcut. Belki de "2.Basım'a ÖNSÖZ", tekrar tekrar okunmayı da gerektiriyor. Bilhassa da AKP'yi ortaya çıkaran "vetire'yi/süreç'i", iç dengeler"lerle "Türk Siyasî Yapısı"nı ve AKP'yi,"Türk Sağı" dediğimiz kavramın "öncü"sü, "lider"i yapan "farklılıklarını""2.Basım'a ÖNSÖZ"de, daha da iyi bir şekilde "anlamış" olacağız.
Kabaca "Solcu Siyaset Bilimci" dediğimiz, aslında "Marks'ın yaklaşımları"nı da hatırlatan "ideolojik öncelikli bakışları"ndan, bir "perspektif" kazanmakta mümkün değil, diye düşünebilirsiniz. Ancak, sahiden de" derin bir perspektifle" ve tabii "eleştirel" bir şekilde de olsa, "AKP'yi de anlamış" oluyorsunuz...
"Türk Sağı ve AKP" veya bu baskıda değiştirilmiş adı ile "AKP ve TÜRK SAĞI" cümleleri ile "2. Basım'a Önsöz"e başlayan Hasan Bülent KAHRAMAN, "Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde Recep Tayyip ERDOĞAN'ın 'aday olmayacağı öngörüsü'nün çıkması üzerine, basında 'ilgi odağı' hâline geldiğini de belirtiyor. "Marksizm'e dayanan bir metodolojinin kitabına da hakim olan metodoloji"(s.viii) olduğunu vurgulayan KAHRAMAN;"ERDOĞAN'ın niçin aday olmayacağı açıktı. Eğer ERDOĞAN adaylıkta direnseydi önünde bir engel olmayacaktı. Fakat bu defa AKP ortadan ikiye çatlayacaktı"(s.viii) demekte.Kitabının ilk baskısı ile(2007), ikinci baskısı arasında (2009) geçen süreçte "sayısız yeni oluşumlar"ların-22 Temmuz 2007 Seçimleri,Ordu-AKP ilişkisi ve nihayet AKP'ye açılan kapatma davası gibi(s.xiv)- ortaya çıktığını belirten KAHRAMAN, yine "Cumhurbaşkanlığı Seçimleri" ile ilgili gayet "ayrıntılı" bilgiler de vermekte. KAHRAMAN; "...Başlangıçtaki tasavvurun aksine ERDOĞAN aday olmayacağını açıklamıştır. Bu kaçınma ERDOĞAN'ın pragmatik bir siyasetçi olarak Başbakanlık gibi daha fonksiyonel bir aracı elinde tutma talebinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, ERDOĞAN,bütün radikalizmle algılanışına ve geçmişine rağmen gene pragmatizmden kaynaklanan bazı esnekliklerin yanı sıra, parti içinde ilişkileri ve gelişimi itibariyle, daha metropoliten bir sermayeyi temsil etmektedir. Bu ister istemez kendisinin daha uzlaşmacı olmasına yol açmaktadır., ki o dönem de ERDOĞAN'ın uzlaşmacılığı, askerin istemediği bir adımı atmaması anlamına gelmekteydi."(s.xix)
Ekseriyetimizin belki de pek az bildiği bir "gerçeği";"...Cumhurbaşkanlığı için ERDOĞAN'ın daha 'ılımlı' ve sistem bakımından sembolik değeri çok önemli olan 'türbanlı eş'e sahip bulunmayan birisini aday yapmak istediği bugün bilinmektedir"(s.xv) diyen KAHRAMAN;"Ne var ki, tam bu noktada ortaya çok önemli bir gelişme çıkmıştır. Partinin içinde daha küçük sermayenin temsilcisi, dolayısıyla daha radikal bir tavır takınmaktan çekinmeyen bir kanat olarak belirmiş ARINÇ-GÜL ikilisi, sistemle uzlaşmaya dönük birisinin adaylığının kabul edilemeyeceğini kendisine bildirmiştir."(s.xv) demekte ve böyle bir durumda "...Partinin ideolojisindeki kaymayı ve 'sistemle bütünleşmeyi engelleyen bir hamledir. Bu hamle aynı zamanda parti içindeki küçük sermayenin önemi ve etkinliğini göstermektedir...Bu durum sistem iç krizine ve tıkanmasına yol açmıştır. Siyaset üreterek müdahalede bulunma imkânından yoksun sistem, bir kere daha benzeri bir yolu deneyerek, "27 Nisan e-muhtırası" olarak bilinen metni 'Genelkurmay Başkanlığı Sitesinde yayınlayarak karşı tavır almıştır."(s.xv) değerlendirmesini yapmakta.
22 Temmuz 2007 Erken Genel Seçimlerinde AKP'nin aldığı oy oranını Cumhurbaşkanlığı'nın halkın onaylaması diye gören Cumhuşbaşkanı GÜL ise ERDOĞAN'ın askerlerle yaptığı ve henüz yeterince açıklanması yapılmamış "Dolmabahçe Görüşmesi"ni çağrıştırırcasına ARINÇ-GÜL ikilisinin etkisini , kendilerine hatırlattıklarını da belirtmekte.(s.xvi,xvii)Belki de Başbakan'ın tamamiyle "askerlere ram" olmasının önünü kestiklerini hatırlatmaktalar...
"AKP'yi Türkiye'de sağ siyasetin sahip olduğu ana öncelik"(s.viii) olarak da tanımlayan KAHRAMAN; aynı zamanda 'Tarihî Blok'un Pasif Modernleşmesi'ne karşı, Aktif Modernleşmesi'nin de temsilcisi olarak görmekte. "Tarihî Blok"un 'halkı taşıyıcı bir eleman olarak dahi yer alamayacağı Pasif Modernleşmesi Modeli'nin , 1950 seçimleriyle kesintiye uğradığını (Pasif Modernleşme, Aktif Modernleşme gibi kavramları daha iyi algılamak için, yazımızın ilk bölümü de okunmalıdır.İnternet'ten kolayca ulaşılabilir...İ.G.)belirten KAHRAMAN; 1946 ve 1950 sonrası "Türk Siyaseti"nde yaşanılanların "AKP'nin anlaşılması bakımından da hayatî derecede önemlidir"(s.x) demekte ve eklemekte:"Çünkü AKP, bu oluşuma dahil olan üçüncü devrenin biçimlendirdiği bir gerçektir. Sözünü ettiğim üçüncü devre 1980 sonrasında ortaya çıkmaya başlamıştır."((s.xi)
"Anadolu burjuvazisinin/ Anadolu sermayesinin yeni bir güç kazanmaya başladığı gelişmeleri, 1980 sonrası ANAP'ın neo-liberal ve yeni-muhafazakâr/yeni sağ politikaları uygulamaları ile açıklayan KAHRAMAN; "Göç ve kentleşme olgu"sunun da bir sonucu olarak , aslında 1970'lerin ortalarında ilk kez kendisini göstermiş olan "İslamcı Siyasal Hareket"e kadar dayandırmakta.(s.xii) Ve 1970'lerdeki "Anadolu Sermayesi"nin rahmetli ÖZAL vesilesiyle "büyütüldüğü"nü de vurgulamakta. Ve böyle bir "vetirede/süreçte" gittikçe daha da "güçlenen" ve 1995'lerin ortalarında "İktidar"a giden "Siyasal İslam'ın/İslamcı Siyaset'in", "Tarihî Blok'u "ürküttüğü" ve neticede "28 Şubat Süreci" denilen "Post-Modern Darbe Süreci"nin başladığını belirtiyor.(s.xii)
"1995 Sonrası, Türkiye'de Siyasal İslam'la(/İslamcı Siyaset'le İ.G.) sistemin çatışma tarihi olarak belirlenebilir".(s.xii) tesbitini yapan KAHRAMAN; "...Önce RP'nin, sonra onun uzantısı olan FP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının 'AKP'nin yeni bir siyasal parti olarak kurulmasına yol açmıştır'"(s.xiii) demekte...
"AKP'nin kuruluşu belli bir grup siyasetçinin siyasal hırsının sonucunda ortaya çıkmamıştır. Tam tersine, son derece önemli bazı toplumsal arayışların sonucunda doğmuştur AKP"(s.xiii) vurgusunu yapan Hasan Bülent KAHRAMAN;"Bu gerekçelerin en önde geleni, Anadolu'da yeşermiş, belli bir noktaya kadar güçlenmiş olan sermayenin kendisine yeni bir ivme noktası arayışıdır."(s.xii) demekte."AKP, Anadolu sermayesinin Türk siyasetinin en önemli zaaflarından birisi olan merkezi yönetimin elindeki rantlardan pay alma talep ve arayışının bir sonucudur."(s.xiii) tesbitini de yapan Hasan Bülent KAHRAMAN;"...Geliştirilebilir, genişletebilir ve küreselleşmenin etkisi altında devletin denetiminden bağımsız bir biçimde serpilmiş Anadolu sermayesinin bu defa devleti kontrol etmesi olarak yeniden tanımlanabilir. Bu aynı zamanda Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesi arasındaki zıtlaşmadır ve Anadolu sermayesi açıkca İstanbul sermayesinin kontrol ettiği rantları kendi hesabına aktarma hırs ve iştahı içindedir."(s.xiii) değerlendirmesini de yapmakta.
"Özellikle Necmettin ERBAKAN ve Kadrosu, devletle sürdürdükleri gerilimli ilişki nedeniyle bu konuda daha fazla işlevsel(/fonksiyonel İ.G.) olamayacağı anlaşılmış bir çevre meydana getirmektedir."(s.xiii) tesbiti ile KAHRAMAN; "İşte AKP bu noktada kurulur. Fakat AKP'de diğer partiler gibi kendi içinde homojen değildir. Bu partinin de 'nomenklatura'sı ve 'plebyen'leri(yani 'Kast Sistemi'ni çağrıştırıcı 'Kast'ları İ.G.) mevcuttur. Daha güçlü ve metropol çevrelerde etkin isimler ile daha zayıf ve metropele transfer olmak isteyen isimler biraradadır." (s.xiii) demekte.
"Bu merhalelerden sonra 'siyasetin sivil bir iradeye dayalı olarak yapılması ile sistem tarafından güdümlenen bir yapı ' tarafından yapılması arasındaki 'çatışma'nın ortaya çıkardığı 'AKP'ye kapatma davası'nda, bir fire ile, neredeyse Anayasa Mahkemesi Üyelerinin tamamınca,11' 10,'AKP'yi laiklik karşıtı hareketin odağı' sayılması fakat 'buna rağmen AKP'nin kapatılmaması'nın 'sistem'in AKP'ye duyduğu ihtiyaca' ve ' kapatılması ile doğacak başlıktan çekinmesi'ne bağlayan KAHRAMAN; "Bu konum, AKP'nin 'taşıyıcı ve modernleştirici', o arada da 'köprü' bir parti olmasını türettiğini ve 'AKP'nin âdeta moderatör bir parti' olarak; Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesi arasında ve göçerlerle kent yerleşikleri arasında, kırsal alanla metropol çeperler arasında "bir rol" aldığını(s.xvii) belirmekte. Ve "AKP,...'merkezdeki çevre'nin olduğu kadar , 'çevredeki merkez'in de dinamik partisidir. Sistem AKP'nin kapatılmasıyla doğacak boşluğun etkilerinden çekinmiştir."(s.xviii) demekte.
"AKP'nin "yoksulukla/fakirlikle" kurduğu ilişkinin 'farklılığı' da yani 'yoksulluğun/fakirliğin bulunduğu yerde hapsedilerek onarılması 'düşüncesinin de, neticede sistem tarafından gerekli görülen bir parti kimliğini kazanmasını"(s.xviii) sağladığını vurgulayan KAHRAMAN; ancak "AKP'nin 'laikliğin karşıtı hareketlerin odağı bir parti' olarak kabulü ve "vesayet" altına alınması', 'bir karşı hamle olarak' izleyen dönemde 'Ergenekon Davası'nın başlamasının da sebebi olmuştur"(s.xix) demekte.
Yine "sistem-AKP ilişkileri" babında, "TRT'de 'Kürtçe Yayınları'nın başlamasının, "sistem içi bir ittifak olmaksızın gerçekleştirilmesi imkânsız'(s.xx) diyen KAHRAMAN; "Bir taşıyıcı-moderatör parti olarak AKP'nin, 2001 sonrasında devreye girmiş olan tarımsal-kırsal nüfusun çözülüp metropole aktarılmasından doğacak sorunları halletmekteki işlevi, bugün sistemin o parti tarafından üretilen ideolojik perspektife nispeten, göz yummasını ve gerektiğinde taviz vermesini doğurmuştur."(s.xxii) da demekte.
"AKP'yi Türk Sağı'nın önüne koyan" Hasan Bülent KAHRAMAN; AKP'yi önce Türkiye'de genel anlamda sağın, daha sonra da özel olarak İslamî siyasetin içinde ele alıyor."(s.xxii) tesbitini yapan "kabaca Solcu Siyaset Bilimci" Hasan Bülent KAHRAMAN;" 1980'lerin demokratik ve ekonomik liberalizmine kadar sağ, yakın dönem Türk siyasetinin ana eksenidir."(s.xxiv) tesbitini de eklemekte.
"Türk Sağı'nın kültürel eksikliğini ve yetersizliğini"(s.xxv) de vurgulayan Hasan Bülent KAHRAMAN; "Türk Sağı'nın ve Türk Muhafazakârlığının 'Pozitivist bir modelle kurgulandığı' " iddiasını da dile getirmekte.
Hasan Bülent KAHRAMAN kitabının adı da olan "AKP ve TÜRK SAĞI", "Söyleşi/Röportaj", "soru-cevap" şeklinde şekilenmektedir. "Adalet ve Kalkınma Partisi'ni, 1950'ler DP'si ile özdeşleştirme, benzeştirme ile ilgili konulara; öncelikle "yer kayma teorisi" dediği 'bir toplum ansızın hiç beklenmeyen bir partiye kitlesel olarak oy verebilir' izahatı ile "AKP'nin aldığı sonucu çok uzun bir tarihsel birikimin şimdiki ve şimdilik sonucu diye görmekten yanayım"(s.2) şeklinde cevaplamakta ve "Bu hareket daha kendi içinde evrilecektir ve öngördüğümüz veya öngöremediğimiz bir yöne yönelecek, orada da yeni sonuçlar doğuracaktır."(s.2) demekte. "Türk Sağı'nın otoriteryenliğini veya başka bir şekildeki anlamı ile baskıcılığı, dayatmacılığı" ile ilgili olarak da, "Benim temel iddiam, sağın hiçbir zaman reel demokratik bir bilinç taşımamaktatır."(s.10) dese de, eserinin bir yerinde, "AKP'ye totaliter demek saçmadır" da demekte. DP'nin de, AP'nin de, ANAP'ın da ve nihayet Adalet ve Kalkınma Partisi'nde "böyle olduğu" iddiasını dile getirmektedir. (s.10)
Eserinin "1950 Seçimleri ve DP İktidarı: AKP'nin İlk Kaynağı" ismini verdiği "Birinci Bölüm"de, Demokratik Parti'nin ortaya çıkış şartlarını ve 1950'deki "zaferi"ni ve Türkiye'yi yönetmeye başlayan "kadrolar"ın , "yeni bürokrasi"nin Amerika'da eğitilmelerine, 'taşra burjuvazisi'nin gelişimine kadar, "ayrıntılı" açıklamalar yapmakta.Ki, bizler bu "görüşleri"ni yazımızın birinci bölümünde genişçe bahsetmiştik.
Yine "İslamî Cumhuriyet'in 'Öteki'si ismini verdiği "İkinci Bölüm"de ise "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran asıl kadronun 'Pozitivist' zihniyetli olduğunu, o dönemin 'burjuvazisi'nin de düşüncesinin 'Pozitivizm' olduğunu, "Bilimden başka birşeye inanmayanlar, burjuvalar, dini(/tabiki İslam'ı) paranteze almakta, ötelemekte, ikincil hâle getirmekte ve onun yerine -'Bilim Dini de denilen Pozitivizm'i-kaçınılmaz bir şekilde bilimsel düşünmeyi veya bilimin doğrudan doğruya kendisini geçirme kaygısını gütmektedirler."(s.23) tesbitlerini yapmakta, 'Cumhuriyet İdaresi dinin (/tabiki İslam'ın) 'kamusal alan'da görünür olmasını engellemiştir, bu bir gerçektir."(s.25) de demektedir. Bu açıklamalarında bize 'ilginç' gelebilecek bir başka 'görüş ve tesbiti' ise 1950'de DP'nin "Doğu ve Güneydoğu taşrasından 'oy' alamadığı; DP'nin en yüksek oy aldığı yerler arasında Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun olmadığı'"(s.31) gerçeğidir...
"Laiklik: Burjuvazinin Siyasal İktidar Aracı" dediği "Üçüncü Bölüm" de ise Hasan Bülent KAHRAMAN; "İslam-Siyaset" konusunda "çok net" görüşler sarfetmekte:"İslam,...siyasetten asla bağımsız olmamıştır; tam tersine, İslam bir siyaset üretme aracı, yöntemi olarak kendini vazetmiştir...Cami siyasetin sokulamayacağı bir yer değildir; tam tersine, cami, siyasetin bizatihi yapıldığı, üretildiği bir yerdir. Çünkü birçok siyaset teorisyeninin de ortaya koyduğu gibi, siyaset esas itibarı ile iki insanın bir araya geldiği yerde başlayan bir husustur."(s.33) demekte.KAHRAMAN, 'literatüre' göre de 'İslam'ın bir tür Sosyalizm olduğu kabulünü'(s.33) de dile getirmekte.
Bu kısımda ve eserinde, "Laikliği, dünyayı dünyanın bilgileriyle açıklamak; bu açıklamayı yapacak toplumsal ve zihnî varlığı yaratma çabası"(s.37) şeklinde tanımlayan KAHRAMAN; "Türkiye'de, ta 1839'lardan beri bir "değişme iradesi"nin olduğu"(s.40) vurgusunu yapmakta ve bilhassa 1950'lere kadar belirgince süren 'Modernite Paradoksu' nu da hatırlatmakta.(s.55)
"Darbelerden CHP-MSP Koalisyonuna ve MC Hükümetlerine" isimli "Dördüncü Bölüm"de ise "AKP'nin Dayandığı Tarihî Miras ve Darbeler" hakkında genişçe görüşlerini açıklayan KAHRAMAN; belki de "ilk defa" "Millî Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve AKP" olarak teşekkül edecek hareket"(s.62,63) cümlesi ile "Yakın dönem tarihinde ilk meşru, örgütlü ve hükümet düzeyinde etkin İslamî Hareket, Millî Selamet Partisi'dir. Bugünkü AKP'nin de atası olan MSP, özünde büyük sermayeye karşı taşra sermayesinin kontrolünde olan ve onu savunmak adına ortaya çıkmış bir kuvvettir."(s.69) açıklamaları ile "AKP'nin atası olan MSP" tesbitini yapmakta. Ve yine çok azımızın düşünmüş olabileceği bir tesbiti; "CHP'nin de, MSP'nin de, aslında 'çevre'nin partileri' olarak 1977'de koalisyon yaptığı gerçeği.(s.70,71) bir hayli 'ilginç..."CHP, metropolitan çevrenin partisi de olsa...(s.77), bir daha asla "çevre" nin partisi olamamıştır, şeklindeki görüşleri...(s.77)
Ve müstakil/ayrı bir yazımızda ele aldığımız sayfalardaki görüşleri:"Meğerse, bir zamanlar "Akıncılara, Akıncı Gençliğe de, 'Sokaklara Dökülmeyin!' Çağrıları Yapılıyormuş "...(İnternet'ten okuyabilirsiniz.)
"AKP ve TÜRK SAĞI" isimli eserinin "12 Eylül Faşizmi ve Türkiye'de İslam'ın Siyasallaşması" başlıklı "Beşinci Bölüm"de ise KAHRAMAN; "Devlet 1980'ten itibaren çok uzun süre, sistemli bir şekilde dini kontrol altında tutmaya çalışırken, kaba bir bakışla söylecek olursak, bugün din devleti kontrol altına almıştır."(s.106) tesbitini yapmakta. 1980 sonrası Türkiye'mizde ve tabi dünyada yaşanılan 'sosyal dönüşümler' sonrası, "12 Eylül Mantığı"nın 'sosyal katmanları ve siyasî hayatı söndürmek ve devre dışı bırakmak "(s.111) gibi niyet ve uygulamaları da 'tutmamış', "İslam, daha da siyasî İslam" hâline gelmiş; hatta öyle ki "devlete muhtaç olmayan Anadolu burjuvazisi bile ortaya çıkmıştır."(s.117) demekte.
Hasan Bülent KAHRAMAN eserinin "AKP'ye Doğru: İslamî Sermayenin Yükselişi ve Lümpenleşme olgusu" başlıklı "Altıncı Bölüm"de ise bilhassa "AKP'nin ideoloji üretemediğini , "kimlik siyaseti" uygulayan parti hâline gelemediği, hatta "partileşemediğini" de vurguluyor.(s.124, 127) KAHRAMAN; "AKP işbaşına geldikten sonra kendisini toparlayabildi mi, toparlayama dı?, suâlini;"Bana kalırsa toparlayamadı.Çünkü AKP kendisine ideoloji üretemedi. Yayınlamış olduğu liberal muhafazakârlık tezi, AKP'ye bir ideoloji oluşturmaya yetmedi. Çünkü bu tezin bir ideoloji olabilmesi için toplumsal bir karşılığının bulunması gerekir. Halbuki bugün kitleler nezdinde veya Türkiye ölçeğinde 'liberal muhafazakârlık' tezinin bir karşılığı yoktur. İddialı bir şey söyleyeyim, 'milliyetçi-mukaddesatçı' lafının bir karşılığı vardır, ama 'liberal muhafazakâr ' tezinin Türkiye'de kitlesel karşılığı bulunmamaktadır....Bu eksiklik AKP'nin partileşme sürecindeki en büyük engelini teşkil ediyor."(s.124)
Kaldı ki, "uyduruk muhafazakâr demokrat" lafı ile nasıl "ideoloji" üretebilsin ve neticede "kimlik siyaseti" de yapan bir "AKP hâline" gelebilsin ki?
"Devlet'le uzlaşmayı tercih eden AKP kadrolarının, sosyo-kültürel olarak İslam'la ilişkilerini korusalar da, "siyasal düzlemde" "ideolojik" olarak siyasî İslam'la bağını koparmıştı."(s.125) tesbitini yapan KAHRAMAN; "AKP'nin ideolojik planda 'siyasî düzlemde' İslam'la olan irtibatını kurmaması, partileşmesini de engellemektedir."(s.127) demekte. Ve nihayetinde "bütün bunlara rağmen AKP nedir?" suâlini ise; "AKP İktidarı, Türkiye'de siyasetinin tüketilmesinin-'12 Eylül Mantığı'nı hatırlatıyor İ.G.- yarattığı çaresizliğin sembolüdür."(s.127) tesbitini yapmakta.
"AKP İktidarı:Türkiye'de İslamileşme" başlıklı eserinin "Yedinci Bölüm"ünde ise KAHRAMAN, AKP'nin ortaya çıkış aşamasında Recep Tayyip ERDOĞAN'ın yaptığı "farklı katkı"ya dikkat çekmekte ve "Recep Tayyip ERDOĞAN zaten AKP'de yoktu. AKP'de mevcuttu amma yasaklar sebebiyle AKP'nin bünyesinde yer almıyordu....AKP'yi Fazilet Partisi'nden kopartan hareketi ERDOĞAN hazırlamamıştı. Abdullah GÜL ile arkasında yer alan kadroydu o hareketi oluşturan. Dolayısiyle Recep Tayyip ERDOĞAN başlangıçta bizim siyasal kültürümüzün çok sevdiği mazlum tipolojisini benimseyerek ve kendini onunla özdeşleştirerek AKP'ye bir kuvvet getirmiştir...ERDOĞAN kendi karizmasından gelen bir katkı sağlamıştır."(140) Türkiye'de "12 Eylül Mantığı"nın da zorladığı, "sert çekirdekli bir ideolojinin artık söz konusu olmadığı bir siyasal düzlemde, rant ilişkilerinin, ekonomik çıkar ilişkilerinin ön plana geçtiğini"(s.140,141) vurgulayan KAHRAMAN; "1983'ten beri kitlelerin,"Hangi iktidar benim ekonomik çıkarımı meşru veya gayr-ı meşru olarak azamiye çıkaracak?" sorusu ile sandıklara gittiklerini de (s.141) belirtmekte. İşte kitlelerdeki bu oynaklık, "yer kayma teorisi" gereği de, "AKP'yi İktidar yapmıştır."(s.141) tesbitini yapan KAHRAMAN; "AKP şu ya da bu sebepten ötürü bu kitlelerle olan çıkar ilişkisi bağını kurabildiği ve koruyabildiği ölçüde, değil Recep Tayyip ERDOĞAN, başında kim olursa olsun, iktidarını sürdürür."(s.142) tesbitini de yapmakta. Ve "Ama bu bağda herhangi bir kopma meydana gelmişse, yine değil Recep Tayyip ERDOĞAN, başında kim olursa olsun, daha fazla iktidarını devam ettiremez."(s.142) demekte..
"Parti'leri 'Parti yapan' hususun 'ideolojik enstrüman'ın ' değil ; artık 'ekonomik-siyasal enstrüman' olduğunu"(s.142) vurgulayan Hasan Bülent KAHRAMAN; "AKP iktidarlarının yerel yönetimlerden hazırlanmış ve yerel yönetimlerden doğmuş iktidar."(s.143) tesbitini de yapmakta.
"28 Şubat Post-Modern Darbesi"ni hazırlayan Erbakan Hoca'nın "çok uç, çok fevrî, çok düşüncesiz söylem ve eylem hataları"nın aslında demek istediğinin, "Türkiye'de siyasal İslam/İslamcı siyaset "devlete kafa tutabilecek" kerteye gelmiştir."(s.144,145) 'mesaj'ını da verdiğini ancak AKP'nin böyle bir "yanlış"a düşmemeye de itina ettiğini; bu sebeple "kandan söz eden, gitgide kemikleşen ve doğmatikleşen bir siyasal İslam'a karşı daha yumuşak bir modelin, bir 'sönümleyici' olarak benimsendiğini de (s.145) vurgulamakta.
"Türkiye'de siyaset yapılmıştır. Türkiye'de hiç bir zaman (siyaset) üretilmemiştir."(s.174) diyen Hasan Bülent KAHRAMAN; "Siyaset hiçbir zaman entellektüel bir faaliyet olarak düşünülmemiştir."(s.174) vurgusunu da yapmakta.
Eserinin "Sokaktaki İnsanın Militer Refleksi ve AKP'nin 'Meçhul'le Dansı" başlıklı "Sekizinci" ve "Son Bölüm"ünde ise "AKP'nin bütünüyle sistemin bir partisi olma noktasına ulaşmıştır."(s.181) tesbitini yapmakta ve "Bundan sonra AKP'nin başına gelenler, sisteme teslim olan bütün partilerin başına gelmiş olan şeydir... AKP'nin bir kere daha kendi içinde bölünmesidir.Öyle sanıyorum ki, bundan sonra çok uzun süredir üstünde çalışılan bir proje olan sağın yeniden inşaası meselesi, AKP'nin içinden çıkacak bir kuvvetle olur."(s.181,182) öngörüsünü de dile getirmekte...
Bir "vakıa", bir "olgu" olan "AKP"yi "anlama"lı, "sathî bakışlar" dan kurtulunmalı ve yaşadığımız dönemi de doğru tahlil etmeliyiz...
04.11.09,Çarşamba
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com
(*):Hasan Bülent KAHRAMAN,"AKP ve TÜRK SAĞI", Güncel Siyasî Meseleler, Söyleşi: Recep YENER, 2. Basım, Agora Kitaplığı, Mart 2009, İstanbul

Hiç yorum yok: