Powered By Blogger

31 Temmuz 2008 Perşembe

2008'LER TÜRKİYE'SİNDE "NEO-HÂRÎCÎLER" ORGANİZE EDİLİRKEN(3

YAZI DİZİSİ:


HÂRÎCÎLER ve HÂRÎCÎLİK ZİHNİYETİ


“EŞ-SURAT”(3)

Hârîcîler, yalnız kendilerini Müslüman saydıkları ve “eş-surat”(Allah için canını satan kimse) olarak gördükleri için eylemlerini “cihad”, ölülerini de “şehid” kabul ediyorlar ve böylece daha çok galeyana geliyorlardı.(18)

“”DÜŞMANLIKLARI MÜSLÜMANLARA”

Nasıl ki “fanatik”ler, kendilerini doğruya yöneltmek isteyenlere daha fazla “düşmanlık” beslemişlerse, Hârîcîler de, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlara “düşmanlık” beslemişlerdir. Tarih,Hârîcîlerin yalnız Müslümanları öldürdüklerini fakat hiçbir yabancı devlete karşı savaşmadıklarını yazıyor. (19)

FRANKSİYONLAŞMALAR

Hârîcî fanatizminin bir hususiyeti de kendi arasında en çok bölünüp parçalanan, “franksiyonlara” ayrılan bir “fırka/parti” olmasıdır. Hiçbir ekol veya mezhep yahut fırka/parti Hârîcîler kadar kendi içlerinde bölünmemiştir.(20)
“Erzâkîler”, bu “fraksiyon”ların “en militanı”, “en örgütlüsü” ve “en kısa ömürlüsü”dür. “Ezrâkîler, öylesine “militanca” teşkilatlanmışlardır ki,bir kimseyi aralarına almak için “imtihân” ederlerdi. “Bilgi imtihânı” değil, “cinayet imtihânı…”Kendilerine katılmak isteyen kimseye, kadın, çocuk, erkek, vali gibi bir veya birkaç kimseyi öldürmesini söylerlerdi. Adam bu “cinayeti” işlerse, “bizden “sayılır, işlemezse “münafık” kabul edilip kendisi öldürülürdü. “Franksiyonlar”ın içlerinde “en mûtedili”, “gittikçe şiddetten arınan”, “yumuşak davranışlı”, “en uzun ömürlüsü”, “ehl-i sünnet’e en yakın” “İbâdeye kolu, “gelişmemiş Müslüman toplumlarında, günümüze kadar yaşamıştır.(21)

HÂRÎCÎ ZİHNİYETİ

İşte Hârîcîlik hareketi, İslâm toplumunun “bedâvat”ten, yani devlet geleneği olmayan bir kabile hayatından “hadârat”e yani devlet /imamet/hilafet ve şehir hayatına geçiş sırasında “kabile”nin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır.Hârîcî lerin davranışları “kabilevî” olduğu gibi ideolojileri/fikir sistemleri de “kabilevî”dir. (22) Nitekim, Hârîcî zihniyet, “kabile” toplum yapısına bağlı bir zihniyettir. Hârîcîlerin “mü’min”, “günahkâr”, “kâfir”, “dar’ül-harp”, “dar’ül-İslâm” gibi sığ, bilgisiz, vukufsuz, müsamahasız, fanatik, “kesin inançlı”, radikal-devrimci İslâm anlayışlarını izah etmeye (veya “titrisiz münevver” , “zihin/ufuk açıcı ziyalılar”dan Taha AKYOL’un “Hârîcîlik ve Şiâ-İslâm’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları”isimli eserinden mülhemle)yeniden hatırlatmaya çalıştık.
“Din/İslâm değişmiyor fakat insanların dinle/İslâmla alakalı anlayışları birçok faktöre göre değişiyor.”(23)
“İslâm boşluğa değil insana inmiştir; insan da belirli tarihî şartlar içinde yaşar ve ilâhî tebligatı içinde yaşadığı toplum kesitinin elverdiği ufukta anlar.”(24)
Hârîcîlerin de “içinde yaşadığı toplum kesiti” yani “kabile kültürü”, “kabile toplum yapısı”, “kabile ruhu”, “kabile bağımsızlığı”, “kabile kimliği”, “kabile savaşçılığı”, “etno-santrizm” denilen sadece kendilerini “doğru” görme, kendilerini yüceltme, “grup karizması” neticesi “ilâhî tebligatı”, “İslâm”ı, bu kesitin elverdiği ufukta anlamışlardır. Böylece, Bedevî çöl Arapları, kabile insanları olan Hârîcîlerin, kalbini İslâm fethetti fakat düşünceleri sathî, ufukları dar idi ve ilimden uzaktılar. Neticede bu insanlardan mü’min fakat düşünceleri dar olduğu için mutaassıp, çölde yaşadıkları için taşkın ve atılgan, daha önce bol nimetler bulamadıkları için de zâhid bir cemaat/Hârîcîler ortaya çıktı. Değerli âlim Muhammed Ebû Zehra, Hârîcîler için, “Şayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaşasalar ve nimetlere boğulsalardı, elbetteki sertlikleri hafifliyecekti, katılıkları yumuşayacaktı, şiddetleri hafifliyecekti” diyor.(25)
(DEVAMI VAR)

Hiç yorum yok: