Powered By Blogger

26 Temmuz 2008 Cumartesi

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN-2

YAZI DİZİSİ:

HARÎCÎLER ve HARÎCÎ ZİHNİYET


HARÎCÎ DEYİMİ ve MÂNÂSI(2)

“Hârîcî” deyimi, “dışta, hâriçte kalan” mânâsına gelmez; “huruç eden” yani “baş kaldıran” mânâsındadır. Nitekim gerek Hz. Ali(k.v) ve gerekse klasik İslâmî kaynaklar, “Hârîcîler” için “dâgî ve bâgî” deyimlerini kullanmışlardır. Demek ki, Hârîcî, “İslâm’ın dışına çıkan kimse” mânâsını ifâde etmez. “Hârîcî” ismi, itikadî sapıklıkla bir ilgisi olmayıp, sadece “isyancı” veya “ihtilâlci” mânâsına gelir. (6) “Hârîcî”, meşrû idareye baş kaldıran her isyankâra, Müslümanların çoğunluğu tarafından verilen isimdir.Müslümanların hepsi tarafından kabul edilen meşrû ve hak imama karşı çıkan herkese “Hârîcî” ismi verilir.(7)

HÂRÎCÎLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Hârîcîler, “Sıffîn” harbi öncesi cereyan eden “hakem olayı” sonrası ortaya çıkan (zuhûr-ı havâric) bir “siyasî fırka/parti”dir. Hz. Ali(.k.v.)’yi “hakem”e müracaata zorlayan Hârîcîler, sonradan “hakem” kabul ettiği, “Allah’ın hükümleriyle hükmetmediği” için, “ilim beldesinin kapısı”, Hz. Ali(k.v)’nin “kâfir” olduğuna karar kılıp, Hz. Ali(k.v.)’nin ordusundan ayrıldılar. “Hakem”e müracaat etmenin “kâfirlik” olduğunu, Hz. Ali(k.v.)’nin de artık (hâşâ) “kâfir” sayıldığını söyleyen Hârîcîlere karşı , vukuflu İslâmî düşüncenin temsilcisi Hz. Ali(k.v.)’nin cevabı:”- Biz insanları değil, Kur’an’ı hakem tayin ettik. Kur’an ise insanlar vasıtasıyla dile gelir.”(8)

DİNDAR, İSLÂM’A BAĞLILAR FAKAT…

Hârîcîler, namaz kılmaktan alınları ve dizleri yara olacak kadar , ağaçtan düşen hurmayı haram olur diye yemekten çekinecek kadar “katı” bir imana sahiptiler. (9)İyi niyetli, dindar ve İslâm’a bağlı insanlar olmalarına rağmen; İslâm’ı kendi dar, durgun kafalarına göre şekillendiren Hârîcîler, bilgisizliğin dar sınırları içinde bir İslâm anlayışı uğruna şiddet/tedhiş/terör eylemleri düzenlediler. Akıllarının ermediği, bilgilerinin yetmediği, muhakeme kudretlerinin ulaşmadığı noktada artık “küfr” başlıyordu ve onlar “küfr’e karşı savaşıyoruz”diye, bilgide, akılda, muhakemede kendilerinden kat kat üstün Müslümanları öldürüyorlardı.(10) Hattâ öyle ki, ne Şiâ, ne de Emevîler, hiç kimse ve hiçbir grup kan dökme de Hârîcîler kadar ifrata gitmeyecektir.(11)

“KÂFİR”


Hârîcîler, kendilerinin dışındaki herkesi “kâfir” sayıyorlardı. Böyle olunca da hem Muaviye’nin, hem Hz. Ali(k.v.)’nin denetimindeki topraklar, Hârîcîlerin nazarında, “kâfirlerin hâkim olduğu toprak”tı, “dar’ül-harp”tı. Yalnız Hârîcîlerin elinde bulunan yerler “dar’ül-İslâm”dı. “Bizden” olmayanlar “bize” düşmandır ve ancak “bizim” hakim olduğumuz yerler “kurtarılmış” yerlerdir. (12) “Jakoben Müslüman” kafası: ”Bizden olmayan bize düşmandır.”(Teori) “Bizden olmayan öldürülmelidir.”(Eylem)
İslâm literatüründe “fitne” denilen “anarşi” ve “terör” de hiç kimse Hârîcîler kadar “Jakobenleşme” başarısını gösteremeyecekti.(13)Hârîcîler, Fransız İhtilâli’ndeki en fecî zulümleri işleyen Jakobenler benzeri, “İman”, “kâfir”, “hüküm ancak Allah’ındır” gibi “büyülü kelimelerin büyüsü” uğruna “kan döken”, “iki renkli dünyalı/zihin formatlı” “Jakoben Müslümanlardır.”(14)


“LÂ HÜKME İLLÂ LİLLÂH”

Bir “slogan” sathiliğiyle “lâ hükme illâ lillâh”(Hüküm ancak Allah’ındır) diye bağıran ve her gördüklerinde Hz. Ali(k.v.)’yi tekfir eden Hârîcîler topluluğuna hitaben Hz. Ali(k.v.)’nin yaptığı konuşma, İslâm’ın öz esprisini temsil edici mahiyettedir:”- Evet, hüküm ancak Allah’ındır. Fakat bunlar bu sözleriyle “Emirlik ancak Allah’ındır” demek istiyorlar. Halbuki insanlar için, muttâkî olsun, günahkâr olsun, mutlakâ bir emir gerekir ki, mü’minler onun emrinde çalışsın, kâfirler hayatlarını devam ettirsin, Allah(c.c.) onunla vâdeleri tamamlasın, onun vasıtasıyla vergileri toplasın, düşmanlarla savaşılsın, yollar emniyete kavuşturulsun, zayıfın hakkı güçlüden alınsın, böylece iyi insanlar huzura kavuşsun.”(14) Kendilerini “hakk ehli”, kendileri dışındaki diğer bütün insanları “küfür ehli” olarak görerek, kör bir taassupla “Allah’ın hükmü” yerine “kılıçın hükmü”nü kabul etmeleri, Hârîcîlerin “siyasî bir fırka/parti” olduğunu da doğrulamaktadır. (15)


“DÜZEN”E KARŞI!!!

Hârîcîlerin “lâ hükme illâ lillâh “ âyetine verdikleri mânâ da her türlü düzeni reddetmek yönündeydi. Hz. Ali(k.v.)’nin yukarıda yer alan hitabında “kâfirlerin bile hayat hakkını teminata alan” bir “düzen fikri”, (belki de bir “nizam fikri” denilse daha doğru olurdu.İ.G.) mevcut iken; Hârîcîler “düzen”e, dolayısıyla da “devlet”e karşı “reaksiyoner” yapıda idiler. Zirâ “düzen” demek (aslında “nizam” demek….İ.G.) “devlet” demekti ve “devlet”de yetkilere sahip kişilerle meydana geliyordu. Hârîcîler, kişilerin yetkilerini, hüküm verme selahiyetlerini reddetmekle “devlet” müessesesine karşı “göçebe reaksiyonu” gösteriyorlardı.”(16)

ÂLİMSİZ HAREKET!!!

Âlimlere sahip olamayan, âlimler yetiştiremeyen Hârîcîler, “siyaset”, “din”, “hukuk”, “ahlâk”, “günâh”, “sevap”, “iman”, “küfür” gibi mefhumların arasındaki farkları ve birbirleriyle münasebetlerini kavrayacak “ilim”leri yoktu. Bu sebeple, “ince” düşünemiyorlar ve “çok kaba” hükümler veriyorlardı. Dar kafalarının almadığı her şey “küfür”dü, her “günahkâr insan, onlara göre başta Hz. Ali(k.v.) olmak üzere (hâşâ) “kâfir”di.(17)
(Devamı Var)

Hiç yorum yok: