Powered By Blogger

15 Ekim 2009 Perşembe

YAZI DİZİSİ.ÜÇ ESERİNDE ALİ BULAÇ'IN GÖRÜŞLERİ-3(SON)

YAZI DİZİSİ:
ÜÇ ESERİNDE ALİ BULAÇ'IN GÖRÜŞLERİ-3(SON)
(Millî Görüş/Erbakan Hareketi'ni ve "İslamcılar"ı Anlama Cehdi)
(İSLAM'DAN KORKMALI MIYIZ?(*))
"Yazı Dizi"mizin ilkinde, "Göçün ve Kentin SİYASETİ(MNP'den SP'ye Millî Görüş Partileri) isimli eserinden; "titrisiz mütefekkir" de diyebileceğimiz Ali BULAÇ'ın 'en son eseri' diye bahsetmiştik. Fakat "yazı dizi"mizin bu 3. ve "son" bölümünde, "üç kitaptan oluşan 'İslam'dan Korkmalı mıyız?' eserinin "İslamafobia" kısımları(İkinci kitap)nın (Haziran 2009) tarihi itibari ile "en son eseri"dir,"tashi"ini yaparak başlıyorum.
BULAÇ, "İslam'dan Korkmalı mıyız?" eserinin "önsöz"ünde, "İslam ve Fanatizm"in 1995'de ve "'Fundamentalizm''in 1997'de iki ayrı kitap halinde yayınlandığını belirtiyor. "İslamafobi/İslam Korkusu"nu;"İslam'ı, 'korku' unsuru olarak tarif edenlerin ve gündeme getirenlerin niyeti ve hedefi küresel hegemonyanın önünde İslamiyet'i bir engel olmaktan çıkarmak, bu yoldan Müslümanları 'ötekileştirmek' yani aslında "Batı lügatine"ne göre Müslümanları "yok etmek"tir.
"İslamafobia/İslam korkusu"nun 1990'lı yıllarda meşhur Yahudi asıllı Oryantalist Bernad LEWIS tarafından formüle edildiği "tesbit"ini yapan BULAÇ; "(LEWIS) ilk defa Samuel Huntington'un 'Medeniyetler Çatışması'tezinden önce, bunu ele aldı."(s.15) demektedir.
BULAÇ, "İslam'ın hakikî ve aslî imajının' çarpıltılması'na; 'çoğu zaman sosyal bilimcilerin, Oryantalist, İslamolog ve 'beyaz casuslar'ın sebep olduğunu; 'özne' olan 'Müslüman aktör'e tanımlar yapıldığını vurgulayarak; "aslında, İslam ve Müslüman aktör gerçeği çok daha derin dinamiklerden beslenmekte ve beşerî hayatı motive etmektedir"(s.15,16) demekte ve "modern dünyaya söyleyecek sözü olan Müslüman aktörü anlamaya çalışırken, ilk yapmamız gereken 'İslam'ı anlamak olmalıdır'(s.16) "tesbit"ini de yapmakta.
FANATİZM
BULAÇ, "Birinci Kitap Fanatizm" bölümünde, "İslamiyet ile Hıristiyanlık"ın 'farklılıkları'nı ortaya koymakta; "Hıristiyanlığın bir 'devlet dini' haline dönüştürüldüğünü " vurgulamakta, "Hıristiyanlık'taki 'iç çatışmalar' ile İslamiyet'teki 'iç çatışmalar'ın da birbirlerinden tamamiyle 'farklı' olduklarını; "İslamiyet'teki iç çatışmaların 'mezhep savaşları' olmadığını,'siyasal çatışmalar ve başkaldırılar'olduğu(s.34) "tesbit"ini yapmakta.
İslamiyet'in daha ilk yılllarından itibaren daima "özgürlükçü" olduğunu,'kaba kuvvet ve şiddet'e dayanmadığını(s.29) belirtiyor. BULAÇ; "İslamiyet özgür tartışma ortamını ve özgür tercihi savunan, hoşgörülü, tahammülkâr ve şeffaf bir din olmak durumundadır. İslam tarihi, bu örneklerle doludur."(s.30) demekte. Ve tabii "İslam Tarihi" boyunca 'Müslüman olmayanlara tanınan haklar'ı, "zımmî hukuku" da hatırlatmaktadır.
BULAÇ; "Laiklik niçin Batı'da çıktı?" suâline cevap ararken de, 'Devlet dini'ne dönüşen Hıristiyanlık'ın baskı ve fanatizm'e dönüşerek, 'mezhep savaşları'na sebep olmuştur, demekte ve "Laiklik formülü ile 'çare' bulunduğu" 'tesbit'ini yapmakta."Seküler:Din-dışı, dünyevî" şeklinde tarif ederken;"Laik ise 'ruhban-dışı' olarak tanımlamaktadır.(s.34)
BULAÇ,yine 'fanatizm' adını verdiği 'birinci kitab'ın ilk bölümünde, "İslam tarihi'nde yaşanılan 'acı hadiseleri' ise "Hukuk İhlalleri" ve "siyaseten katl vakıaları" olarak tanımlamakta.(s.35)
BULAÇ;"...İslam tarihindeki saltanat rejimlerinin siyaseten katl olaylarına örnek gösterileceğini, bunların tümü birer "Hukuk İhlali"dir; bu siyasal cinayetlerden İslam ve Müslümanlar değil; o günkü rejimler sorumlu tutulmalıdır."(s.36) demekte.
BULAÇ'ın eserinin ileriki sayfalarında da "Nizam-ı Âlem uğruna evlat katli olayları"nı da "Hukuk İhlalleri" olarak değerlendirmekte ve "o günkü rejimin sorumlu olduğu" şeklinde "görüşü"nü ifade etmekte.
BULAÇ;"Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması" ilgili olarak görüşlerini dile getiriken; "Türk-İslam Milliyetçileri'nin sık sık vurguladığı gibi(belki de İslam Mefkûrecileri/İslam Ülkücüleri diyebiliriz İ.G.) İslam'ın Anadolu'daki varlığı 100(bin) yıl değil; 1400(bindörtyüz) yıldır" demekte ve "1400 yıldır bu toprakların somut ve canlı realitesi olan İslam, bugün Türkiye dediğimiz ülkenin kültür dokusu durumundadır"(s.40) demekte.
BULAÇ, "Avrupa'da 'Din' ile 'Devlet' değil; 'Kilise' ile 'Devlet' birbirlerinden ayrılmıştır"(s.44) demekte ve 'Hilafetin saltana dönüşmesi ile ve Ulema'nın 'resmî' ve 'sivil' Ulema diye ayrılışı ile başlayan "vetire"yi 'hülasa' ederken; Bediüzzaman Said Nursî(k.s.) gibi âlimlerin, niye 'İkinci Abdülhamid'e destek vermedikleri'ni ise "devletin alanı dışındaki Ulema geleneği"ne bağlamakta.(s.45)
BULAÇ; "Çanakkale Savaşı"nı aslında "Medreseliler Savaşı" olduğunu hatırlatarak; yaşanılan 'süreç''lerde 'yok olan' Ulema ve aydınlar kuşağı'nın ; ancak 1970'lerden itibaren yeniden 'var olmaya' başladığı "tesbit"ini de (s.46)" yapıyor.
BULAÇ; eserinin bu kısımlarını çok önemli cümleleri ile tamamlamakta:"...Bazıları İslam'ı, tarihte görüldüğü şekliyle halka ait yönetimi babadan oğula bir mülk gibi devreden saltanat ve hilafet rejimleriyle aynı şey sanabilir; ya da bugünkü krallık rejimleri veya bir gece yarısı apansız gelen bir askerî darbe ile de İslam'ın meşru bir rejim olabileceğini düşünebilirler; ama biz İslam'ın katılımcı, özgür, adil ve insan hayatını kutsal sayan düşünce ve görüşlerin serbestçe tartışılmasından korkmayıp aksine bundan yarar uman ve ancak bu ilahi ve kendinden emin kimliğiyle insanların gönüllerini fetheden bir din olduğu gerçeğini vurgulamak; kimden ve nereden gelirse gelsin insanları susturan, onlara yukardan buyuran, bir oldu bittiyle iktidarı gasp etmeyi planlayanlarla bir akraba ve yakınlığımız olmadığını anlatmalıyız."(s.59)
"TÜRKİYE'DE DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ, 'LAİK' DEĞİL; 'BİZANTİNİST'"
BULAÇ, "Birinci Kitap FANATİZM'in 'İkinci Bölümü"nde, 'Türkiye'deki Din-Devlet İlişkileri' hakkındaki görüşlerini de' belirtiyor. 'Devlet'i aşırı derecede 'kutsama', 'yüceltme' anlamına gelen 'Devlet Fetişizmi' kavramı ile başladığı bu 'bölüm'de; belki yine "tartışılacak" 'görüşler' de ileri sürmekten geri kalmıyor. BULAÇ, "Laik bir ülkede dinin devlet, devletin de din işlerine karışmaması gerekir. Her iki alan özerk ve bağımsız olmak durumundadır" dedikten sonra şu "tesbit"ini de yapmakta:"...Bu durumda Türkiye'deki din-devlet ilişkisini 'laik' olmaktan çıkarır, tam aksine 'Bizantinist' bir kategoriye sokar."(s.66)
"Osmanlı Devleti'nin 'Şeriat(sivil alan)" ve "Örfî Hukuk(resmî alan)" gibi '2'li hukuk'la yönetildiğini vurgulayan BULAÇ; belki de çoğumuzun ilk defa duyduğu ve okuduğu şekli ile , "Nizam-ı Âlem için kardeş katli" vakıalarını ise "Hukuk İhlalleri" olarak değerlendirmekte.(s.70, 71 ve 117)
"...Devlet hiçbir zaman herşey değildir ve 'Nizam-ı Âlem için " "Hukuk İhlalleri" caiz görülemez.(s.70) demekte. "Vakıa"yı, 'Devlet'in selameti adına bireylerin ve hatta toplumun haklarının feda edilmesi mantığı"(s.71)dır demekte.
BULAÇ, eserinin bu bölümünde, "devlete karşı işlenmiş suç" kavramını da "irdeleyerek"; "Batılılaşma'yla halkımızın, toplumumuzun veya daha doğru tabir ile milletimizin 'devlete karşı korumasız' bırakıldığını vurgulayarak; "Bana göre İslam'da "devlete karşı işlenmiş suç "kavramı yoktur...(Maide suresi 33. ve 34. âyetleri...)Görülüyor ki, Kur'ana göre devlete karşı işlenmiş suç yoktur. Ve fakat meşru bir yönetime karşı savunma hakkı bağlamında karşı koyma ve yenilgiden sonra maddî suçlara karşı maddî cezalar vardır"(s.77) demekte.
BULAÇ, "Türkiye'de Din-Devlet İlişkileri, 'Laik' Değil, 'Bizantinist'tir" görüşünü ise eserinin (81-89) sayfalarında genişçe dile getirmekte. "
"Devlet dini" olarak tanımladığı yani 'dini denetim altında tutan devlet' uygulamasının, ne Türkiye Cumhuriyeti'ne, ne de Osmanlı Devleti'ne ait olduğunu; "1800 yıllık bir geçmişi ile bilinen tarihte ilk örneğine Bizans'ta rastlanır...Bizanst'a gözlenen(Bizanstinist) uygulama,Bizans uygulama biçimi..."(s.81,82,83)diye belirtmekte..
Yine "yazı dizi"mizin ilkinde vurguladığımız üzre, "Kerbelâ Vakıası"nı anlamamızı kolaylaştırıcı"görüşleri"ni, bu eserinin 83. sayfasında detaylaştırmakta. Muaviye'nin "seçim-biat-şura"yı "ötekileştirerek/yok ederek" "Veliahtlık", "Saltanat" a dönüştürmesine nice Sahabelerin; "Sen başımıza Kayzer mi dikmek istiyorsun?" diye karşı çıktıklarını, Muaviye'nin bu uygulamayı ise "Bizans sistemini yakından tetkik etmişti"ile (s.83) ifade etmekte ve BULAÇ; "Sahabelerin itirazı yerindeydi; çünkü gerçekten de ne kadim Arap geleneğinde, ne de Asr-ı Saadet uygulamasında görülmeyen Veliahtlık kurumu tamamen Bizans'a özgüydü. Sahabeler, yönetimin Bizansvâri bir kimliğe bürünmekte olduğunu görmekten geçikmediler."(s.83) demekte ve "hanedanlar yönetimi/saltanat kurumu"nun bu şekilde başladığını belirmekte...
Ve BULAÇ, "...Türkiye bir yandan 'laik' olduğunu öne sürüyor, öte yandan dini devlete bağlı bir kurum olarak denetiminde tutuyor. Oysa bu 'laiklik' değil, Bizanstinizm'dir ve Türkiye'de Bizanstinizm adına dinî temel hak ve özgürlükler kısıtlanmaktadır"(s.87) vurgularını yapmakta.
Ve yine BULAÇ, "Bizim Görüşümüz" dediği paragrafta ise "Devletin elini dinden çekmesi, dinin sivillleştirilmesidir. Bunun içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilga edilmesi...."(s.88) şeklinde görüşlerini belirmekte.
Kanaatimce, bazı "solcular"la da "örtüşen" "bu görüşleri" de çokca "tartışılır" elbette...
BULAÇ, "İslam ve İnsan Hakları" başlıklı "Üçüncü Bölüm" de ise "Batı'nın 'demokrasi' ve 'insan hakları' karşısında "çifte standartları"ndan bahisle; "Batı istemediği için, Ortadoğu'daki ülkelerin 'Krallık' ve 'Monarşi' den kurtulamadıklarını belirmekte.(s.101) ve "Batılı İslam araştırmacılarının, 'Oryantalistler'in, İslamolog'ların ve 'Beyaz Casuslar'ın "İslam'ı baskıcı, Jakoben ve totaliter bir rejim olduğunu kabul ettirmek istediklerini de (s.101) hatırlatmakta ve "Müslüman Dünya'da fanatizm'i önleyecek yegane kuvvet Kur'an ve Sünnet'in yol göstericiliğidir(s.125) demekte.
Ali BULAÇ, "en yeni eseri" diyebileceğimiz "İkinci Kitap İslamofobi "bölümünde ise temel "iddia"yı dillendirmektedir:Batı ülkelerinde-ABD ve Japonya'da dahil olsa gerek-- "İslam Korkusu" ve Türkiye'de AK PARTİ'nin "İslamofaşist Darbe" yapacağı....BULAÇ, bilhassa 11 Eylül 2001 sonrası "Batı âlemi"nde yaşanılan; daha önce de açıkladığımız "İslam'ın bir korku unsuru olarak gündeme gelişi" yani "İslamofobi'yi 'irdelemekte' ve sürekli olarak, özellikle de 1990'lı yıllardan beridir de, "Müslümanları şeytanlaştırıcı kavramlar"ın "türediliği"ni vurgulamakta..Nasıl ki kimileri, "12 Eylül 1980 öncesi ve hâlâ da "Faşizm ile İtalya'yı, Mussolini'yi 'özdeşleştirmek' yerine, 'Ülkücülüğü, Türk Milliyetçiliği'ni özdeşleştiriyorlarsa'; bu sefer de "yeni düşman İslamiyet" sonrası 'süreç'te de 'Müslümanlar", "İslamiyet", "İslamo Faşizm" gibi "Müslümanları şeytanlaştırıcı" kavramlarla "özdeşleştirildiği"ne de âdeta "dikkat" çekmekte.(s.135)
"Yahudi lobileri....Evanjelikler...Hıristiyan Siyonistler......"BULAÇ, bu "mevzu" ile alakalı olarak da, "çoğu milliyetçi siyasî akımın dahi 'Faşizm'le ilişkilendirilmesi 'yanlıştır'(s.141) diyerek, "kısmen" de olsa bu" Hareket"i savunmaktadır.
"BULAÇ, "esere" adını da veren "İslam'dan Korkmalı mıyız?" kısmında ise başta belirttiğim "iddia"yı tafsilatlı olarak ele almaktadır.(s.179-200)
"BATI,"ÖTEKİ" ve FUNDAMENTALİZM"
BULAÇ, eserinin "Üçüncü Kitap Fundamentalizm" bölümüne, "Fundamentalizm'in ilk anlamının "köktendincilik" değil de, "kutsal metnin lafzı ve semantiği" olduğunu, fakat 1950'lerden sonra "fanatik dindarlar'ın özgürlüğünü kazanmış ve özgür yaşamaya alışmış toplum üzerinde hoşgörüsüzlüğe dayalı 'dinî baskı" kurma teşebbüsü"(s.203) diye 'tanım'lamakta ve "ilk fundamentalist düşünce ve eğilimler, 1920'lerde Amerikalı Protestan'lar arasında ortaya çıktı "(s.209) demekte.Ve bu bölümü(203-290) sayfaları arasında, âdeta şu "mefhumlara/kavramlara" 'açıklık' getirmektererek tamamlamakta;"ed-Din', "Çevre-Merkez"; "Yüksek İslam, Halk İslam'ı"; "Popülist İslam, Elitist İslam"; "Siyasal İslam, Kültürel İslam"; "Resmî İslam, Sivil İslam";"Hicret" ve "İslamî Çoğulculuk Modeli...."
Batı Âlemi'nin "öteki"ni aslında 'yok ettiği'ni vurgulayan BULAÇ; "Müslümanca 'öteki' tanımını ise şöyle yapmaktadır:"Eğer Müslüman ise kardeşimiz; gayr-i Müslim ise 'yaratılışta eşimiz'dir."(s.219) 'Yok edici/imha edici" değil; "birlikte birarada yaşama..."anlayışı...
BULAÇ, eserin de "Batılı ajanların Müslümanları 'manipüle etme' isteklerinin ise her zaman olduğunu" da belirtmek istiyor âdeta...(s.245)
"Titrisiz Mütefekkir" Ali BULAÇ'ın bu eserinin sonlarına(s.344) geldiğimizde, dikkatlice de okuduğumuzda, "sistem şuuru"muzu arttırıcı "görüşleri" ile karşılaşıyoruz. "Sistem'i 'bir âlem tasavvuru ya da dünya görüşünün insanların yaşadığı beşer hayatında kurumlaşmasına sistem denir."(s.341) şeklinde 'tanım'lamakta ve "sistem'e karşı üç tutum" alınabileceğini vurgulamakta:
1) "Sistemle bütünüyle çatışma hâlinde olmak, yani bu çatışmayı göze alarak onu tamamen ortadan kaldırmak. Temizlenmiş bir arazinin üzerinde yeni kurumlar inşa etmek."
2) "Sistem'e teslim olmak...."
3) "Sistemi dönüştürerek, aşmaya çalışmak, sistem içinde kalarak mücadele etmek..."(s.348, 349)
BULAÇ, "ilk tutum"u "Rasullah'ın böyle bir şey yapmadı" diyerek "kabul" etmemekte; "2. tutumu"n ise "Müslümanlığımızı folklorik bir şekile çevireceği için 'kabul' edilemeyeceğini"; "3. tutum" için ise şu görüşlerini aktarıyor:
"O halde yapılması gereken şey, sistemi, şehrin içinde kalıp dönüştürerek aşmaya çalışmak. Sistem içinde kalırken duygusal olarak, ruhsak olarak bir yakınlık hissetmemiz gerekir. Bir başka ifade ile ruhumuzda ve zihnimizde sistemden hicret etmek zorundayız. Hicret çok önemlidir. Çünkü ruhen ve zihnen sisteme ve onun vaadettiklerine bir yakınlık, bir arzu duyuyorsak, imtihanı kaybetmişiz ve sistemin bizi yutmasını kabullenmiş oluruz. Ancak sistemin dışına çıkıp dağlarda, çöllerde de yaşayamayız. Din şehirlere aittir; şehirleri dönüştürür veya yeni şehirler kurar. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bütünüyle yıkıp temizlenmiş bir arazi üzerinde yepyeni bir şehir kurmadı. Yesrib'i Medine yaptı. Silahlı mücadelelerle de sistemi değiştiremeyiz, onu dönüştürüp aşmanın yollarını, alternatif sistem arayışlarını geliştirmemiz gerekir."(s.349, 350)
BULAÇ, yine kimilerinin hâlen yaptığı gibi, "Bir yandan sistemi eleştiriyor, sistemin dışında olduklarını söylüyor ama sistemin bütün nimetlerinden de istifade ediyorlar. Kendi motivasyonlarını devam ettirmek için sürekli sistemin siyasal kısmına vuruyorlar. Bu ikiyüzlülüktür."(s.350,351) demektedir.
Ve BULAÇ, "...Sistem değişir, mutlaka değişir.Aslolan hayattır, aslolan hayatı Müslümanlaştırmaktır, yoksa sistemi "İslamîleştirmek" değil."(s.351) vurgusunu da yapmakta...
BULAÇ, bu eserini de "sisteme entegre edilen Müslümanlar'a ve ifrata, lükse kaçan Müslümanlara "öz-eleştiriler" yaparak tamamlamakta....
(*): Ali BULAÇ, "Bütün Eserleri-2 İslam'dan Korkmalı mıyız? Fanatizm-Fundamentalizm-İslamafobia", Çıra Yayınları, 1. Basım, Haziran 2009
15.10.09
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com veya metgultekin@hotmail.com

Hiç yorum yok: