Powered By Blogger

19 Haziran 2009 Cuma

AHMET KABAKLI HOCA ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" ÜZERİNE SOHBET *(2)

Ahmet KABAKLI Hoca ile "TEMELLERİN DURUŞMASI" Üzerine Sohbet...
"MİLLÎ MÜCADELE İSLÂMİYET'LE KAZANILMIŞTIR"*(2)

Murat BAŞARAN:- Böyle sağlam temellerden hareket eden millet, Millî Mücadele'yi vermiş ve Misak-ı Millî'deki sınırlar olmasa bile belli bir toprak bütünlüğünü kurtarmıştır. Ama buna rağmen sonradan şimdiki hale gelmişliz. Yani kendisine ve dinine en çok dönerek verdiği mücadeleden sonra zafer kazanılmış, sonunda aydınıyla, millî eğitimiyle, basınıyla, TRT'siyle kendi özüne ve inancına değil de Batı'ya hayran hale gelmişliz. Bunun sebepleri nelerdir?
Ahmet KABAKLI:- Şimdi bunda Batı'nın iki yanlı oyunu görülüyor. Millî Mücadele'de Batı bizim fiilen karşımızda. Fakat daha sonra bizi yönetenlere bir takım sözler verildiği anlaşılıyor. Bizi yönetenlerle bir takım pazarlıklar yapıldığı anlaşılıyor. Bu pazarlıklar ne yazık ki elimizde değildir. Yalnız Lozan'daki bazı müzakerelerinde bunun izlerine tesadüf ediyoruz. Bu gizli antlaşmaların neticesinde böyle omuştur. Yani kesin olarak bilmediğimiz için ben de kesindir demiyorum. Ama Lozan'da bir takım gizli sözleşmelerin uzlaşmaların yapıldığı, kesin rivayetlerdir.Çünkü, bu Misak-ı Millî hiçbir zaman gerçekleşmemişitr. Memleketin büyük zaferi maalesef hakkıyla Lozan'da alınamamıştır. Şimdi acaba bunlar ne olabilirdi? Tabii ki bizim Millî kültürümüzle ilgili sözler, şekiller olabilirdi. Yani bu pazarlıllara göre Hilafet hiç beklenmeyen bir zamanda, üzerinde düşünülmeden atılmıştır. Türk Milleti'nin Hilafet'i kaybetmekle neler kazanacağını, nelerin kaybedileceği hiç düşünülmemişitr. Bu tabiatıyla İngilizlerin düşüncesi. Çünkü İngilizlşer Hilafet'in bizim elimizde çok büyük bir koz olduğunu biliyorlardı. En azından pratik olarak söylüyorum milletleri birleştiriyordu. Bunlarda Müslüman Milletlerdi ve merkezi bizlerdik, hepsi bize bağlıydı. Bizler İslam Devletleri'nin manevî lideriydik. Hindistan bize bağlıydı, Rusya Müslümanları bize dayanıyordu. Mısır bize dayanıyordu. Mısır gibi İslamiyet'te iddiaalı bir ülke de bize dayanıyordu. Son Halife Sultan Abdulmecid'e bile bunlar biad etmişlerdir. Vaziyet bundan ibarettir. İslam Dünyası üzerindeki bizim manevî liderliğimizin alınması için Hilafet kaldırılmıştır. Bu bir vakıadır ve biz buna razı olmuşuzdur. Bunu "devrim" diye yapmış görünmekteyiz. Fakat bunun böyle olmadığını sanmaktayım. İkincisi Türkiye'deki ırkların müslümanlık içinde erimesi meselesi vardır. Yani Hilafet'i kaybetmekle biz bunu da yani millî tesanüdümüzü kaybettik. Niçin? Bugün artık gizlememize lüzum yoktur. Kendisine "Kürt" diyenler, şu veya bu diyenlert vardır. Bunlar o zamana kadar kendilerini "Türk" bilmeseler bile "Müslüman" olduklarını biliyorlardı. Devletimizi Hilafet'le birlikte mütalaa ediyorlardı. Bu devlete hizmet ediyorlardı, hiçbir yabancılık duymadan kendilerini bu devletin vatandaşları sayıyorlardı. Hilafet'in kovulmasından sonra ise:"Vay demek ki Türkiye Müslüman olmaktan çıkmış, ırkçı bir devlet olmaya başlamıştır. Biz de başka ırktanız", diyerek problem olmuştur. Türkiye'nin ve İslam Devletleri'nin başında da gördüğümüz kargaşalıkların başında da Hilafet'in atılması gelmektedir. Bunlar hiç düşünülmemişitr. Yahut maalesef düşünülmüş te yapılmıştır. Şöyle anlıyoruz ki, mesela Irak'taki Kürtler Türkiye'ye candan bağlı iken, Hilafet kaldırılınca şiddetli İngiliz propagandası başladı. İşte ne istiyorsunuz, Türkler Hilafet'i attılar, sizler onlara bağlı değil miydiniz, diyerek propagandalarını sürdürdüler. Irak'taki bir İngiliz Vali'si bir yazısında, "Türklerin bize böyle bir iyilik yapabileceklerini tasavvur bile etmemiştik" demiştir.
Kitabımda bütün bunlar fasıl fasıl geniş olarak vardır. Tarafsız olarak...Bugün niçin yalnızız? Niçin İslâm âlemi bizi kendisinden saymıyor? Bize yaklaşmıyor, bizden niçin çekiniyor? Ne kadar yaklaşsa eskisi kadar yaklaşmıyor. Efendim dünya bizi niçin yalnız bırakıyor? Bir sağımıza bakalım, solumuza bakalım. Herhangi bir tarafta bir dostumuz var mıdır? İslâm âleminde olsun, Batı'da olsun, Doğu'da olsun. Can ve gönülden bağlanabileceğimiz bir Pakistan vardır. Bunu bugün ne kadar devam ettiği de şüpheli.Düşünün ki Hilafet bizde olduğu için Hindistan Müslümanları kıyamet kadar altın toplayıp bize göndermişlerdir ve bunun Millî MÜcadele'de kullanılmasını istemişlerdir. Askerimize yiyecek, içecek ve giyecek olarak kullanılmasını istemişlerdir. Bunu bugün bize yapacak bir millet, bir devlet bir halk tasavvur etmek mümkün değildir. İşte biz kendi kendimizi daha buna benzer yüzlerce meseleyle yalnızlığa mahkum ettik. Dahası vadır. Neden "dil devrimi" yapmışızdır? "Dil devrimi" Kur'an harflerinden kaçmak pahasınadır. Bu sadece bizim İslâm âlemiyle aramızı bozmakla kalmamış, ayrıca da Müslüman Türklerle aramızı açmıştır. Bugün "dil devrimi" diye yapılan şuursuzluğun veyahut da pazarlığın, herneyse adını koyamıyoruz, ne gibi büyük tehlikeler çıkardığını ancak şimdi idrak edebiliyoruz. Yalnız Türkiye'de nesillerin arasını açıyor zannediyoruz ama bundan ibaret değil. Yalnız Türk kültürünü yok ediyor zannediyorduk bundan da ibaret değil.Maziyle aramızı koparıyor zannediyorduk, ondan da ibaret değil. Bugün elli yıl evvelki yazarı da doğru düzgün okuyup anlayamıyoruz. Hatta on yıl evvelki yazarı da anlayamıyoruz, ama ondan da ibaret değil...Şimdi anladığımız bütün Azerbaycan'la, Kazakistan'la, Türkistan'la velhasıl "Dünya Türkleri" yle bizim aramız açılmış...(Devamı var)

(*):Türkiye Gazetesi, 06.Ocak.1990, sayfa 7

Hiç yorum yok: